Osmanlıların Avrupa’dan çıkarılması ve bütün büyük devletlerin resmî bir biçimde müttefiklere yardım etmesi, İngiltere ve Rusya arasındaki uzlaşma, Fransa’nın bu iki devletle birlikte yola devam etmesi, Pancermanizm ve Panislavizm’in bugün yarın birbirleriyle çarpışmada bulunma ihtimali, İngiltere’nin varlığını korumak için Almanya karşıtlığında bulunması Aksay-ı Şark’ın2 uyanışı ve özellikle Çin Cumhuriyeti’nin ilanı gayet önemli bir tarihsel başlangıcı meydana getirir. Bu olaylar ile geçmişin bir dönemi daha kapanıyor demektir. Kezalik bu önemli vakaların gerçekleşmesi, ilerleyen zamanlarda oldukça dikkat çekici bazı dönüşümlerin ortaya çıkacağının, dünya haritasının biraz daha değişeceğinin kanıtı olma niteliğini taşımaktadır. Bu siyasal devrimler ile düşünce dengeleri ve teorilerinin, hatta uzmanlaşmaların da devrimi, daha doğrusu evrimi, asla gözden uzak tutulmayacak derecede büyük sorunlardandır.
Şunu demek istiyoruz ki henüz başlangıcında bulunduğumuz miladi yirminci asrın ortası, hiçbir şekilde bilinen eski çağlara benzemeyecek derecede dönüştürücüdür. Şimdiye kadar halledilemeyen ya da ortadan kalkmasına imkân bulunamayan meseleler bir şekilde temiz bir görünüm kazanmaya yaklaşacak, eskisinin yerine diğer bir statüko yerini alacaktır.
Bütün dünya savaşa hazırlanıyor. Bütün dünya savaştan kaçınıyor. Uykusundan kalkan ve kendi uyanışını gerçekleştirmeye mahkûm milletler, hak ve hukuklarını geri kazanmaya çalışıyor. Emperyalizmin artık içeriği değişti. Bu ve bunun için kopartılan gürültü patırtı arasında bazı milletler ihtiyarlıyor: Fransa ve İngiltere gibi. Bazı milletler yeniden doğuyor: Japonya gibi. Bazı milletlerin güneşinin doğmasından korkuluyor: Müslümanlar ve Habeşiler gibi. Eski zamanın siyasal yolları yerlerini bazı yeni etkileşimlere bırakıp teslim ediyor: Millî yollar ve ekonomik yollar bugün dünyaya hüküm sürüyor.
Batı, Doğu’yu zorlayarak sıkıntı veriyor. Bunun doğal sonucu olmak üzere bir geriye dönüş, eskiyi isteme duygusu ortaya çıkıyor ki bundan Asya’nın belki en esaslı inkılap ve ihtilali ortaya çıkacaktır. Zaten çaresizlik kanununa göre bu zorunlu bir netice olarak kabul edilmektedir.
Doğu nedir? Batı nedir? Bu iki dünya arasındaki ayrılıkların siyasi, millî, ırki, ahlaki, ruhi, hissî nedir? İslamiyet çağdaş asırda nasıl tarif olunabilir; İslam’ın geçmişi ile ilgisi ne derecededir; Kezalik onun gelecekte ne gibi bir rolü olabilir? Müslümanlar kimlerdir? Nasıl bir kuvvet oluşturabilirler? Bunlar bir toplumsal çoğulculuk ya da siyasal bir nicelik meydana getirebilirler mi? İnsan türünün altıda birini oluşturan ve hakikaten bugün geride kalmış bir hâlde bulunan Müslümanlar ne gibi bir gayret göstermeliler ki ilk önce esaret prangalarından kurtulsunlar; Ondan sonra da medeniyet dünyasında üzerlerine düşen vazifelerini gerçekleştirebilsinler?
Bu meseleler hakkında genel itibarıyla, ne Doğu’da ne Batı’da henüz derinlemesine bir inceleme ortaya koyulmuştur. Avrupa’da bugün birçok kalem ustası İslam birliği konusunu gündeme getirmişlerse de yukarıda söylediğimiz açıdan bu önemli başlık konusu kapsamı itibarıyla derinlemesine incelenememiştir. Şurasını da söyleyelim ki Panislamizm Batı’da sadece bir içerik çatışması meselesi özelliğinde bulunduğundan siyasi ve millî ihtiraslardan sıyrılmış gerçek bilgi ve bilgelik sahipleri bunu bilimsel bir soğukkanlılıkla konu edinmeye henüz başlamamışlardır. Doğu’ya gelince, biz henüz Avrupa yöntem ve kuralları ile meseleleri inceleme ve araştırmaya alışmadığımızdan maalesef bu babdaki tedbirlerimiz faydasız kalmıştır.
İşte tarihin içinden geçmekte olduğu bu sonuç çerçevesinde bizler, olağanüstü önemli ve yarar sağlanabilecek meseleyi geniş bir biçimde ve gücümüzün yettiği derecede açıklama ve tanımlayıcı notlarla izah edeceğiz. Ele aldığımız konu ve yaptığımız işin öneminin, olası hatalarımızın okurlarımızın affının derinliğinde kabul edilmesine sebep olacağını zannederim.
