Celal Nuri İleri

İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği


Скачать книгу

şahsına ait iktidarları zaferi üstlenebilirdi. Harita, doğal fen bilimleri, seferberlik bilimi cenin hâlinde, balistik yok, uçak yok, torpil yok, telli, telsiz telgraflar yok, öyle savaşa giriliyordu ve “Bedr” gibi büyük azametli fetihler kolaylıkla gerçekleşiveriyordu.

      Bugün aynı oklar ile, aynı kılınç ve kalkanlar ile tam o zamanda geçerliliği olan bilimsel yetkinlik ile Rusya’nın Avusturya’nın değil, Karadağ’ın bile karşısına çıkabilir miyiz?

      Pekâlâ! Demek oluyor ki köhne savaş malzemeleri ile “Çad” kıyılarında cengaveraneye özgü yöntemlerle savaş mümkün değil. O hâlde nasıl oluyor da İslam ahalisi mükemmel kurallar ve yöntemle, mükemmel hükûmet ve cumhuriyetlere sahip ve bu şekilde yaşayan Avrupalıların karşısında köhne, tozlu, kabulü mümkün olmayan uygulama kural ve yöntemleriyle çıkarmaya reva görüyoruz? Bunun sonucu, bu büyük cinayetin ürünü bugün İslam ahalisinin Avrupa idaresine girmesi, âdeta hicredilmesi, elinin ayağının bağlanması olmuştur.

      İSLAM HÜKÛMETİ

      İslamiyet yalnız vicdana ait bir dinden ibaret değildir. İslamiyet bir din olduğu gibi aynı zamanda bir yönetim biçimi, bir hükûmettir. Bir topluluğu idare edebilmek için lazım gelen yöntem ve kuralların temeli, satır başları, kitap ve sünneti, karşılaştırma (kıyas) ve toplanma (icmâ’)yı da içerir. Hülasa İslamiyet denildiği gibi akıl ile yalnız bir takım inançlara değil, toplulukları ve her bireyi idare eden kanunların toplandığı bir bütündür. İslam cumhuriyetinin, medeni ve ceza kanunları hep din kuralları içerisindedir.

      Bundan dolayı İslamiyet’in din kuralları bu özellikleriyle diğer din kurallarından farklıdır. Hristiyanlık ve Yahudilik köken belirleyiciliği itibarıyla sınırlandırılmıştır. Bugünkü hâliyle İslamiyet Hükûmeti hemen hemen tek kişi kalmayacak şekilde tükendiğinden, neredeyse tüm Müslümanların, ecnebilerin idarelerine dâhil olmalarına rağmen yine de Müslümanlar kişisel işlerinde “statu personal” yani kendi hukuklarına bağlı bulunmuşlardır.

      İslamiyet’in din işlerinden ayrı konulardaki teorisi oldukça mühim, oldukça sağlam temeller üzerine dayanmaktadır. Eğer bu temeller bugüne kadar muhafaza edilse, o teori gereğince İslam Hükûmet anlayışıyla idare edilse İslam devletleri asla tükenmezdi. İslamiyet’in bu şekliyle sona erme sebeplerinden biri, hiç şüphe edilmesin, bu teorik kuralların terk edilerek unutulmuş bir hâlde bırakılmasıdır. Bundan dolayı İslam, gelecekte yeniden yükselmek için eski temellere, eski hükûmet kanunlarına dönmelidir. Bu geri dönüş değil, bir yeniden tamamlanma sürecini oluşturur.

      Israrlı bir şekilde tekrar ederiz: İslam’ı felakete sürükleyen, kendi siyasetine dair bütün kuralların terk edilmesidir.

      İslamiyet, kendisine yabancı, aykırı, zıt, muhalif bir zorba hayat yöntemlerini benimsediğinden, hükûmet olma yolunu da tüketmiştir. Hâlbuki şu son zamanlarda, gayrimüslim milletler, İslamiyet esaslarına yakın bir siyaset teşkilatlanmasını benimsediklerinden, yükselişe geçmişlerdir.

      İslam hükûmetinin bir şarta bağlı ve bir esasîye bağlı parlamento idaresine dayanan hükûmet biçiminden farkı yoktur. Bu cumhuriyette despotluk, keyfi idare sistemi, kendi kafasına göre hüküm süremez.

      Tefrika (ayrılma) zamanlarından beri meydana gelen ve dağılmalara sebep olan İslam hükûmetleri, üstünlüklerini korumak için, İslamiyet’in hür yöntemlerini bir tarafa bıraktıklarından, İslamiyet’in dinî işlerden ayrı olan heyetleri yok olmaya yüz tutmuştur. Zorba hükümdarlar zalim yöneticiler, eleştirici askerler, zorbalığın uygulanması için halkı işe karıştırmaz, onları serbest bırakmazlar. Hülasa, İslamiyet’in hükûmete dair olan hükümlerini uygulatmak istemezlerdi. Bunun sonucu olarak bir devletin maliye alanındaki refahı, geleceğine kefil olan İslami siyasal hükümleri unutuldu ve bu şekilde teşkilatlanmış devletler tükendi. Halk ise esarete mahkûm olduğundan İslam dünyasında gerileme emareleri göründü. Düşünsel hayat kalmadı. Amaçları uğruna içtihat kapıları kapattırıldı ve bugünkü duruma gelindi.

