M. Turhan Tan

Kadın Avcısı


Скачать книгу

beslemeyi çağır, buraya gelsinler. Sen de biraz sicim al, çabuk gel.”

      Nesimi Efendi’nin tuhaf işleri çoktu. Tek dürbünle gökte yıldız aramak en hafifi olmak üzere bir sürü garibeler gösterirdi. Kedilerin kuyruk sallayışından havalar hakkında kehanette bulunur, kuzu melemesinden komşularda lohusa bulunduğunu anlardı. Kalaydan altın, Alemdağı kömüründen elmas vücuda getirmek için yüz türlü alaşımlar icat eder, günlerce ocak başında kazan kaynatırdı. Evin küçüğü büyüğü, gördükleri rüyaları gözlerinin çapağını silmeden kendisine söylemeye mecbur idi. O, bütün bu rüyaları tabir için saatlerce didinir, ciltlerle kitap karıştırır ve binnetice rüya görenlerin her birini ya üç gün oruç tutmaya veya hamama gidip kırk tas su dökünmeye yahut on bin “Ya sabır!” çekmeye zorlardı.

      Karanfil Kalfa, her gün bir başka çeşidini gördüğü bu deliliklere yeni bir numara daha ilave edileceğine hükmetti. Sessizce odadan çıktı. Ancak, ev halkının toptan huzura davet olunmasını biraz garip ve sicim istenilmesini de biraz tehlikeli buluyordu. Bununla beraber ne hanımlara ne küçük beye düşüncesini belli etti; sadece efendisinin emrini bildirdi ve bir yumak sicim alıp kendisi de alelacele kalabalığa iltihak etti.

      Şimdi bütün ev halkı, odada toplanmış bulunuyordu. Başta evin hanımı Dürdane Hanım, yanında kızı Nadire, onun ardında oğlu Nimetullah, daha arkada besleme Nevcivan, efendinin emirlerini bekliyorlardı. İki günden beri o evde dikiş diken Matmazel Aleksandra Diplaraku da kalabalığa uyarak sıraya katılmıştı.

      Nesimi Efendi, mebhas ül-kıhfın ölçü faslını ağır ağır bir kere daha gözden geçirdi ve kapı yanında mevki tutan Karanfil Kalfa’ya hitap etti:

      “Sicimi getir ve diz çök!”

      Zencinin yüzünde bir beyazlık belirdi, efendinin bu sicimle bir ameliye yapacağı yahut elini ayağını bağlayıp uzun bir zaman için kendisini kömürlüğe hapsedeceği vehmiyle titredi. Bununla beraber, endişesini içinde saklayarak yalancı bir tebessümle ilerledi, tecrübe meraklısı ihtiyarın önünde diz çöktü.

      Dürdane Hanım’la çocukları ve Rum kızı, büyük bir dikkatle efendinin hareketini takip ediyorlardı. O, vaziyetini bozmadan biraz eğildi, sicim yumağının uç tarafını Karanfil Kalfa’nın başına sardı, kendince gerekli olan haddi bu suretle tespit ettikten sonra terzi kıza döndü:

      “Makasını ver!”

      Aleksandra, şuh bir tebessümle cevap verdi:

      “Makas öbür odada. Emrederseniz getireyim.”

      Nesimi Efendi, fersiz gözlerini büze büze genç matmazeli süzdü:

      “Senin gibi kızlar…” dedi. “Makasını yanında taşımalı. Dem olur, ansızın ihtiyaç görülür. Haydi git, getir. Bir daha da yanından ayırma.”

      Terzi kız, kahkahasını zapt için dudaklarını goncalaştırdı, hemen odadan çıktı. Dönüşünde hem makas hem de bir mezura getirmişti.

      “Buyurun, ölçü için mezura ipten iyidir. Ne ölçecekseniz bir bakışta boyunu, enini anlarsınız.”

      Nesimi Efendi, takdirkârâne başını salladı:

      “Amelî şeysiniz vesselam. Kolayını bulmadığınız iş yok. İşte makasa da lüzum kalmadı.”

      Karanfil Kalfa’nın kafası bu sefer mezura ile ölçüldü ve bulunan rakamlar, gene Aleksandra’nın delaletiyle okunarak bir tarafa yazıldı.

      Sıra, Nevcivan’ındı. Üvey ana yumruğundan kurtulmak için el evine atılan bu köylü kız bahtının çirkinliğini yüz güzelliğiyle telafi edebilen dilber hizmetçilerdendi. Gözlerinden neşe, yanaklarından sıhhat ve bütün vücudundan oynaklık fışkırıyordu. Henüz elleri nasırlanmamış, topukları dilimlenmemişti. Önünden kirli önlüğü alınsa saçları temizlenip taransa biraz itinalıca giydirilse pek alımlı bir kız olacaktı. Bakımsızlık, onun taşıdığı güzellik cevherine hüzünlü bir toz tabakası örtüyor gibiydi.

