o kendine özgü doğasında kalacak ve İslamiyet asla düşerek tükenmiş, küçülmüş bir hâle gelmeyecektir. Avrupa, vaktiyle İslam’ın birbirinden farklı kavimleri temsil ettiği gibi sömürge altındaki memleketlerdeki Müslümanları temsil edememiştir. Avrupanın istilası, kâr-ı kadim kervanların konup, bir yerde, birkaç gün ticaret ederek gitmesine benzer.
Avrupa, hükûmetini, zulmünü, kuvvetini takviye ettikçe İslam dünyası bâtıni dünyasını, ruha ait niteliklerini, asli din şartlarının uygulanmasını arttırmıştır.
Bütün bilim insanlarının da onayladığı gibi tarih boyunca insanlığı sevk ve idare eden esas kuvvet psikolojidir. Millî hareketler, mezhebe dayalı hissiyat hiçbir zaman topla, tüfekle, torpille mağlup olmaz. Bunlar, maddi olduklarından, hedeflerinin de maddi olması lazımdır. Hâlbuki insanlığın kaderini belirleyen kuvvetler, her şeyden evvel, ruhsal kuvvetlerdir. Bunlara kurşun geçmez.
İşte birkaç söz ile İslam’ın geçmişi, bugünü ve geleceği.
İKİ ÇEŞİT MEDENİYET
“ENDÜSTRİYEL VE HAKİKİ MEDENİYET”
Medeniyet kavramını daha iyi anlayıp yararlanabilmek için ikiye ayırmak gerekmektedir: Endüstriyel -sınai- medeniyet, hakiki medeniyet.
Çin ileri gelen devlet adamları ve seçkinleri, kendilerini dünyanın en çok medenileşmiş milleti olarak kabul ederler. Mandarinlerden biri, Avrupalı biri ile konuşacak olursa her şeyden önce söyleyeceği şey bu olacaktır. Kezalik Avrupa’yı, Amerika’yı güzelce gezen, inceleyen, Batı’da, Batılı kişiler ile senelerce ikamet eden ve hatta Avrupalı kadınlar ile evlenen Çinliler bile memleketlerinin Batı’dan daha az medeni olduğunu tasdik etmemektedirler.
Osmanlı memleketleri dışında bulunan İslam ahalisi de bu noktada ortak fikirdedir. Hele Japonya Avrupa’ya asla iyi bir göz ile bakmaz.
Hindistan’da Brahma ileri gelenleri, Avrupa medeniyetini âdeta hafifseyerek küçük görür. Bu teori doğru mudur, yanlış mıdır? Kezalik Avrupa’nın medeniyeti ciddi midir, değil midir? Avrupa ve Amerika dışında kalan halklar ve kavimler hakikaten medeni değil midir, Avrupalıların kabul ettiği gibi vahşi ya da barbar mıdır?
Eğer medeniyeti yukarıda söylediğimiz gibi ikiye ayıracak olursak bu sorulara kolaylıkla cevap verebiliriz. Yok eğer bu ayrımı yapmakta yeterli gelecek kudrette değilsek hem kaçınılmaz olan soruya cevap vermekten aciz kalırız hem de işi karmakarışık etmemiz göz yanılgısına, teorik, işlerlik zararlara neden olur.
Evet! Kabul ettiğimiz tarza göre medeniyet ikidir: Sınai “teknik” medeniyet, hakiki medeniyet.
Bu itibar ile Avrupa ve Amerika sanayi medeniyetinin ulaştığı son mertebededir. Doğu ve Asya barbardır. Hâlbuki hakiki medeniyet itibarıyla “Tamamen cesaretle söylüyorum.” zannetmem ki Avrupa ve Hristiyan dünyası hakiki bir medeniyete sahip bir durumda bulunsun!..
Meseleyi tahlil edelim:
Teknik=marifet Batı’da oldukça ilerlemiştir. Bilim ve kültür çalışmalarının sonuçlarından Avrupa son derece yararlanmıştır. Bugün Avrupa hayatını düzelten ve düzene koyan tekniktir. Felsefenin bile temeli tekniktir. Duyguları ve maneviyata ait hisleri Batı memleketlerinde hesap ve ölçüm konumuna terk edilmiştir. Birbiri ardınca süren çeşitli devrimler üzerine çalışmalar, ekonomi hatta edebiyat Batı memleketlerinde maddesel bir ekonomik kazanç içeriğiyle başka yeni, endüstriyel bir dünyanın meydana gelmesine sebep olmuşlardır. Bu açıdan bakıldığında Avrupa medenidir. Medeniyeti en fazla ileriye götüren Avrupa’dır. Hakikaten, geçen asırlardaki dünya ile bu asırdaki dünya arasında muazzam bir fark görülür. Asya ve Afrika geçmişe, Avrupa ve Amerika geleceğe aittir. Teknoloji eski dünyayı yeni baştan yenilemiştir. Teknoloji kelimesiyle ifade ettiğimiz bu türden medeniyet fen bilimlerine, matematiksel kesinliğe dayandığından ondan başka bir medeniyet tasvir olunamaz. Onu ödünç almadan ya da aktarım yoluyla elde etmeden ilerlemeye imkân yoktur. Diğer bir şekilde yükselme, ilerleme ve evrime ise akıl ermez. Bu tarz medenileşmenin hiçbir mahzuru da yoktur. Ruha, hisse, maneviyata bağlılığı yoktur.
