sabit olan delil ile sabittir. Nas olmayan yerde örf, nas gibi güvenilir bir delildir.” (Muhammed Abidin)
“Âdetler, hükme esas kabul edilir.” (Mecelle 36)
“Âdet, muhakkemdir.” (Eşbah ve Mecami)
“İhtilaf durumundaki meselelerde âdetlere müracaat edilir. Çünkü âdet, delildir, onun üzerine hüküm bina olunur. Bu nedenle âdetin ve amellerin delilleriyle hakikat terk edilir.”
“Her iklim ve her asrın ehlinin örfü muteberdir.” (Bahri)
“Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir.” (Hadis-i Şerif)
Buradaki bütün kanunlar ile -ki din kurallarından alınmış bütün emirlerin ilkine dayanmaktadır- İslamî dindarlığın, vicdana dair ve dinî bütünlük ile dünyaya ait işleri bütün bütün ayırdığı, az bir dikkatle bakıldığında anlaşılır.
İnanca dair meseleler -tekrar edelim- sabittir, ilerleme ve gelişme anlamları dışındadır. Davranışlar ise zamanın durumuna bağlı olarak değişimi kabul eder, sabit değildir, gelişimseldir.
Fikrimizce bugün İslamiyet’te uygulanması gereken en önemli düzeltme, en davranışsal “reform” vicdan, gönül ile davranışsal işleri birbirinden ayırmaktır. İslam, ancak bu şekilde, dindarlığın hakiki içeriğine yakınlaşarak dünyaya ait tartışma ve kavgalara kalkışacak bir mertebeyi alacaktır. Bundan başka bir aydınlanma çaresi ve kurtuluş yoktur.
Zamanın ihtiyaçları karşısında nass16 ve önceleri ortaya çıkan içtihad ve bir araya getirilip düzenlemesi ihmal edilmiş olan yukarıda düzgün bir şekilde sözünü ettiğimiz kanunların sağlamlığı ve İslam hukuku gereğince başka içtihada, başka bir sisteme müracaat etmeliyiz.
İyi düşünelim. İslam’ın temel ve esasına dönüş yapalım. Bugünkü örf ve yerleşmiş alışkanlıklar bizi büyüsünün etkisi altına almasın. Zaten ümmetin toplanması ve özellikle hilafet gerekliliği, yalnızca lüzumu buna dayanmaktadır.
Eğer davranışları şekillendiren ve değişmesi lazım gelen hükümlere kesinlik ve ulaşacağı son ve resmî şekli vermek gerekliliği olmasaydı Rahlet Risaletpenahi’den sonra nebevilik arzusuna kanaat getirmesi duygusunun ortaya çıkardığı Hilafet’in de gereği kalmazdı.
Hilafet kurumu ne için tesis edilmiştir? Çünkü hükümler ve insan davranış biçimleri zaman geçtikçe değişiklik gösterir. Dünya daima değişmektedir. Bu yeni hükümleri, işlerin yeniden düzenlenmesini ve düzeltilmesini gerektirir. Bu ise bir kuvvetin desteklenmesine bağlıdır.
Müslüman halk genel oylama ile halifeyi serbestçe seçer ve ona biat ederler. Ve kanun yapma gücünün yani bütün toplumun onayladığı kanunların uygulama yetkisiyle onu yükseltirler. Hâlbuki ileri gelen cahil ulemanın zayıf iddiaları ve garip tarafıyla içtihat kapılarının kapanması gerekseydi topluluğa da halifelik kurumuna da ihtiyaç kalmazdı.
Madem ki hükümler ve davranışsal işler her dakika değişiklik gösteriyor, bir derecede duramıyor demek ki onları düzenleyen kanunların, nizamların da değiştirilmesi doğaldır. İşte bu olgunlaşmış bilgiye dayanan İslamiyet inanç toplulukları ve halifelik yöntemlerini değiştirmeye meşrutiyete ve müşaveret vadisinde kurulmuş olan meşrutiyet olarak tanınan İngiltere ve Fransa’ya doğru ilerlemiştir.
Din inanç sistemini şekillendiren kanunların, değişiminin kabulü ve dönüştürülmesi işlerinin kabiliyetli kimseler tarafından gerçekleştirildiğinden tereddüt edilmesin.
Bu gibi düzenlemeler, Risaletpenahi çağında, Kur’an’ın metin düzenlenmesinde bile vuku bulmuştur.
Din hukuku yöntemi gereğince değişiklik demek, silmek anlamını içermektedir. Silmek, din kanunlarına dayanan bir hükmün karşıtlığının kendisinden daha kolay uygulanabilir olduğunun yerleşik bir delili demektir.
