malikânesine -Smolensk ana yolundan üç verst uzakta olduğu için yolunun üzerinde olan Lisi Gori’ye-uğradı. Son üç yıl içinde hayatında o kadar büyük değişiklikler olmuş, o kadar çok şey düşünmüş, yaşamış ve görmüştü ki (Batıya da doğuya da gitmişti.) Lisi Gori’ye gelip de en küçük ayrıntısına kadar her şeyi aynı durumda bulunca değişmeyen bu hayat akışı onu çok şaşırttı. Ağaçlıklı yolda ilerleyip taş avlu kapısından geçerken uykuya dalmış sihirli bir şatodan içeri giriyordu sanki. Evde aynı saygınlık, aynı titizlik, aynı sessizlik hüküm sürüyordu; aynı eşyalar, aynı duvarlar, aynı gürültüler, aynı koku ve biraz yaşlanmış ama yine de korku dolu aynı yüzlerdi bunlar. Prenses Mariya, hayatının en güzel yıllarını boşuna ve neşesiz geçirerek korku ve manevi acılar içinde yaşlanan aynı çekingen ve çirkin genç kızdı. Matmazel Bourienne; kendisinden hoşnut, en neşeli umutlarla dolu ve hayatın her anının tadını çıkaran aynı cilveli kızdı. Prens Andrey onu, biraz daha kendinden emin bulmuştu yalnızca; İsviçre’den getirdiği Eğitmen Desalles, Rus biçimi bir redingot giymişti ve Rusçanın kafasını gözünü yararak hizmetkârlara bir şeyler söylüyordu ama aynı dar kafalı, okumuş, erdemli ve ukala eğitmendi.
İhtiyar Prens’te göze çarpan biricik bedenî değişiklik, ağzının kenarındaki bir dişin eksilmiş olmasıydı manevi bakımdan her zamanki gibiydi; yalnızca dünyada olup bitenlere karşı biraz daha öfkeli ve şüpheli olmuştu belki. Sadece Nikoluşka büyümüş, değişmiş, yüzüne renk gelmiş, koyu renk saçları kıvrım kıvrım olmuştu; gülerken ve neşeli bir hâldeyken güzel ağzının üst dudağını, tıpkı Küçük Prenses gibi yukarı kaldırıyordu bilmeden. Yalnızca o; bu sihirli ve uykuya dalmış şatoda, değişmezlik yasasına uymuyordu. Dış görünüş bakımından her şeyin aynı kalmasına rağmen bu insanlar arasındaki yakın ilişkiler, Prens Andrey’in onları görmemesinden bu yana değişmişti. Evde yaşayanlar, yabancı ve düşman iki kampa bölünmüştü; Andrey burada olduğu için şimdi bir araya geliyorlar ve her zamanki hayatlarının dışına çıkıyorlardı. Kampların birinde İhtiyar Prens, Matmazel Bourienne ve kalfa; ötekinde Prenses Mariya, Desalles, Nikoluşka, bütün dadılar, sütanneler yer alıyordu.
Prens Andrey’in Lisi Gori’de bulunduğu sürece, hep birlikte yemek yediler ama hepsi de tedirgindi ve Andrey, kendisi için kural dışı davranılan bir konuk olduğunu, burada bulunuşunun herkesi rahatsız ettiğini hissediyordu. İlk gün, öğle yemeğinde, elinde olmadan bunu hisseden Andrey hiç susmadı; onun bu durumunu fark eden İhtiyar Prens de kasvetli bir sessizliğe gömüldü ve yemekten hemen sonra odasına çekildi. Akşamüstü Andrey yanına gelip de onun ilgisini uyandırmak için Genç Kont Kamenski’nin seferinden söz etmeye başlayınca İhtiyar Prens, durup dururken Prenses Mariya’dan laf açtı ve kör inançları, söylediğine göre kendisine bağlı biricik insan olan Matmazel Bourienne’e yakınlık duymaması dolayısıyla suçladı onu.
İhtiyar Prens, eğer hastaysa Prenses Mariya yüzünden böyle olduğunu; onun, kendisini bile bile üzdüğünü, kışkırttığını, şımartmaları ve saçma laflarıyla Küçük Prens Nikolay’ı bozduğunu söylüyordu.
İhtiyar Prens, hayatı pek tatsız olan kızına kendisinin azap çektirdiğini ama böyle yapmadan edemeyeceğini de biliyor; onun, bunu hak ettiğini düşünüyordu. Bütün bunları gören Prens Andrey, kız kardeşinden niçin söz etmiyor bana? diye düşünüyordu. Kızından, durup dururken uzaklaşan ve Fransız kızını kendine yaklaştıran bir vicdansız ya da ihtiyar bir bunak olduğumu düşünüyor? Anlamıyor durumu, anlatmak gerekiyor, dinlemeli beni… Ve kızının saçma mizacına katlanamayışının nedenlerini açıklamaya koyuldu.