İttihad-ı İslam ya da İslam birliği konusunun incelenmesinde imkânlar elverdiğince çeşitli ihtiraslardan soyunmuş olmak, hatta zemin ve zamanın gerektirdiği şekilde davranmak lazımdır. Bugün üstesinden gelinmiş ihtiraslar ya da alt edilmiş fikirler ile şimdi içinde bulunduğumuz his dünyasının kuvvetten yoksun etkileriyle tarih yazmak, geçmişte gerçekleşen olayları değerlendirmek ne kadar zor ise bazı düşünce ve ihtirasların akıntısına kapılarak İslam meselesini incelemeye koyulmak da o kadar zordur. Hatta, İslam birliği davası geleceği de bağlayıcı özelliği olduğundan belki ondan çok daha zor incelenecektir.
Cereyan eden durumlar çoğu kez, doğru olmayan hislere neden oluyor. Yeni ortaya çıkan olaylar içinde âdeta boğulup kaldığımızdan geçmekte olduğumuz zamanı tamamen tarafsız bir şekilde yargılayamıyoruz. Ve derya içinde bulunan balıkların, herkesçe bilinen meşhur mısra, deryayı bilemedikleri gibi bir-çoklarımızın da bin türlü sebepleri ve anlayış yöntemleri itibarıyla içinde bulunduğumuz durumları bilemememiz mümkündür. Gerçekleşen olaylar, bizden uzaklaşıp ve hatta birçok algımızın dışında kalıp tarihsel bir biçim ve kesinlik almadıkça, manevi anlamı dışında billurlaşmadığı sürece anlaşılması güçtür. Hakikat zannedilen şeylerin üzerinde hakikatler vardır; matematik biliminin bile ötesinde başka bir üslupta, bütün bütün başka hakikatler ispat olunduğunu iddia eden bilim insanları yok değildir. Onun için bazı hakikatler uydurulmuş, bazı resmî yollarla, birtakım ukudat (konvansiyon)3 bizim basiretimizi bağlamıştır. Doğa ve insan gücünün etkin olduğu olayların meydana getirdiği işlerin, her günkü meselelerin, hatta millî ve toplumsal ihtirasların, ekonomik gerekliliklerin üstüne çıkalım ve öyle bir dikkatle şimdinin en önemli meseleleriyle tarihin meşgul olduğu ve geneli en çok ilgilendiren işlerden çıkan sonuçların maddelerinden biri olan İslam meselesiyle uğraşalım.
Bu meselenin tarih ile kesin bir ilgisi olduğu, İslam ilerleme ve yüksekliğini geçmişten aldığı gibi şimdiki durumla da derin bağlantısı vardır. Emperyalizm politikası hemen hemen bir İslam meselesi olduğu gibi bu politika da Avrupa ve hatta bütün dünyanın şimdiki siyasetinin de temelidir. Bundan dolayıdır ki İslam birliği, derinlikleri nasıl olursa olsun birbirinden farklı şekillerde İngiltere, Fransa, Rusya, Felemenk, Almanya, İtalya, Japonya, Amerika emperyalizmlerini ve onların arasındaki alakaya bağlı olarak Avrupa siyasetlerini iyice inceleyip muhakeme etmemiz gerekir. Her şeyden önce İslam’ın geçmiş ile ilgisi, İslam’ın dünya geçmişindeki kökü anlaşıldıktan sonra bugünkü meseleler iyice incelenirse o zaman gelecek hakkında biraz kehanette bulunma hakkını elde ederiz.
Eserimizi biraz büyükçe tutmak, hâli hazırdaki Müslümanların hayat tarzından ayrıntılı bahsetmek niyetindeydik. İslam dinine inanan insanların birbirlerini tanıması için bu gibi bilgilerin yayımlanmasına ise çok fazla ihtiyaç vardır. Bu gibi incelemelerle ilgilendiysek de kitabımızda bu babda fazla bilgiler veremeyeceğiz. Sebebini söyleyelim: Böyle bilgilerin okurlara sunulması için bazı noktaların kesin bir şekilde bilinmesine ihtiyaç vardır. Müslümanlar oldukça dağınık bir şekilde, farklı iklim/bölgelerde, çeşitli tabiiyetler altında yaşadıklarından onlarla bağlantılı olan meseleler de çok fazla başlıklar içermektedir. Şu durumda Mısır, Tunus, Cezayir, Hint, Malezya, Rusya ve benzerlerindeki İslam toplulukları ile ilişkimiz daimî gibi sürdürülse de kendilerinden talep olunan kesin bilgileri almak güç oluyor. Doğu, Avrupa tarzındaki sisteme, düzenli bir şekilde düşünmeye, çalışmaya, araştırmaya, yoklamaya, dikkatle araştırıp incelemeye alışmadığından istenilen işi Avrupa tarzı bir kesinlikle göremiyor. İşte, Doğu’nun bu dağınık ve düzensiz durumu, merkezi bir kurumsallık içermeyen yapısı, eserimizi, bazı genel bilgilerin üretilebileceği bir başvuru kaynağı olarak ortaya çıkması hedefimizden uzaklaştırmaktadır. Bundan dolayı İslam’a dair birçok bilgi