için kolaydı. İki küçük tebessüm, minimini bir göz cilvesi, bu mühim maksadını temine kifayet ederdi.
Ne çare ki Nesimi Efendi kadın yüzünden gelebilecek her türlü sıkıntılara karşı artık sigortalı idi. Bütün dünya güzelleri bir yere gelse onun buz tutan yüreğine bir kıvılcım düşüremezlerdi.
Terzi kız, bu karışık düşüncelerle ve Nesimi Efendi hakkında beslemeye başladığı hınç ile ne yaptığını bilmiyordu. Büyük hanımın topuk döven çeşitten olması lazım gelen entarisini baldır açan şekilde biçmiş, Nimetullah Efendi’nin bedeninde bir kadın geceliği makaslamıştı.
Gerek o gerek diğer kadınlar, Nadire’nin aralarında bulunmadığını henüz anlamamışlardı. Sıra, şal hırkanın provasına gelince onun yokluğu gözlere çarptı ve hepsinin gözlerinde aynı sual parladı:
“Kız nerede?”
Nevcivan, hayli zamandan beri aralarından ayrılmış olan küçük hanımın babasından çaldığı mektubu okumaya gittiğini biliyordu. Fakat onun da içini kemiren kurtlar vardı. Mektup neydi, kimdendi, küçük hanımı neden alakadar etmişti ve bilhassa o, niçin hırsızlığa lüzum görmüştü? Güzel besleme de işte bu meçhulleri hal için kafasını yoruyordu.
Terzi Aleksandra’nın ihtarıyla Nadire’nin odada bulunmadığı anlaşıldıktan sonra Dürdane Hanım emir verdi:
“Nevcivan, koş, Nadire’ye bak. Vakitsiz uykuya mı daldı, ne oldu? Şayet uyumuşsa uyandır.”
Besleme odadan çıktı. Ayaklarından ses çıkarmamaya çalışarak yatak odasına, sandık odasına, misafir odasına, helaya ve her yere baktı, Nadire’yi bulamadı. Bu hâl, güzel beslemenin merakını büsbütün kımıldattığından çirkin kızın saklandığı yeri bulmak için evin üst katında bir duvara yaslandı, düşünceye daldı. Odalarda ve helada bulunmayan küçük hanım, dolaplara ve sandıklara saklanmamışsa evden çıkmış olması icap ederdi. Acaba, çalınan mektup böyle bir hadiseyi mi doğurmuştu?
Gerçi, komşulardan bir genç kızın, seviştiği delikanlıdan aldığı mektup üzerine bohçasını koltuklayıp evden kaçtığı, son günlerin en dağdağalı haberlerindendi. Fakat Nadire Hanım’ın evden kaçmaya hazır bulunduğu kabul edilse bile böyle bir davetname almasına imkân yoktu. Çirkinliği dillerde destan olan kalık kıza hangi bir erkek dönüp de bakar ve hele mektup yazardı?
Nevcivan, bir aralık, küçük hanımın kendisini kuyuya atmış olması ihtimalini düşündü. Çalınan mektubun acı bir haber getirmiş, Nadire’nin evlenme ümidini tamamen öldürmüş olması, onun da yeise düşerek canına kıyması mümkündü. Lakin bu ihtimal üzerinde de durmadı. Görenleri iğrendirecek kadar çirkin olmasına rağmen Nadire’nin kendisinde bazı güzellikler tevehhüm ettiği ve o vehmini kimseye kabul ettiremediğini sezince de, ‘Yüz güzelliği kalay gibidir, bir gün olur silinir, altından kızıl zehir çıkar. Asıl güzellik yürek güzelliği!’ diye kırıttığını biliyordu. Böyle düşünen bir kız, kolay kolay kuyuya atılmazdı. O hâlde neredeydi?
Besleme Nevcivan, bu müşkülü hal için derin derin düşünürken kulağına bir ses, yakından gelen bir inilti çarptı. Tavan arasından sızan bu acıklı seda, boğazı sıkılan bir kedinin ızdıraplı miyavlamasını andırıyordu. Fakat Nadire Hanım’ın sesine de pek benziyordu.
Nevcivan kulağını kabarttı ve ikinci bir inleyiş üzerine mırıldandı:
“Sansar gibi tavan arasına girmiş, gamlı gamlı ağlıyor. Bu işte büyük bir sır var!”