“Bana sorarsanız.” dedi Prens Andrey, babasına bakmadan. Onu, ilk defa kabahatli buluyordu. “Bundan söz etmek istemiyordum ama sorarsanız, bütün bunlar konusunda düşündüklerimi açıkça söyleyeceğim. Maşa ile aranızda yanlış anlamalar ve uyuşmazlıklar varsa onu, bunlardan hiçbir zaman sorumlu tutamam. Sizi ne kadar çok sevdiğini ve saydığını bilirim. Bunu bana sorduğunuzda…” diye sinirlenerek devam etti Andrey. “Ancak şunu söyleyebilirim: Yanlış anlama varsa kabahat, kız kardeşimin yanında bulunmaması gereken o beş para etmez kadınındır.”
“Yanında bulunmaması gereken kim? Ha? Bakıyorum konuşmuşsunuz! Ha?”
“Efendim, yargılamak istemiyorum…” dedi Prens Andrey hırçın ve sert bir şekilde. “Ama bu sözü siz açtınız ve ben de Prenses Mariya’nın değil, bu Fransız kadının kabahatli olduğunu söyledim ve söyleyeceğim…”
“Demek yargıladın! Suçlu buldun beni ha!” dedi İhtiyar Prens alçak sesle.
Ve Prens Andrey onun utandığını sandı ama birden ayağa fırladı, haykırdı ihtiyar:
“Defol! Defol! Bir daha gözüm görmesin seni!..”
Prens Andrey hemen ayrılmak istedi ama Prenses Mariya, bir gün daha kalmasını rica etti. O gün, ortada görünmeyen Matmazel Bourienne ile Tihon’dan başka kimseyi yanına almayan ve gidip gitmediğini birçok kere soran babasını görmedi. Ertesi gün ayrılmadan önce Prens Andrey, oğlunun yanına gitti. Annesi gibi kıvırcık saçlı olan gürbüz oğlan, kucağına oturdu. Prens Andrey de Mavi Sakal masalını anlatmaya başladı ona ama bitirmeden düşüncelere daldı. Dizlerindeki bu güzel çocuğu, oğlunu değil; kendini düşünüyordu. Babasını sinirlendirmesinden ötürü pişmanlık duyup duymadığını anlamaya çalışıyor ama içinde böyle bir şey veya ondan ayrıldığı için bir esef duygusu bulamıyordu. (Hayatında ilk defa arası bozuluyordu onunla.) Daha da kötüsü, küçük çocuğu okşarken ve dizlerine alırken yeniden duyacağını umut ettiği eski sevgisini boş yere arayıp durmasıydı.
“E hadi anlat…” diyordu oğlu.
Prens Andrey, bir şey demeden dizlerinden indirdi onu ve odadan çıktı.
Günlük uğraşlarını bıraktıktan ve özellikle mutlu olduğu zamanlardaki yaşam şartlarına döndükten sonra Prens Andrey, daha önce olduğu kadar güçlü bir tiksinti duymuştu yaşamaya karşı ve bu anılardan kaçıp en kısa zamanda bir uğraş bulmak için acele ediyordu.
“Gerçekten gidiyor musun Andrey?” diye sordu kız kardeşi.
“İyi ki gidebiliyorum!” dedi Prens Andrey. “Senin de böyle yapamamana esef ediyorum.”
“Niçin böyle diyorsun?” diye haykırdı Prenses Mariya. “Bu korkunç savaşa katılmak için giderken ve onun bu kadar yaşlanmış olduğu bir zamanda, niçin şimdi söylüyorsun bunu? Matmazel Bourienne, seni sorduğunu söyledi.”
Bu konuya değinir değinmez Prenses’in dudakları titredi ve gözlerinden yaşlar boşandı. Olduğu yerde dönüp odayı arşınlamaya başladı Prens Andrey.
“Ah Tanrı’m, Tanrı’m! Ne aşağılık insanlar! Başkalarının mutsuzluğuna yol açıyorlar!” dedi, Prenses Mariya’yı korkutan bir hınçla.
Küçük gördüğü bu aşağılık insanlardan söz ederken huzurunu kaçıran Matmazel Bourienne’in yanı sıra mutluluğunu yıkan adamdan da söz ettiğini anlamıştı Prenses Mariya.
“Andrey, yalvarıyorum sana, bir tek şey rica ediyorum.” dedi kardeşinin dirseğini tutarak ve gözyaşları içinde parıldayan gözlerle bakarak. “Anlıyorum seni… Başını önüne eğdi. İnsanların mutsuzluğuna başka insanların neden olduğunu sanma. İnsanlar, Tanrı’nın elinde birer araçtırlar.”
Bir portrenin bulunduğu bilinen yere çevrilen kendinden emin bakışlardan biriyle Andrey’in başının biraz üzerine baktı.
“Acılar bize, onun tarafından gönderilmiştir; insanlar tarafından değil. İnsanlar onun elindeki araçlardır ve suçlu değillerdir.