      Nesimi Efendi, henüz on yedi yaşında bulunan bu köy güzeline öpücü bir bakışla bakmayı müteakip ciddileşti ve mezurayı onun da başında çevirdi. Matmazel Aleksandra şeridin gösterdiği rakamı, mühim bir şifre hallediyormuş gibi çalımla okudu:

      “48!”

      Efendi, kurşun kalemde bu rakamı da, mebhas ül-kıhfın kenarına yazdı ve oğlunu çağırdı:

      “Gel bakalım Nimetullah!”

      Henüz yirmi beş yaşında bulunmasına rağmen üç seneden beri sakal bırakmış olan evin küçük beyi, besleme Nevcivan’ın sıcak dizine dizlerini yapıştırdı, başının ölçüsünü aldırdı.

      Nadire Hanım davet beklemeden koştu, babasının önüne oturdu. O, otuz yaşında çirkinler çirkini bir mahluk idi. Gözlerinde kertenkele bakışı, yanaklarında matem solgunluğu, dudaklarında hazan pejmürdeliği yaşıyordu. Güldükçe iskeletlerin sırıtışını, konuştukça bir alay cırcır böceği zırıltısını hatırlatıyordu. Nesimi Efendi, beşeriyete hediye ettiği bu çirkin yadigâra merhametle karışık bir ızdırapla baktı ve mezurayı onun da kayık biçimi kafasına geçirdi.

      Kafanın biçimsizliği hesapta yanlışlık yapılmasına sebebiyet vereceği için itina göstermek lazımdı. Bu sebeple efendi, bağdaş kurmaktan vazgeçerek diz üstüne gelmişti ve mezurayı Nadire’nin önü de arkası da çıkık olan kafasına iyice yapıştırmak, kafanın yüz ölçümünü bihakkın10 tespit etmek istiyordu. O, bu işle uğraşırken çirkin kızın soğuk mavi gözleri ansızın sedire ilişti ve kendi namına yazılı olan zarfı gördü.

      Posta ile geldiği üzerindeki puldan anlaşılan bir mektup, “Nadire Hanımefendi Hazretlerine” ibaresiyle kendisine hürmetkârane, tazimkârane, tebcilkârane hitap eden bir mektup? Çirkin kızın zihni altüst olmuştu. Mucizeli bir el sanki gözlerini güzelleştirmiş, yanaklarına renk vermiş, dudaklarını nazikleştirmiş, kemiklerine yumuşak ve dolgun bir deri geçirmiş gibi haz ve hayret içinde idi. Yüreğinde helecanlar, göğsünde kabarışlar duyuyordu.

      Terzi kızın “66!” demesini müteakip babasının, “Haydi kalk. Sıra bizim hanımın!” diye bağırdığını işitmemişti. Minimini gözleri, mahut zarfın üstünde sabitleştiği hâlde diz üstü oturup duruyordu. Nesimi Efendi, çirkin kızın tuhaf bir değişiklik içinde alık alık bakmadığını, sık sık soluduğunu görünce haykırdı:

      “Ne oluyorsun be, güzellik müsabakasına girdiğini mi sanıyorsun? Korkma, seni öyle sıkıntılı imtihanlara sokmam, senin numaranı eben alnına yazmış. Ne silinir ne aşınır. Haydi sallanma da ayağa kalk.”

      Kızından farkı, yirmi beş yaş büyük olmaktan ibaret bulunan Dür-dane Hanım, dişsiz ağzında karanlık bir tebessüm, tecrübe mevkisine dizlerini koyarken Nadire, mahir bir hareketle sedire yanaştı ve bir “kleptoman” zaruretiyle âdeta gayrimeşru bir el uzunluğu ile zarfı aldı. Nesimi Efendi, karısının başını ölçmekle; terzi kız, numarayı okumaya hazırlanmakla; Nimetullah ile Karanfil, efendinin gülünç ölçülüsüne bakmakla meşgul oldukları için bu hırsızlığın farkında olmamışlardı. Yalnız Nevcivan, neşeli gözlerde hadiseyi görmüş ve hafifçe kaşlarını çatmıştı. Nadire’nin muvaffakiyeti bu gülüşle bittabi bozulmadı ve matmazel Aleksandra “43!” diye tebliğ vazifesini ifa ederken Süruri Bey’in küçük bir risaleye benzeyen mektubu, ait olduğu ele geçmiş bulunuyordu.

      Nesimi Efendi, mahut kitabın kenarına kaydettiği rakamları yüksek sesle tekrar ediyordu:

      “34, 48, 46, 66, 43!”

      Matmazel Aleksandra, cilveli cilveli kırıttı:

      “Efendim…”