ve belki de hâlâ gizli tutulduklarından kuşkulanılanlar, reddedildikleri ve bastırıldıkları acıları canlı tutmaya katkıda bulunabilirler. Ama eğer böyle tutuluyorlarsa evrenin düzeninin ilk başta kurulduğuna ve aktif güçlerinin hâlâ bilinçli bir zekâ tarafından sürdürüldüğüne ve yönetildiğine inanan biri varsa -insanların ölümden sonra varlığını sürdürdüğüne dair kanıtları olduğunu düşünenler- sırları iyi korunmuş demektir. Bu sanrıların son kurbanından bu yana yüzyıllar geçti çünkü bugünkü Camptâ’nın dört yüzüncü selefinin hükümdarlığında halkoylarıyla açıkça telaffuz edildikleri için en sıkı hastanemizin tehlikeli koğuşuna tedavi edilemez birer deli olarak gönderildiler.”
Tonlamasındaki ironi ve aynı zamanda ihtiyatlı tutumunu korumaya çalışıyormuş gibi yansıttığı havası, ev sahibimin bu konudaki sözlerimden dolayı fazlasıyla sarsılmış olduğunu ve bir nedenden ötürü onun için bu konunun çok tatsız olduğunu anladım. Bu nedenle, konuyu başka bir yöne çevirmek için bana konuşmaktan hoşlandığını ima ettiği siyasi organizasyonla ilgili bazı sorular sormaya başladım. Cevap olarak bana son birkaç yüz kuşak boyunca gezegeninin siyasi tarihinin bir özetini vermeye çalıştı.
“Eğer…” dedi. “Size mevcut toplumsal düzenin tesis edildiği sürecin bir taslağını vermem gerekiyorsa çoğunluktan ayrı olarak veya çoğunluğa karşı belli zamanlarda duran bir sınıf veya partiden de bahsetmeliyim, ancak en baştan sizi, onlar hakkında hiçbir soru sormamanız ve bir sonraki adımda size söyleyebileceğim ufak tefekleri tekrarlamamanız ya da benden duyduklarınızı başkalarına sorular sorarak öğrenmeye çalışmamanız konusunda uyarmalıyım.”
“Elbette.” diyerek ona bu konuda söz verdim ve sonra ev sahibim bana gezegenin temel tarihine dair şu taslağı sundu: 13.218 yıl önce resmî olarak kurulan bir birlik olan tüm ırkların ve ulusların birliğinden gelen olayları tek bir devlette tarihlendiriyoruz. O zamanlar, bu gezegenin sakinlerinin büyük çoğunluğunun evlerinden, kıyafetlerinden, araçlarından, mobilyalarından ve birkaç ufak tefek eşyalarından başka önemseyebilecekleri bir mülkiyetleri yoktu. Arazi 400.000’den az mülk sahibine aitti. Taşınır servete sahip olanlar üç kat daha fazla olabilir. Siyasi ve sosyal güç, mülk sahiplerinin ve genellikle kendileriyle birlikte doğum veya evlilikle bağlantılı olan ve ekmekleri için işçilerine bağımlı olmayanların elinde idi. Ancak bunlar arasında önemsiz olan çeşitli meseleler üzerinde bölünmeler ve gruplar vardı, servet biriktirenler ile edinmeyenler arasında bir gün doğacağından emin olmadıkları, hiçbiri temel ve uzlaşmaz çatışmaya önem veya menfaatle yaklaşmıyorlardı. Bu anlamsız kavgalardan bir veya daha fazlasında amaçlarını elde etmek için, her bir parti, proletarya dediğiniz bölümden sonra siyasi etki bölümünü kabul etti; 3278 yılına kadar evrensel oy hakkı tanındı, on iki yaşın üzerindeki her erkek ve kadın tek ve eşit oy hakkına sahip oldu.
Aynı zamanda konuştuğum görüş değişikliği genel olarak etkili olmuştu ve erkeklerin büyük çoğunluğu, her hâlükârda, bunun eşitsizliklerinin ve adaletsizliğin giderilebileceği gelecekteki bir hayata inanmayı bırakmıştı. Bunu, özellikle politik ve sosyal değişimlerle giderilebileceğini düşündükleri gibi zorluklar ve ızdıraplara karşı sabırsızlıkla bekledikleri koşullar izledi. Çokluğun liderleri, çoğunlukla servetlerini boşa harcayan ya da hiç sahip olmayan mülk sınıflarına mensup erkekler, önce toprağın, sonra taşınır servetin özel mülkiyetinin kaldırılmasını talep ettiler; bu kesinlikle ikisine de sahip olmayanların tutkularını şiddetle heyecanlandıran ve acı çekenlerin öfkesini ve şiddetini acımasızca kışkırtan bir talep oldu. Mücadele kuşaklar boyu sürdü ve kılıçların indirilmesiyle sona erdi; devletin gücü kanunen çoğunluğun elinde olduğundan, zeki, tutumlu, dikkatli mülk sahipleri taraftarlarıyla önemli ölçüde yenildi. Evrensel komünizm, 3412’de kuruldu, hiç kimse gezegenin yüzeyinin herhangi bir bölümünün veya kendisine tahsis edilen yiyecek ve giysilerin payı dışında herhangi bir mülkün münhasır kullanımına izin veremez ve hatta hak dahi talep edemezdi. Geçmişin alışkanlıklarına, aile yaşamının sürekliliğine ve mahremiyetine hâlâ bağlı olan bazı sınıflara tek bir ayrıcalık tanındı. Kendilerine ev ya da ev bölümleri almalarına ve her hane halkının birkaç üyesine ayrılan kamu ürünlerinin payı üzerinde yaşamalarına izin verildi. Tabii ki çoğunluk tarafından her biri çalışmaya zorlandığında herkes için bunun fazlasıyla yeterli olacağı varsayılmıştı; kamu ruhu ve gerekirse zorlama, özel mülkiyet sistemi altında ilgi ve gereklilik gibi çaba ve endüstri için etkili bir uyarıcı olarak kanıtlanacaktı.
