bir araya gelmesi yasası uyarınca bu hareketin ve savaşın binlerce küçük nedeni ortaya çıktı ve bu olayla aynı zamanda kendini gösterdi: Kıta ablukasına uyulmaması suçlamaları, Oldenburg Dukası, silahlı barışı gerçekleştirmek için orduların Prusya’ya girişi (amacın sadece bu olduğuna inanıyordu Napolyon), Fransa İmparatoru’nun, halkının eğilimlerine denk düşen savaş aşkı ve alışkanlığı, büyük hazırlıkların doğurduğu coşkunluk, bunların yol açtığı masraflar ve bunları karşılayacak avantajların sağlanması zorunluluğu, Dresden’deki baş döndürücü tazim gösterileri, çağdaşların inancına göre içten gelen bir barış isteğiyle yürütülmüş olan ama iki tarafın da onurunu zedelemekten başka sonuç vermeyen diplomatik görüşmeler ve bu olayın ortaya çıkmasına katkıda bulunan milyonlarca başka neden, onunla aynı zamanda kendini gösterdi.
Bir elma olgunlaşıp düşünce bu düşüşün nedeni nedir? Ağırlığının elmayı yere doğru çekmesi, sapının kuruması, güneşin yakması, çok ağırlaşmış olması, rüzgârın etkisi ya da dibinde duran çocuğun onu yemek istemesi midir?
Neden, bunların hiçbiri değildir. Burada söz konusu olan; her hayati, organik, temel olayın gerçekleşmesine yol açan şartların bir araya gelmesidir sadece. Ve hücre dokusunun çürümesinden ötürü elmanın düştüğünü söyleyen botanik bilgini, elma ağacının altında duran ve elmayı yemek istediği ve bunu Tanrı’dan dilediği için meyvenin düştüğünü söyleyen çocuk kadar haklıdır. Napolyon’un istediği için Moskova üzerine yürüdüğünü ve Aleksandr’ın istediği için orada mahvolduğunu söyleyen kimse de milyonlarca ton ağırlığı olan ve altı kazılmış bir dağın, son işçinin vurduğu son kazma darbesiyle yıkıldığını söyleyen kimse kadar haklı ya da haksızdır. Büyük dediğimiz adamlar, tarihî olaylarda, bu olaylara adlarını veren birer yaftadır sadece ve tıpkı yaftalar gibi olayla pek az bir ilgileri vardır.
Kendilerine özgür görünen hareketlerin her biri, tarihî anlamda irade dışıdır; tarihin genel gidişatına bağlıdır ve ezelden beri belirlenmiştir.
II
Napolyon; prenslerin, dukaların, kralların ve hatta bir imparatorun oluşturduğu bir saray halkıyla çevrili olarak üç hafta geçirdiği Dresden’den 29 Mayıs’ta ayrıldı. Yola çıkmadan önce hoşnut kaldığı prenslere, krallara ve İmparator’a iltifat etti; kızdığı kralları ve prensleri de haşladı, Avusturya İmparatoriçesi’ne kendi inci ve elmaslarından, yani başka krallardan aldığı inci ve elmaslardan armağan etti ve İmparatoriçe Marié-Louise’i şefkatle kucakladı ve tarihçisinin yazdığına göre Marié-Louise’i (Paris’te bir başka eşi olmasına rağmen bu da eşi olarak kabul ediliyordu.) dayanamayacak gibi göründüğü bir ayrılık acısıyla baş başa bıraktı. Diplomatların, barışı koruma konusunda umutsuzluğa düşmemiş olmalarına ve bu yönde büyük çaba harcamalarına, İmparator Napolyon’un, Aleksandr’a bir kişisel mektup göndererek ona “Sayın Kardeşim” diye hitap etmesine, savaşı içtenlikle istemediği konusunda şüphelerini gidermesine, kendisini her zaman sevip sayacağını belirtmesine rağmen aynı Napolyon; Rusya’ya doğru yola çıkmıştı ve her konakta, birliklerin batıdan doğuya hareketini hızlandırmaktan başka amacı olmayan yeni buyruklar veriyordu. Çevresinde genç hizmet subayları, yaverler ve muhafız birliği olduğu hâlde; altı atın çektiği bir uzun yol arabasıyla Posen, Thorn, Danzig, Königsberg ana yolunda ilerliyordu. Bu kentlerin hepsinde, binlerce insan, coşku ve korku içinde karşılıyordu onu.
Ordu, batıdan doğuya ilerliyordu ve Napolyon her konakta değiştirilen altı atlı arabayla aynı yönde gidiyordu. 10 Haziran’da orduya yetişti ve geceyi Vilkoviski Ormanı’nda, bir Leh kontunun malikânesinde, kendisi için hazırlanmış dairede geçirdi.
Ertesi gün orduyu geride bırakarak arabayla Niemen’e vardı ve bir geçit yeri tespit etmek üzere Leh üniforması giyerek ırmağın kıyısına gitti.
