Hüseyin Rahmi Gürpınar

İnsanlar Maymun muydu?


Скачать книгу

Ali Şeref, Tayfur’un suratına bir sağdan direkt iner. Belinin ortasına bir tekme, Lemiye’nin ikinci âşığı yeri öper, tekrar kalkar. Üçe karşı bir yenilir. Kendi cinsinden birkaçının saldırmasına uğrayan köpek gibi suratını buruşturur. Dişlerinin arasında: “Babayiğit isen teke tek vuruşalım. Ben seni yine bir tenhada yakalar, aşık kemiğini yerinden oyarım.” tehdidiyle hırlayarak yan yan çekilir.

      Vahit bu dişi için hırlaşmanın, yüzünde ve elbisesinde birkaç izini taşıyarak döner. Annesi zeki kadın; olan biteni anlar. Tayfur’un ne hayta olduğunu bilir. Her zaman yumrukla, tokatla biten bu vuruşmaların bir gün kurşunla, bıçakla sona ermesinden korktuğundan tehlikeyi anlatmak acelesiyle hemen kocasının yanına koşar. Fakat feylesof orta zaman felsefesinin derinlerine dalmıştır.

      Kadın: “Efendi haberiniz var mı?”

      Feylesof şaşkın bir hareketle başını kitaptan kaldırarak: “Niçin haberim olmasın, Pozidonüyos’un fiziki, her şeyden önce bir dinamizmdir. Hayatın gelişmesi ve canlı mahlukların yavaş yavaş birbiriyle karışması üzerinde durur.”

      “Pozidonüyos kimdir bilmiyorum. Ölmüş ise Allah rahmet eylesin, iyi bir adam olmasa siz ondan söz açmazsınız.”

      “Pozidonüyos orta zaman feylesoflarındandır. İsa’dan tam yüz otuz yıl evvel Suriye’de doğmuştur. Stoisyendir ve Panetius’un talebelerindendir. Şu söz onundur derler: ‘Izdırap! Sen ne kadar canımı yakarsan yak, senin bir fenalık olduğunu hiçbir zaman söylemeyeceğim.’ ”

      “Ah efendi, darılmayınız ama bu da lakırtı mı sanki… Izdırabın fenalık olduğunu kabul etmemekle onun üzerimizdeki korkunç baskısı geçer mi hiç?”

      “Müride, sen kadınların en iyisisin, üstelik bir de feylesof karısısın.

      Ama stoisyen dayanıklılığın zevkine varabilecek kültür ve terbiyen yok. Her şeyi üstünkörü görmek, her şeye anlamadan cevap vermek kadınlığın akılca zayıf olmasındandır.”

      “Âlemin terbiyesiyle uğraşacağınıza biraz da çocuklarınızınkine dikkat ve himmet etmiş olsaydınız şimdi böyle sokaklarda ötekiyle berikiyle yumruklaşmazlardı.”

      “Bir oğlan çocuk, kadın gibi çıtkırıldım büyümez, böyle yumruklaşa yumruklaşa erkek olur.”

      “Öyle ise siz hiç erkek değilsiniz, çünkü sizin kimse ile yumruklaştığınızı görmedim.”

      “Benim kuvvetim yumruğumda değil kafamdadır. Hem benim gençliğimde boksörlük bugünkü kadar geçer değildi, bunun için hiç idmanım yoktur. Altmışından sonra maç yapmaya kalkarsam belki akıl mahfazamı çatlatırlar. Yoksa acı çekmeye alışığım.”

      “Acı çekmeye alışıksanız, ağrılar sızılar bir fenalık değilse dayak yemesi bir zevk olacak. Niçin çekiniyorsunuz?”

      “Evet dayak yemesi bir spordur, bir zevktir, fakat bu zevkin tadına idmanla varılır.”

      “Öyle ise ne duruyoruz? Birbirimizi dövelim. Hele sizi pataklamak için hazırlanmış eller çoktur.”

      Gülüştüler.

      Feylesof: “Biliyor musun hanım, bazı dinlerde vücuda, nefse eza, cefa hatta işkence ibadet sayılır. Eyüp Aleyhisselam’ın hikâyesini işitmedin mi? Vücudu cılk yara imiş; kurtlanırmış, yere düşen böcekleri alır yine vücuduna kormuş.”

      “Efendi böyle bir hikâye var ama kim bilir yalan mı, doğru mu?”

      “İş hikâyenin yalan veya doğru olmasında değildir. Stoisyenliğin peygamberlerde olduğunun söylenmesindedir.”

