tarih yazıcılığının başlamasında etkili olmuştur. Bunun sonucu olarak İslam tarihi yazıcılığının da nasıl olması gerektiği tartışılmış ve bu yeni anlayıştan etkilenmiştir. Celal Nuri, Hatemü’l-Enbiya adlı eseri ile siyer kitaplarının nasıl yazılması ve Hz. Muhammed’in zamanın şartlarına göre nasıl anlaşılması gerektiği konusunda fikirler ileri sürmüştür. Bunu yaparken daha ziyade Hz. Muhammed’in karakteri, mizacı, devlet adamlığı, komutanlığı, dehası gibi sosyal ve beşeri yönlerini geniş olarak değerlendirmiştir. Buna ilaveten dünya tarihine yön vermiş önemli şahsiyetlerle karşılaştırma yapmaktadır. Celal Nuri’nin söz konusu görüşleri yakın dönem fikir hayatımızı bir yönüyle aydınlatması bakımından önem taşımaktadır.
Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’ya karşı üstünlüğünü yavaş yavaş yitirmeye başlamıştır. Devlet erkânı bu durgunluğun sebeplerini büyük ölçüde askerî alanda aramış, çözümü yine askerî sahada yenilik yaparak bulmaya çalışmıştır. Zamanla askerî ve sivil alanda idari ıslahatlar yapılmışsa da gerileyişin asıl nedeni üzerinde durulmamıştır; Avrupa’nın ilmî ve teknolojik gelişmeleri takip edilemeyerek devlet yıkılma sürecine girmiştir. Tanzimat’ın ilanından itibaren Batı’nın her türlü üstünlüğünü kabul eden Osmanlı, artık yavaş yavaş gerek kurumsal gerek düşünce alanında Batı kültür ve medeniyetinin etkisi altına girmiştir. Bundan sonra devleti kurtarmanın yolları aranmaya başlamıştır. Modernleşme ve devleti kurtarma uğrunda yapılan her atılım sonuçsuz kaldı ve süregelen çöküntüyü engelleyemedi. Ancak yapılan ıslahat hareketleri sonradan gelecek gelişmeler için bir zemin hazırlamış olması bakımından hiçbir zaman boşa gitti denilemez. Cumhuriyet Türkiye’sinin oluşmasında şüphesiz önceki yenilik hareketlerinin etkisi olmuştur. Tanzimat’ın getirdiği ortam 1856 Islahat hareketlerine zemin hazırlamış, bu gelişmeler de Meşrutiyet ve Cumhuriyet’e giden yolda birer altyapı oluşturmuşlardır. Her ne kadar Türk modernleşmesini sadece Tanzimat’la başlatmak doğru olmayıp, bu süreci 17. yüzyıla kadar götürmek mümkün ise de Cumhuriyet Türkiye’sinin oluşumunda II. Meşrutiyet Dönemi’nin tesiri daha fazladır. Zira bu devirdeki siyasi ve fikri tartışmalar aynen günümüze de yansımıştır.
II. Meşrutiyet Dönemi Batıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Osmanlıcılık fikirlerinin tartışıldığı ve her birinin önemli temsilci bulduğu hareketli bir ortamdı. Bunlardan Batıcılık ve Türkçülük ideolojilerinin yeni kurulan Türk Cumhuriyeti’nin oluşumunda mühim tesirleri vardır. Burada bazı görüşlerini ele alacağımız Celal Nuri de yeni devletin fikrî ve siyasi teşekkülünde etkili olan aydınlardan biridir.
Batılı araştırmacılar İslam dünyasında 1924’ten sonra meydana gelen dinî modernleşme hareketlerinin yansımalarını ele alırken konuyu Mısır, Hindistan, Kuzey Afrika ve İran ile sınırlı tutmuşlar, son dönem Osmanlı aydınlarının bu meseleye yaklaşımlarını göz ardı etmişlerdir. Bu ihmal aynı zamanda Türkiye’deki çalışmalar için de geçerlidir. Burada modernleşmeyle dini bir arada kullanıyoruz çünkü adı geçen yıllarda devletin kurtarılması ile dinin kurtarılması aynı şekilde yorumlanmıştır. Birçok yerde dinin ihya edilmesiyle devletin de düzene gireceği savunulmaktadır. Dinin tekrar dinamik hâle getirilmesi, İslam’ın tekrar yorumlanması, asrısaadet olarak nitelendirilen Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn döneminin hemen her konuda örnekliği dönemin sıkça tartışılan konularıdır. Bu bağlamda sıkça dile getirilen argümanlardan biri de Hz. Muhammed tasavvurudur. Celal Nuri bu konuda hatırı sayılır fikirler ortaya koymasına rağmen Cumhuriyet Dönemi’nde ülkemizde ihmal edilen aydınlardan biri olduğunu düşünüyoruz. Müellifin hemen hemen her konudaki yaklaşımları farklı ortamlarda mevzubahis edilmiş ancak Hz. Muhammed tasavvuru ve siyer yazıcılığı hakkındaki görüşleri dikkatten kaçmıştır.