Bu teorinin çürütülmesine güvenenler, geleceğe bakmayan ve hiçbir yasayı kabul etmeyen fakir ve acı çeken erkeklerle, kendi kaprisli iradesi ve zevkiyle yaratıldığı gibi kıskançlığın hırstan daha güçlü bir tutku olduğunu unutanlardı. Birçoğu, zenginliğin ve lüksün, azınlığın münhasır mülkiyeti olması yerine imha edilmesini tercih etti. Komünizmin ilk ve en görünür etkisi, tüm bozulabilir lükslerin, tüm yiyeceklerin, giysilerin, mobilyaların, en fakirlerin zevkinden daha iyi yok olabiliyor olmasıydı. Her birine kayda değer bir pay vermek için yeterli miktarlarda üretilemeyen hiçbir şey üretilmedi. Daha sonra emeğin paylaştırılmasından kaynaklanan kavgalar acı dolu, sürekli ve şiddetli oldu. Onları sadece öğütücü bir despotizm durdurabilirdi ve böylesi bir despotluğu kısa bir süre boyunca yöneten, şiddetli ve evrensel nefret döneminde heyecanlı olanlar, çok kısa yasal görev süreleri kapanmadan önce her zaman ya görüşlerini değiştirmek zorunda kalmışlar ya da neredeyse değişmez bir şekilde öldürülmüşlerdi. Sadece aynı türden emekle uğraşanların her birine verilen görev üzerinde değildi tartışmaları, aynı zamanda gücü veya emeğinin zorluğu ile orantılı olarak veya herkes için eşit olarak ayrılmış olanı da tartıştılar. Daha az kabul edilebilir işlere atananlar ya isyan etmiş ya da şikâyet etmiş ve sonunda, iş bölümü için yer değiştirmenin devreye alınmasına gerek duyulmuştu çünkü hiç kimse onun daha düşük ya da daha az kabul edilebilir olana en iyi şekilde takıldığını kabul etmeyecekti. Tabii ki demir işini yaparken gümüş araçları boşa harcadık ve genel servet üretimini büyük ölçüde azalttık. Daha sonra, bir erkeğin endüstrisi veya tembelliğinin genel servet üzerinde kayda değer bir etki üretemeyeceği ve bununla birlikte erkeklerin kesinlikle komşularına gıpta etme ve kıskanma konusunda da beceriksiz olduğu ortaya çıktı. Son olarak, ürün her yıl azaldıkça ve beslenecek ağız sayısı ciddi bir öneme sahip olduğundan, birçok çocuğun ebeveynleri halk düşmanı olarak kabul edildi. Eşit vatandaşlar olarak, bireysel erkeklerle tanınmış bir ilişkisi olmayan kadınların bütün bağımsızlığı, komünist ilkenin mantıksal ve pratik olarak kaçınılmaz sonucu olmuştu; ama bu sadece işleri daha da kötüleştirdi. Elbette çoğalmayı kanunla kısıtlamak için girişimlerde bulunuldu, ancak bu, insan doğasının kendilerine karşı ayaklanacağı kadar sorgulanamaz hâle geldi. Bahsettiğim dinî gruplar -ilkelerini benimsemeden ve hatta anlamadan, toplumun daha iyi unsurlarını, öldürülmemiş olan tüm akıl ve ruh adamlarını kademeli olarak daha büyük oranda kadınlarla toplayanlar- ayrı ayrı veya bir kerede önemli sayıda sekteye uğratılmış; kendilerini gezegenin daha az verimli toprakları veya daha az güler yüzlü iklimi terk etmelerine neden olan yerlerine yerleştirilmişler ve özel mülkiyetin eski ilkeleri ve hane bağlarının kalıcılığı konusunda toplumlar örgütlenmişti. Görünür bir şekilde geliştikçe, komünistlerin kıskançlık ve açgözlülüklerinin çekimine kapıldılar. İklim ve toprak tarafından yaratılabilecek her türlü dezavantaj altında çalıştılar, fakat karşılıklı bağlanmada dengeleyici kazanımdan çok daha fazlasına sahiptiler, Komünistik sistemden ayrılamayacak şekilde kıskançlık ve sürekli karşılıklı müdahale ile mutlaka heyecanlanan acı tutkulardan ve popüler hükûmetin kaprisinden ve istikrarsızlığından özgürce kaçarken, bu toplumlar, ister bilgelik ister salt tepki olsun, her topluluğun doğal liderleri tarafından