İleriye doğru yükselmememiş bir millet kadim geleneklerine veda etmek ister ise bu medeniyetin şekline girmekten5 başka çaresi yoktur. Bu tarif ettiğimiz medeniyet kısmen alınamaz; kısaltılması ya da azaltılması kabul edilemez.
Matematik bilimi iki türlü değildir; fen ve kimya bilimlerinin her birine ait içerikler farklılaşmaz. Doğu’daki tabii bilimler ile Batı’da türlerin kökeni, mantık bilimi Asya ya da Avrupa kıtalarında farklı olmadığından, olamayacağından teknolojinin olduğu gibi kabul edilmesinden başka çare yoktur.
Japonya büyükler heyeti, bundan yarım asır önce, eski teknoloji ile hayat kavgasına devam edemeyeceği düşüncesini iyice değerlendirmiş, Avrupa sanayi medeniyetini olduğu gibi kabul etmiştir. Japonlar Avrupa bilgilerinin bütün hepsini memleketlerine ithal etme cesaretinde bulundular. Bu sanayi medeniyetinde zemin, zaman, iklim, millet ile değişim ya da dönüşüm kabul edemeyeceğinden Japonya devlet yöneticileri onu düzeltme ve değiştirme arzusunda bulunmadılar. Avrupa’ya adam gönderdiler ve Avrupa’dan adam getirtip bu endüstri medeniyetinin neden ibaret olduğunu, memlekete ne gibi şartlar altında ithal edilebileceğini ciddi bir biçimde incelediler. Takip karakteriyle çalışıp bugün hemen hemen Avrupa’nın medeniyet seviyesine yaklaştılar. Hatta Japonya yalnız endüstri ve sanayi değil Uzak Doğu’da ve Büyük Okyanus’ta, Avrupa pazarlarında bile Batı ile rekabete giriyor. Nippon tersaneleri drednot imal edecek kadar Batı’dan üstün durumda bulunuyor.
Savaş için savaş ekipmanları gerekmektedir, çarpışan düşmanlardan birinin elinde şişhane, diğerinin de mavzer bulunacak olursa galibiyet nasibinin hangi taraf olacağını tahmin etmek güç olmaz. Onun gibi hayat mücadelesinde taraflardan biri en mükemmel teknoloji ile diğeri eski zaman yöntem ve aletleri ile, antik dönemden aktarılanlarla donatılmış olursa aynı sonuç ortaya çıkacaktır.
Japonya, Avrupa kendi memleketine giriş yapmadan önce bu inceliklere dikkat etmesi gerektiğini anladı. Derhâl Avrupa’nın sanayi medeniyetini almak ve dolayısıyla anlamakta kusur etmedi. Bunun içindir ki Uzak Doğu dünyasının içinde bulunduğu konum hakkında geliştirilen hükümleri sağlamlaştırdı.
Maateessüf Müslümanların zimamdaranı6 bu hakikati anlayamadılar. Hakiki medeniyet ile sanayi medeniyetini bir zannettiler ve sonuçta da hayatta kalma savaşında galip taraf Avrupa oldu. Hristiyan milletler yavaş yavaş İslam memleketlerine girişimlerde bulundular. İşte Avrupa teknolojisinin İslamiyet tarafında kabul görmemesinin nedeni budur, dolayısıyla Müslümanlar gerileyerek alt tabakaya düşmüştür.
Osmanlı Hükûmeti, sanayi medeniyetini Batı’dan alma tecrübesi konusunda tam bir cesarete sahip değildi. Daha doğrusu durumun önem derecesini takdir edemedi. Üçüncü Selim, İkinci Mahmud, Abdülmecid, Mustafa Reşid Paşa ve yönetimde bulundukları çağın ileri gelen seçkinleri, maalesef, genel anlamda bu işi kavrama konusunda sığ kaldılar.
İran bu tecrübeyi asla hatırına getirmedi.
Afganistan böyle bir medeniyetin alınması ve işlerlik kazanması konusunu bugün düşünüyor ve zannederim ki muvaffak da oluyor. Endülüs, Kuzey Afrika, Mısır, maatteessüf bunları düşünemeden battılar.
Arap hükûmeti ise Avrupa’da sanayi medeniyeti gerçekleşmeden daha evvel çeşitli sebep ve yöntem ile tuttukları yolların tarihsel sonucu olarak kuvvetten düşmüş bir durumdaydı.
Osmanlılar yeterli derecede metanet ve cesaret ile sanayi medeniyetini almak konusunda kusurlar barındırıyor. Çeşitli grupların geliştirmiş olduğu programlar ise bu konuda herhangi bir gelişmeye işaret etmiyor. Vazgeçmek durumu