Ve hemen merdiveni tırmandı, orta boylu bir adamın emeklemeksizin yürüyemeyeceği kadar dar ve o nispette de kirli olan tavan arasına çıktı. Nadire, o daracık yerin biricik penceresi önünde tozlu tahtalar üzerine çömelmiş, başını ellerinin içine almış, ağlamaya koyulmuştu. Çaldığı zarfın içindeki kâğıtlar darmadağın, kucağında duruyordu. Ara sıra onlardan birini alıyor, ötesine berisine bakıyor ve müteakiben iniltili ağlamasını tazeliyordu.
Nevcivan bir müddet bu manzarayı seyrettikten sonra seslendi:
“Küçük hanım, anneniz sizi istiyor!”
Nadire vaziyetini bozmadı, gözyaşlarını silmedi, kâğıtlarını toplamadı, çirkin çehresini büsbütün berbatlaştıran tuhaf bir kişilikle beslemeye baktı ve birdenbire tüyler ürpertici bir çığlık kopardı:
“Nevcivan, gül yüzlü Nevcivan! Gel de beraber ağlaşalım.”
Genç kız, elleri dizlerine yapışık bir hâlde, küçük hanımın başı ucuna kadar sürüklendi:
“Nedir efendim!” dedi. “Ne oldu, böyle izbe yerlerde farelerle baş başa verip de ağlamanızın sebebi ne?”
“Ben ağlamayayım da kim ağlasın kız? Beni sevenler, boyuma bosuma vurulanlar, adımı ana ana inleyenler, hasretimden yüzleri limona dönenler varmış da haberim yok. Aslan gibi delikanlıların, kaleminden kan damlayan altın bilezikli kâtiplerin kanına girmişim de taş olası yüreğimde sızı bile duymuyorum. Ana kuzuları benim yüzümden verem döşeklerine düşüyor da ben burada salına salına geziyorum. Bu fenalıkların hesabı benden sorulmaz mı, uğrumda çekilen ahlar ayağıma dolaşmaz mı?”
Nevcivan, bu deli saçmaları, bu gülünç söyleniş karşısında alıklaştı:
“Bayılıp ayılanlar, ölüp de dirilenler kim? Rüya mı görüyorsun küçük hanım?”
Nadire, umulmaz bir bahtiyarlığın akıttığı gözyaşlarını kolunun tesiriyle sildi, inleyen kelimelerin gürültüsü ile örtmek istediği sevincini daha fazla saklamaya lüzum görmedi, çelimsiz göğsünün kemiklerini çatırdatarak kâğıtları gösterdi:
“İşte bir tanesi bu!”
Nevcivan, anlamamış göründü:
“Bunlar kâğıt, hanımım!”
“Evet kâğıt fakat içinde hasta bir yürek yatıyor.”
“Kimin yüreği bu?”
“Süruri Bey’in!”
“Tanımadım.”
“Ben de tanımıyordum ama şimdi tanıdım. Çocukluğumuzu beraber geçirmişiz, birlikte kaydırak oynamışız gibi kendini ayan beyan tanıyorum.”
“Peki, bu adam size ne yazıyor?”
“Ne yazacak kız? ‘Ölüyorum, merhamet!’ diyor.”
“Bu koskoca kâğıt yığınının içinde başka söz yok mu?”
“Çok şey var ama hülasası bu! Zavallı delikanlı evirmiş çevirmiş, sözü oraya bağlamış.”
“Darılma küçük hanım, bir şey zihnimi bulandırıyor. Süruri Bey bu mektubu nasıl göndermiş? Kapıya mı bırakmış, pencereden mi atmış yoksa aranızda postacı mı var?”
“Orasını sonra anlatırım. Şimdi sen otur da Süruri’mizin; şey, Süruri Bey’in neler yazdığını dinle. Hangi vicdanlı kız bu acıklı sözlere dayanır?”
“Aman küçük hanım, namenin okunacak sırası değil. Anneniz sizi bekliyor. Bana söylediğinizi çocukluk edip onlara da söylerseniz evin içinde kızıl kıyametler kopar. Siz bu kâğıtları toplayıp bir tarafa saklayın, terzi işini savın, geceleyin fırsat bulup birleşiriz, Süruri Bey’i dinleriz!”
Nadire Hanım isteksiz isteksiz kâğıtları topladı, zarfa koydu.
“Haklısın Nevcivan.” dedi. “Annemi birdenbire huylandırmayalım. Bu zarf sende kalsın. Terzi gittikten sonra bana verirsin. Herhâlde senin dostluğuna muhtacım. Beni dertli günlerimde