      İslamiyet hükûmetinin temelleri, Mehmed Han’ın tahta çıkmasından sonra şeyhlik makamını elde eden Pirizade Sahib Bey merhumun resmî imzasıyla yayımlanan bir belgede yer almaktadır.

      İslam bakış açısından, Genel hukuk (hukuk-ı amme) -droit public- bu önemli raporda tamamen açık bir şekilde anlatılmıştır. Pirizade’nin resmî ifadesinden de anlaşılacağı üzere İslamiyet, mutlakiyet idaresinin, teokrasi denilen ruhani saltanatın ya da ruhaniyet merkezinin sığınacağı son bir yer değildir. Düşmanların dedikleri gibi hükûmet, din fanatikliği gösteren bir kuruluşu meydana getirmez. “Tibet”teki “Lamaizm” gibi bu din, maneviyat ve maddiyatı birbirine karıştırmamıştır.

      Maalesef, İslamiyet’i az inceleyen birtakım Avrupalı, Muhammedî din kuralları ve İslam hükûmet biçiminin temellerini insanlığın maddesel ve fikri evrimine engel olarak kabul ediyorlar. Din kuralları konusunda son derece uzlaşıyı gösteren resmî belgeler ve yeniliklere dayanarak iddia ederiz ki gelişime engel oluşturan İslamiyet değildir, İslamiyet’in unutulmuş olarak kalmasıdır. Gelişime engel olan İslamiyet değil, belki İslamiyet’i örten perdenin dahi açılmasının önünde engel olanlar, despot sultanlar ve zalim yöneticilerdir.

      İslam’ın tarihi iyice incelenecek olursa İslamiyet’in başına gelen felaketin sebepleri arasında hep onun siyasal esaslarının uygulanmadığı görülecektir. Bundan dolayı meseleyi açarak ve ayrıştırarak açıklayalım: kabahat İslamiyet’te değil, İslamiyet’in ileri gelenlerindedir.

      Şu siyasal temelleri birkaç cümle ile toparlamalıyız: Yeni meşruti hükûmette olduğu gibi aynı belgeye dayanarak sözleri idare ediyoruz. İslami hükûmette de genel kuvvetler üçtür: Halife, vezirleri ve rütbeli askerleri “kurtarma” ve “yerine getirme”ye memur eder: Yürütme gücü. Kadı ve kadı vekilleri (hâkim) adaletin uygulanmasına vekillik eder ki buna hüküm ve kadının hükmü deniyor: Adliye gücü. Fakihler ve bilim insanları “fetva”ya memurdurlar, bunların vazifesine kanun yapma ya da denetleme adı verilir; Denetleme ve kanun yapma gücü. Hazreti Muhammed’in şeriata dair olan emirlerine dayanarak kanun yapmak ancak emirlerin ilkinin onayıyla imal edilmiş kanunlar şekline girer. Bu yöntem, meşruti hükûmet biçiminde tamamen vardır.

      Fransa ve İngiltere, bu yöntemleri seçerek kabul edebilmek için birçok kanlı ihtilaller, devrimler geçirmeye mecbur olmuşlardır. Hâlbuki İslamiyet’in kitap hâline getirilmesiyle beraber bu yöntemler derhâl temel alınmıştır.

      Vaktiyle, Bianchi’nin18 itirafı üzere, genel meclis, sadece devletin merkezi olarak kabul edilen bir şehrin ileri gelenlerinden oluşmaktaydı. Hâlbuki İslamiyet, siyasal özellikler içerisinde her Müslümanın hukukunu eşit kabul etmiştir.

      İslamiyet, muazzam bir cumhuriyet teşkil eder. Üç kuvvet sayesinde ayağa kalkan cumhuriyetin lideri ve dinî önderi olarak bir halife bulunur.

      Halife, Peygamber’e halef olan kişi olup, dünyaya ait işlerde onun makamında oturur ve onun kanun yapma gücünün gerektirdiği fetva yetkisine uygun, her sözüne, ayete gösterildiği gibi itaat edilendir. Bu halife ya da imam -ki Müslümanların reisi demektir- Fransa hükûmet reisi gibi sorumluluk dışı değildir. Birleşik Amerika hükûmeti reisi gibi sorumludur. Kutsal bir saflık söz konusu değildir. Mithat Paşa, Kanun-i Esasi’yi kitap hâline getirdiği zaman içinde bulunduğu meşguliyet sonucu olarak bu kutsallık sıfatını Fransızcadan tercüme ve aynen olduğu gibi bırakma hatasında bulunmuştur. Halife, despot değildir. Tek başına hükûmet işlerini idare edemez. Yüce Hakk’ın maddeselliği yoktur. Bianchi Hukuk-ı Amme-i Umumiyesi’nde “Hükümdar, hükûmetin yüceliğini ve heybetini şahsa ait bir sıfatla tanımladığından, heybetli