Ахмет Мидхат

Rikalda yahut Amerika'da Vahşet Âlemi


Скачать книгу

ise de yeni yaptıkları silahlarda o sanatlı maharet gözükmez. Bıçak, balta, kılıç ve demirden olan bu eski okları, yayları ve mızrak gibi şeyleri nazarlarında gayet kıymetlidirler. Yeni imal ettikleri yay ve kargıları demirden ziyade bir çeşit sert ağaçtan yaparlar ki bu da demiri işlemenin kendileri için çok zor olmasındandır.

      İşte ikametgâhlarından mabetlerine doğru bir de kesilecek kurban ile beraber geldiklerini gördüğümüz kabile halkının kısaca hâlleri şundan ibaretti. Zikredilen kabile ile bu kadarcık bir tanışma olduktan sonra haber verebiliriz ki bunlardan Maradangal altmış yaşını geçmiş ve derisi buruşmaya başlamış bir ihtiyar olduğu gibi Fardiç de elli yaşında, bünyesi kuvvetli bir âfitâb-zâdedir. Karısı Kadagoz kırk beşlik, gayet sert ve vahşi bir kraliçedir. Oğlu Rikalda henüz yirmi dört, yirmi beş yaşında bir genç ise de o kadar sert yüzlü, kötü huylu, sessiz, haşin bir adamdır ki şiddetinden anası babası bile daima ondan ürkerler. Rikalda’nın karısı Aralda kendisinden bir iki yaş daha büyüktü. Kayınvalidesi, Kadagoz gibi ters suratlı, hırçın tabiatlı değilse de kabilesi halkının bu kadına isnat ettikleri güzellikler de bizce asla kabul edilemez. Bizce kayınvalidesiyle gelin arasındaki fark Aralda’nın biraz daha güleç olmasından ve yüzünün derisi bir parça daha ince bulunmasından ibarettir. Yoksa kendi eski dünyamızın kadınlarının cemalini karşılaştırma için öteden beri dikkatimizi çekmiş olan cazibeler, şanlar bu mahluklarda görülemez ki karşılaştırılması ve denk sayılması mümkün olabilsin. Aralda vahşiler hükmünce güzel bir kadınmış derlerse de, sözünü kısa kesiveririz.

      Bakılsa bu kabile halkı içinde nazarıdikkati en çok çeken ve yönetmede konusunda da Fardiç’ten fazla layık görülen adam Moşamol olmalıdır. Bu adam elli, elli beş yaşlarındadır. Hatta elbisesini diğerleri gibi çarşafa bürünürcesine tanzim etmez. Bunları pantolona epeyce yakın bir biçime sokmuş olduğu gibi üzerine de bizim taraflardaki Avrupalılaşanların ceketlerine yakın bir biçim vermiştir. Ama onun altında hiçbir şey olmayıp çıplak derisi üzerine giyivermiştir. Başına bir çeşit kamıştan örülmüş sepet ile şapka arasında bir serpuş koymuştur. Bu kıyafetle Moşamol gayet gülünç bir hâl almışsa da bu hüküm işin bize göresidir. Missouri Nehri vadisinde kıyafetlerin en muntazamı bu addolunduğundan Moşamol’a gülenler değil gıpta edenler daha çoktur. Reis âfitâb-zâde Fardiç bile kibrine yedirmiş olsa kendi büründüğü çarşafı bu biçime sokmasını Moşamol’dan rica ederdi. O, Moşamol’un kıyafetine göz dikmiş olmayı nefsine yediremediği için böyle bir iltimasta bulunmamıştır.

      Moşamol yalnız kıyafeti dolayısıyla vahşiler arasında dikkat çekmemiştir. Yüzündeki o nazikçe olan tebessümleri, sözlerindeki yumuşakça olan telaffuzları ve sesindeki mütevazı olan nağmeleriyle de dikkat çekmektedir. İnsan bunun söylediği vahşice sözleri de dinleyecek olsa Anadolu’nun en kaba Osmanlıcasına nispetle İstanbul’un en nazikâne Osmanlıcasında bulunan letafete yakın bir fark bulur. Hatta bu fark ve Moşamol’un diğer hâlleri vahşiler nezdinde de takdir edilmiş bulunduğundan, herkes Moşamol’a, Fardiç ve Maradangal’dan sonra ikinci reis gözüyle bakarak mertebesini Rikalda ile aynı tutmuştur.

      Şimdi ibadetgâha gelen Aztek kabilesiyle tanışıklığımız gereği gibi ileriye götürdük ya! Artık bunlar hakkında muhtaç olduğumuz bilgi vesaire ayrıntılardan vazgeçelim de şu ellerinde bulunan esiri, mabut Huyi Çilopoştli’ye nasıl kurban ettiklerini görelim. Zira bu kabile nezdinde zihnen vuku bulacak ikametimiz esnasında daha sair pek çok acayip ve garip hâllerini gözleme çok vakit bulacağız.