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında yapılan tartışmalara baktığımızda Batıcı olsun İslamcı olsun bazı aydınlar İslam dininin kendisinin değil yaşanılan İslam’ın yanlış olduğunu, İslam’ın yeniden yorumlanması gerektiğini ileri sürmektedirler. Özellikle içtihat kapısının açılması, İslam’a yeni bir dinamizm kazandırılması savunulmaktadır. Bu konuda İslam tarihinin de objektif bir biçimde yeniden yorumlanması, genel bir İslam tarihi yazımı ileri sürülen görüşler arasındadır.
Döneminin önemli şahsiyetlerinden biri olan Celal Nuri aynı zamanda Cumhuriyet’in fikrî mimarları arasında olması ve yeni devlette değişik görevler alması itibariyle de önem taşımaktadır. Celal Nuri eserini yazdığı yıllarda birtakım eleştiriler alması, dönemin tarih anlayışını ve peygamber tasavvurunu ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır. Bununla birlikte ortaya attığı bazı görüşlerin günümüzde yeniden popüler olması ve eserinde ana hatları ile ele aldığı konuların son yıllarda gündeme gelmesi meselenin önemini ortaya koymaktadır. Örneğin Hz. Muhammed’in mucizevi hayatından ziyade sosyal ve beşeri yönlerinin vurgulanması, topluma örnek bir insan modeli sunmak çabaları, Celal Nuri’nin adı geçen eserinde varmaya çalıştığı hedeflerden biridir.
Celal Nuri, Hz. Muhammed ile ilgili görüşlerini derli toplu olarak Hatemü’l Enbiya adlı eserinde ortaya koymuştur. Her şeyden önce şunu belirtelim ki adı geçen çalışma Hz. Muhammed’in hayatını ve savaşlarını anlatan alışılagelmiş bir siyer kitabı değildir. Celal Nuri bu eseriyle zamanın şartlarına göre bir siyer kitabının nasıl yazılması gerektiğini, buna paralel olarak peygamberin mevcut ortamda nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Hz. Muhammed’in hayatının yeniden yorumlanması, aşırı mucize edebiyatından kurtarılıp beşeri ve sosyal yönlerinin öne çıkarılarak halka anlatılması müellifin en önemli hedefleri arasındadır. Bunun yanı sıra İslam’da içtihat kapısının açılıp yeni hükümlerle dinî yaşamın kolaylaştırılması zaman zaman değindiği konular arasındadır. Dinde içtihat veya yenileşme konusu o yıllarda büyük bir hararetle hemen her zeminde tartışılan meseleler arasındadır. Celal Nuri de bu bağlamda, Hz. Muhammed’in hayatını ve sahabe ile olan diyaloglarını dikkate alarak peygamberin yeni fikirlere açık olup, istişareye önem verdiğini belirtmektedir. Bundan hareketle İslami yenileşmede, her şeyden önce Hz. Muhammed’in hayatının yeniden anlaşılması ve yorumlanması gerektiğini savunmaktadır. Celal Nuri gibi Batıcılık fikrini savunan yazarların yanı sıra, İslamcı birçok yazarın adı geçen yıllarda ortaya attığı bir görüş de meşveret ve demokrasinin İslam’ın özünde olduğu demokratik hayatın İslam dinine ters düşmediğidir. Uzun yıllar baskı ve monarşi düzenine karşı mücadele eden aydınlar Meşrutiyet’le birlikte her ortamda meşruti sistemi meşrulaştırmak için bu argümanı kullanmışlardır. Bütün bunlarla birlikte Celal Nuri bu eseri yazmakla aynı zamanda müsteşriklerin İslam’a ve Hz. Peygamber’e karşı saldırılarına da bir cevap vermek eğilimindedir. Nitekim kendisi amacını “Garazkarân-ı garp ve hurâfât-ı perestân-ı şark’a karşı mevki-i târihiyye-i ahmediyye’yi muhafazan yapılmış ecrübe-i kalemiyyedir.” diye ifade etmektedir”.
Müellif eserinde, ilk olarak klasik İslam tarihi kaynaklarını tenkit ederek meseleyi ele almaktadır. Müslüman Araplar binlerce ciltlik eserlerinde, beşer olarak övünen peygamberi insanüstü bir varlık gibi değerlendirerek, kendisine binlerce mucize yüklemişlerdir. Celal Nuri’ye göre Kur’an gibi bir düstur metin bırakmış iken bunun dışında peygamberin hayatında başka hakikat aramak pusulayı şaşırmaktır. Müellif, İbn İshak ve İbn Hişam gibi ilk siyercilerin hakikate daha yakın olduklarını, mitolojik meraklarının olmadığını, sonradan gelen siyer yazıcılarının ise eserlerinde peygamberi Cebrail’in kontrolünde sanki bir sadanüvis olarak takdim ettiklerini söylemektedir. Hâlbuki peygamberimizin bir insan olarak muhakeme edilmesi halinde daha da yüceleceğini, ancak bunu şimdiki siyercilerin, bırakın yazmayı hayal bile edemeyeceklerini ifade etmektedir.