Silmek, yazı yöntemlerinde görüldüğü üzere, hem akıl itibarıyla caizdir zira çağıyla uzlaşmak, barışçıl inananların değiştirebileceği ilişiksiz benzerlikler içerir (Yahudilik, İseviye tayfasının dışındakilere göre caiz değildir.) hem aktarım itibarıyla caizdir, nitekim kardeşlerin nikâhlanması Hazreti Adem dönemi din kurallarında caiz iken, sonrasındaki çeşitli din kuralları ile silinmiştir.
Kitap ile senet arasındaki uzlaşı noktaları ile karşıtlık konularında silmek caizdir. Mesela Kitap sizlere, eğer ölüme alınmaya hazırsanız dini bu açıdan terk etmeniz hayırlıdır ve sizler yakınsınız. yüce ayeti, Yüce uygunluk her hak sahibine hakkını verdi, vârise vasiyet yoktur. mealindeki hadis ile silinmiştir. Bu hadis ile haber tek olduğu hâlde toplumsal bir kavrayışla genel bir kabul görmüş ve halk arasındaki söylencelere katılmıştır. Hülasa sözlerin sonunda, yukarıda detaylı açıklanmış olan din kurallarına dair kanunların uzlaşı esasında dünyevi hükümlere dair her ne varsa hepsinin birden Peygamberlik makamında oturan halifenin topluluğa, yani konuşmak üzere toplanan ümmetin kararına dayanarak emir ve onayıyla silinmeleri kabul edilir ve hatta vazifelendirilir.
Kişilerin davranışları konusunda, kolaylık ve genişlik göstermek din kurallarını içeren emirlerin gerekliliklerindendir. Bilakis işleri zorlaştırmak, İslam halkını İslam olmayanların karşısında mağlup ve perişan etmek, aciz bırakmak demektir. Eğer bu kolaylıklar, bu din kuralları açısından mümkün olan genişliklerin sağlanmasından imtina edip esirgenecek olursa şüphesiz, kanunlarımız, örf ve adetlerimiz on üç asır öncekilerden ibaret olacağından, genel bir rekabetin içinde el ve ayaklarımız bağlı kalır, hiçbir şey yapamayız. Avrupa’dan, Amerika’dan asırlarca geriyiz ve daima geri kalıyoruz.
Gerçek hayatta ise durmak caiz değildir; duranlar mağlup olacağından İslam mahvolur, perişan olur -zaten de oluyor-.
Bugün İslam’ın büyük çoğunluğu Hristiyan devletlerin idaresi altındadır. Şu konuda en ufak bir tereddüt etmem ki bugün Hazreti Muhammed, yüce maksadıyla görünse, İslam’ın bu yürek tırmalayan düşüşünü asla tasvip etmez ve buna sebep olanları oldukça şiddetli sonlanacak şekilde yakalanmalarını sağlardı.
Üzülmeyi gerektiren bir durumdur ki şu son zamanlarda bile oldukça önemli olan bu konuyu, bu hakikati önde gelen seçkinlerimiz kavrayamadılar.
Bunlar, dünyaya dair hükümleri ümmet topluluklarına, ondan sonra halifenin onayına yaklaştıracaklarına, geçmiş içtihadları toplayıp, âdeta mezardan çıkarıp, kanun hâlinde kitaplaştırdılar. Bu büyük bir sarmalın içinde hapsolmaktır. Sonucu olarak devletimiz bir basamak daha gerilemiştir.
Cevdet Paşa, şu zamanda bir kısım uygulanamaz hâle gelen eski içtihadları “Mecelle-i Ahkam-ı Adliye” şeklinde toplayarak kanun kitap meydana getireceğine, birçok sene önce, ciddi, ileri görüşlü ve güçlü bir fikir ile Hukuk-ı Arabiye’den dolaylı olarak kaleme alınan Ceza Kanunnamesi, Deniz ve Kara Ticaret Kanunnameleri, Ceza usul ve Muhakemat, Hukuk Muhakemat Usulü gibi yine Arap Hukuku’ndan alınmış bir medeni kanun yaptırsaydı bugün bize büyük bir hizmet etmiş olurdu. Hâlbuki geçmiş içtihadları düzenleme ve yenileştirme ile bir Mecelle’yi bir araya getirmekle medeni işler ve dünya konularında bizleri fena hâlde sıktı. Avrupalılar (Kod Napolyon17 ya da ondan daha iyi kanunlar gereğince eksiksiz bir hürriyetle söz konusu işler ve kanunlar hakkında karar verilip bağlanabiliyorlar.) Biz zavallılar ise o eskiyi isteyen mecellenin bazı hakları kullanabilme şartının, istibdad ile idare olunmanın temelini oluşturan, zorlama ve baskı kuralları altında kıvranıyoruz. Bizim kanunumuz bin seneliktir; bin sene önceki ihtiyaçlar üzerine bir araya getirilip kitaplaştırılmıştır.
Şimdiki zamanda