      4

      Yeşil yapraklı ağaç dallarından mamul tabutu oraya geldikleri zaman yere indirmiş bulunan vahşiler kendileri de çimenler üzerine uzanarak bir hayli istirahat ettikten sonra bu gibi dinî konularda yetkili olan Maradangal tarafından verilen işaret üzerine cümlesi birden ayağa kalkarak öncelikle esiri tabuttan çıkardılar. Bu adam Patariçar denilen kabilenin reisiydi ki sonradan Fardiçarların hücumuyla mağlup olarak bunlara esir olmuştu. Buralarda her kabile kendi reislerinin namlarına mensuben yâd olunurlar. Zaten bunların Asya taraflarından ve Asya’nın da Tataristan içlerine doğru olan yerlerden gelmiş bulundukları lisan incelemelerinden anlaşılmıştır. Böyle her kabilenin kendi reisleri namıyla yâd olunması da asıl ataları olan Asya’dan kendilerine miras kalmıştır. Hazreti Osman bin Ertuğrul’a mensup olanlara Osmanlı; Cengiz’e mensup olanlara Cengizli denildiği gibi Missouri Nehri sahillerindeki vahşi Azteklerden Reis Fardiç’e mensup olanlara da Fardiçar ve Reis Patariç’e mensup olanlara da Patariçar adı verirler. Yani her kabileyi böyle reisinin adıyla yâd ederler. Hatta bazı kere reislerin değişmesi esnasında kabilenin adı da değişmiş olur.

      Esiri tabutundan çıkardıktan sonra on iki kadın çift çift ayrılıp her biri birer elleriyle yekdiğerini bileklerinden tuttular ve bu suretle bir sıraya dizilerek esiri bunların bilekleri üzerine oturttular ki altı çift kadın boylu boyuna esirin altından kollarını dolaştırıp herifi kaldırmaya yeterli geldiler.

      Bu suretle kol üzerine alınan esiri Huyi Çilopoştli heykelinin etrafında hususi bir törenle dolaştırmaya başladılar ki cemaatin tamamı kendilerine mahsus bir nağmeyle bir güfteyi teganni ediyorlardı. Bu güfteye “manzum” demek için yalnız hecelerinin farklılığında bir düzensizlik vardı. Ona da bir diyeceğimiz yoktur. Kafiyeden de uzaktır. Bestesinin de gereğinden dolayı beş mısra oluşması gereken malum güfte nazım olarak tercüme edilmek gerekirse:

      Mabudumuz kan istemiş

      Layıktı kurban istemiş

      Bir muteber can istemiş

      İcra için biz emrini

      Bak işte bulduk birini

      demek gerekir. Bunların müzik aletleri toplam dört sesten oluşur ki bu sesler arasında bizim mızıkaların nağmelerini, ses akustiğini bulmak, yani seslerin en pesini, mesela “sol” farz edilecek olsa diğer üçünü “la”, “si” ve “do” saymak mümkün olmadığı gibi bu seslerin bemollerini ve diyezlerini uygulamak da mümkün olamaz. İnsanların tayin etmiş olduğu nağmeler fizik fenninin akustik şubesi tarafından öyle ince bir surette düzenlenmiştir ki aralarındaki sesler biraz artıp eksilecek, yani zikredilen nağmeler biraz tizleşip pesleşecek olsa kulaklara derhâl kötü etki eder ve sesin bozulduğu hemen anlaşılır. Azteklerin dört perdelerinin dördü de birbirine nispetle ve bizim sazlarımıza göre basit olduklarından şu güfteyi okudukları beste bizim notalarımızla yazılamayacağı gibi sazlarımızla da çalınması mümkün olamaz. Meğerki onların basit seslerini verebilecek hususi surette bir saz icat edile…

      Aztekler bu güftenin bestesini gerek güftenin manasından ve gerek tahsis edildiği ayinin oluşturacağı dehşete uygun bir şekilde tertip etmişlerdi. Öyle bir suret ki güfte okunduğu zaman insanın gözü önünde bir mezbaha ve onun üzerinde kesilecek bir esir bulunmasa bile bu mızıkanın iç kanatıcı bir mızıka olduğunu insan ruhu hemen hissedebilirdi.

      Biçare esir, tören ile Huyi Çilopoştli putu etrafında dolaştırıldıktan sonra getirilip büyük bir uyum ve nezaketle mezbaha taşı üzerine konuldu. O zaman Zak Maradangal zikrettiğimiz güfteyi bir kere de yalnız kendi bestesiyle okuduktan sonra etrafında halka teşkil eden cemaate hitaben hususi ve dinî bir tavırla dedi ki:

      “Aztekler! Ey şanlı Fardiçarlar! Kan isteyen mabudumuza öyle liyakatli bir kurban bulduk ki Huyi Çilopoştli ne kadar gazaplanmış olsa, gökten ateşler yağdırıp hepimizi yok edecek derecelerde bize dargın bulunsa bu kurbanın takdiminden dolayı gazabı derhâl neşeye dönüşmüş olarak bizi hemen lütuflarına boğacaktır. Zira kurbanımız da bir âfitâb-zâdedir ki, dünya dünya olalı mabuda hiç bu kadar muteber bir kurban kesilmemiştir. Bu kurbanı ele geçirmek için kabilemizden tam dokuz adamımız helak oldu.

      Maradangal’ın bu dokuz adamın öldürülmesini