      “Kurtlu peygamber…”

      “Ya ne sandın. Haydi yeriyle söylemeyeyim, belki güce gider. Bazı memleketlerde miskin illeti, kellik ahiret için büyük sevap sayılır. Bu sevabı kazanmak için bu hastalığa tutulmuş olanlar iyileşmek istemezler. İlaçtan kaçarlar.”

      Müride Hanım ev idaresi ve çocuklar için ne zaman bir çare aramak, dertleşmek, fikir sormak için gelse konuşma böyle çığırından çıkar, başka yollara sapıtır.

      22

      Feylesof ailesinin etrafa yayılmış olan maymun soyluluğuna bir de şeytanlık katılması, fena şöhretlerini büsbütün artırmıştır. Şimdi herkes onlardan sahici şeytandan kaçar gibi kaçıyordu.

      Vahit’in manifaturacı Hurşit Efendi’nin kızı Lemiye’ye, İsneyn’in de İzzet Bey’in torunu Güzide’ye yandığı mahallece pek gizli kalmış şeylerden değildi. Bu dedikodu ile kulakları çınlayan kız ailelerini telaş aldı. Çocuklar üstüne baskıyı artırdılar.

      Lemiye, Sultanahmet’te bir terzi evine çırak verilmişti. Ancak tramvay ve ekmek peynir parasına yetişebilecek az bir para ile oraya gidip geliyordu. Orta çapta vücuduyla, solgun yüzü, tatlıca şehla ela gözüyle alımlı görünür, sanatı icabı iyi giyinirdi.

      Sabahları baba ile kız evden çıkarlar, Şehzadebaşı’ndaki manifaturacı dükkânına kadar beraber giderler. Orada Hurşit Efendi kızını kendi gözü önünde tramvaya bindirir, işine gönderirdi. Gösterdikleri her türlü dikkate karşı çıkan dedikodulardan ana babanın yüreklerine kurt düşmüştü.

      Bir gün Hurşit Efendi karısına sordu:

      “Emin ne dersin? Bu dedikoduların aslı var mı?”

      “Hiç ummam efendi…”

      “Büsbütün boş yere de böyle lakırtı çıkar mı?”

      “Çeneler boş durur mu? Âlemin ağzına çiğnemek için bir sakız lazım…”

      “İçim bir türlü rahat etmiyor. Kızı karşımıza çağıralım, soralım. Bakalım ne hâl alacak…”

      Bir gün Lemiye, ana babadan kurulmuş bu sorgu mahkemesinin önüne çağrıldı. Kız bu çağrılmanın neden olduğunu biliyordu ama tamamıyla bilmezlikten gelme tavrını almaya karar vermişti.

      Baba sorguya geçerek:

      “Kızım senin üzerine birtakım dedikodular dönüyor.”

      Solgun yüzünde bir pembelik dalgalanan Lemiye:

      “Ne gibi efendim?”

      “Hiçbir şeyden haberin yok mu?”

      “Hayır…”

      “Biz senin iffetinden tamamıyla eminiz. Fakat ana baba yüreklerimiz rahat edemiyor, senden bazı şeyler soracağız.”

      Bu iffet sözü evvelden her kızın iyi hâlini anlatmada kullanılan birinci şart, bir sıfat iken sonraları kuvvetini yarı yarıya kaybetmiş bir söz hâlini almıştı. Lemiye, serbest münasebetleri romanlarda okuyor, sinemalarda görüyordu. Hele terzihanede beraber çalıştıkları akranlarının içinde bir sevgilinin derdini çekmeyen bir kız yok gibi idi. Hemen hepsi çantalarında, koyunlarında uzun kısa yanık satırlar, irili ufaklı fotoğraflar taşıyorlardı. Akşam dağılmalarında çoğunun yollarını bekleyenler vardı.

      Baba ile kızın iffet sözünden anladıkları şey bambaşkadır. Bunda geçen asırla bu asrın düşünce ayrılıkları çarpışıyor. Ama ne yapsın ki Lemiye şimdilik babasına iffete kendi anlayışına göre değil, onun anladığı eski yolda görünmek zorundadır. Bu çok güç bir şeydi. Babasını bu eskimiş düşüncelerinde haksız ve kendini bu yasak sevdada haklı görüyordu.

      Zengin olmayan aile kızlarına koca çıkmayacağı acı fakat açık bir gerçek iken Vahit ona evlenme sözü veriyordu. Lemiye, babasının bu yanlış düşüncelerine kurban olup da çok sevdiği bu delikanlı ile evlenme fırsatını niçin kaçırsın? Her kız babasının