Öteki kıyıda kazakları ve derinlerinde, Büyük İskender’in istila ettiği İskitlerin başkentine benzeyen Moskova’nın, kutsal kentin bulunduğu stepleri gören Napolyon; büyük bir şaşkınlık yaratarak ve bütün stratejik, diplomatik sorunları hiçe sayarak ileri yürüyüş emri verdi ve ertesi gün birlikler Niemen’i geçti.
12 Haziran günü erken saatte Niemen’in sarp sol kıyısında o gün kurulmuş olan çadırından çıktı ve ırmak üzerinde kurulmuş üç köprüye yönelmek için Vilkoviski Ormanı’ndan dalgalar hâlinde çıkan birliklerini bir dürbünle seyretti. Askerler, İmparator’un orada olduğunu biliyorlar ve gözleriyle arıyorlardı onu; tepede, çadırın önünde, yanındakilerden ayrı duran redingotlu ve şapkalı silüetini görünce başlıklarını havaya fırlatarak “Vive l’Empereur!”4 diye haykırıyorlar; sonra, birbirleri peşinden sonsuz bir dizi oluşturarak oraya kadar kendilerini gözden saklayan ormandan dışarı atıyorlar ve kümelere ayrılarak üç köprüden öteki kıyıya geçiyorlardı.
Genç, ihtiyar, her mizaçtan ve toplumsal tabakadan insanlar:
“On fera du ehemin cette foisci. Oh! quand il s’en mêle luimême, ça chauffe… Nom de Dieu!.. Le voilà… Vive l’Empereur!.. Nous voilà dans les steppes de l’Asie! Vilain pays tout de même. Au revoir, Beauché, je te réserve le plus beau palais de Moscou. Au revoir! Bonne chance… L’astu vu, l’Empereur? Vive l’Empereur… pereur! Si on me fait gouverneur aux Indes, Gérard, je te fais ministre du Cachemire, c’est arrêté. Vive l’Empereur! Vive! vive! vive! Les gredins de cosaques, commes ils filent. Vive l’Empereur! Le voilà! Le voistu? Je l’ai vu deux fois comme je te vois. Le petit caporal!.. Je l’ai vu donner, la croix à l’un des vieux… Vive l’Empereur!..”5 deyip duruyorlardı. Bütün bu insanların yüzünde, çoktandır beklenen seferin başlamasından doğan aynı neşe ve tepenin üzerinde ayakta duran redingotlu adam için duyulan aynı coşku ve bağlılık okunuyordu.
13 Haziran’da, kendisine safkan bir Arap atı getirilen Napolyon, ata binip Niemen köprülerinden birine doğru dörtnala uzaklaştı. Adamların coşkulu sesleri sürekli olarak kulaklarını dolduruyordu ve bunların kendisine duydukları sevgiyi dile getirmelerini yasaklamak imkânsız olduğu için sesini çıkarmıyor gibi görünüyordu. Ama her yerde karşılaştığı bu alkışlar içini sıkıyor ve orduya katıldığından beri aklından çıkmayan askerî sorunlardan başka yöne çeviriyordu düşüncelerini. Kayıklar üzerinde sallanan köprülerin birinden öteki kıyıya geçti, birden sola döndü ve atını Kovno yönünde dörtnala kaldırdı. Mutluluktan çılgına dönmüş muhafız atlı avcı askerleri, önünden giderek birlikler arasından yol açıyordu ona. Geniş Vilno Irmağı’na varınca orada yer almış olan Leh Uhlan Alayı’nın yanında durdu.
Lehler, onu görmek için sıralarını bozarak ve itişerek aynı coşkuyla “Yaşasın!” diye haykırdılar. Napolyon; ırmağı inceledi, atından indi ve kıyıdaki bir ağaç kütüğünün üzerine oturdu. Bir işareti üzerine, tek borulu uzun bir dürbün getirdiler; dürbünü, büyük bir mutluluk içinde koşup gelen genç bir hizmet askerinin omuzuna dayadı ve öteki kıyıyı inceledi. Sonra, ağaç kütükleri arasına yayılmış haritaya daldı.
Biraz sonra, başını kaldırmadan bir şeyler söyledi ve iki yaver, atlarını Leh Uhlanlarına doğru dörtnala sürdüler.
Yaverlerden biri Uhlanların yanına varınca askerler, “Ne oldu? Ne dedi?” diye sormaya başladılar.
Bir geçit bulma ve öteki kıyıya geçme emri verilmişti. Pembe yüzlü bir ihtiyarcık olan ve heyecandan ne dediğini bilmeyen Uhlanların albayı, bir geçit aramadan at sürüp askerleriyle ırmağı yüzerek geçme izninin verilip verilmeyeceğini sordu yavere. Ata binme izni isteyen bir oğlan çocuğu gibi reddedilme korkusunun bütün izleri