Виктор Мари Гюго

Sefiller I. Cilt


Скачать книгу

değil mi Monsenyör!” diye haykırdı Belediye Başkanı.

      “Hem de o kadar ciddiyim ki bana kesinlikle tek bir jandarmanın dahi eşlik etmesini istemiyorum ve bir saat içerisinde de yola çıkacağım.”

      “Gidecek misiniz?”

      “Gideceğim.”

      “Tek başınıza mı?”

      “Tek başıma.”

      “Monsenyör, bunu sakın yapmayın!”

      “O taraftaki dağlık bölgede…” diye cevabına devam etti Piskopos. “Üç yıldır görmediğim, buradan daha büyük olmayan küçük bir topluluk var. Oradaki köy halkı tam anlamıyla namuslu ve iyi yürekli insanlar. Her biri güttüğü otuz keçinin sadece bir tanesine sahiptir. Çeşitli renklerde çok güzel yün iplikler yapar ve altı delikli küçük flütlerle o dağlık bölgede eğlenirler. Onlara da zaman zaman gidilip Tanrı’dan bahsedilmesi gerekir. Korkak bir piskopos hakkında neler söyleyebileceklerini tahmin edebiliyor musunuz? Eğer oraya gitmezsem hakkımda neler söylerler?”

      “Peki haydutlar ne olacak, Monsenyör?”

      “Haklısın.” dedi Piskopos. “Onları da göz önünde bulundurmak zorundayım. Haklısın. Orada onlarla da karşılaşabilirim. Onlara da Tanrı hakkında güzel sözler söyleyebilirim, buna onların da kesinlikle ihtiyacı vardır.”

      “Ama Monsenyör, orada bir grup haydut var. Onlar tıpkı bir kurt sürüsü gibidir!”

      “Mösyö le Maire, belki de İsa beni bu kurt sürüsünü gütmem için görevlendirmiştir. Tanrı’nın insana nasıl yollar sunduğunu kim bilebilir ki?”

      “Sizi soyacaklardır, Monsenyör.”

      “Hiçbir şeyim yok ki.”

      “Sizi öldürebilirler.”

      “Dualar mırıldanarak önlerinden geçen, benim gibi ihtiyar bir din adamını mı öldürecekler? Peh! Ne elde edecekler ki?”

      “Ah, Tanrı’m! Ya onlarla karşılaşacak olursanız?”

      “Yoksullarım için onlardan sadaka istemeliyim o zaman.”

      “Gitmeyin, Monsenyör! Tanrı aşkına size yalvarıyorum! Hayatınızı riske atıyorsunuz!”

      “Mösyö le Maire…” dedi Piskopos sakince. “Bütün mesele bu mu? Ben bu dünyaya kendi hayatımı korumak için değil, ruhları korumak için geldim.”

      Piskopos’a yola çıkması için izin vermek zorunda kaldılar. Yanına sadece ona rehberlik yapması için bir çocuk verdiler, böylece Piskopos yola koyuldu. Bu konudaki inatçı tutumu bütün bölgede kulaktan kulağa yayılmış ve büyük bir şaşkınlığa neden olmuştu.

      Yanına ne kız kardeşini ne de Madam Magloire’ı almıştı. Dağlık bölgeyi katırlarla aşarak haydutlarla da karşılaşmadan sonunda sağ salim “iyi yürekli köylülerin” bulunduğu köye ulaştı. Orada yaklaşık iki hafta kadar kaldı, vaazlar verdi. Tanrı’nın sofrasında onlarla birlikte yemek yedi, onlara öğretilerden bahsetti, tavsiyelerde bulundu. Ayrılma zamanı yaklaştığında orada büyük bir dinî tören düzenlemeye karar verdi. Köy Papazı’na da bundan bahsetti. Ama bunların yapılabilmesini sağlayacak dinî kıyafetler ve kutsal malzemeler yoktu. Sadece birkaç dantel parçası, eski püskü şamdan, birkaç eski pabuç haricinde yoksul köy halkının sunabileceği hiçbir şey yoktu.

      “Peh!” dedi Piskopos. “Hiçbir şeye gerek yok. Biz kürsümüzden dinî törenimizi yapacağımızı halkla paylaşalım, Papaz Efendi. Su akar yolunu bulur.”

      Çevredeki kiliselerden ve köylerden malzeme arayışına başladılar. Bu alçak gönüllü cemaatlerin tümü bir araya gelecek olsa bir kilise korosunu düzgünce giydirmeye yetecek kıyafet toplayamazlardı, elde edecekleri eşyalar yeterli olmayacaktı.

      Onlar bütün bu sorunlarla meşgulken kimsenin adını dahi bilmediği iki atlı süvari, köye gelerek Piskopos’a verilmek üzere büyük bir sandık bıraktı. Sandık açıldığında içinden; altın ipliklerle bezenmiş bir piskopos kıyafeti, elmaslarla süslenmiş bir piskopos asası ve muhteşem başpiskoposluk haçları çıktı. Tüm bu kıymetli malzemeler, bundan bir ay önce Notre Dame d’Embrun Kilisesi’nin hazinesinden çalınan papalık kıyafetleriydi. Sandıkta şu sözlerin yazılı olduğu bir not da vardı: Kravat’tan Monsenyör Bienvenu’ye.

      “Size su akar yolunu bulur, demedim mi?” dedi Piskopos. Sonra gülümseyerek ekledi: “Bir papaz cübbesiyle yetinen kuluna, Tanrı işte böyle bir başpiskopos cübbesini gönderir.”

      “Monsenyör.” diye mırıldandı Papaz, gülümseyerek başını geriye attı. “Acaba, Tanrı mı yoksa şeytan mı?”

      Piskopos kararlı bir şekilde Papaz’a baktı ve ciddi bir tavırla: “Tanrı!” dedi.

      Chastelar’a dönerken insanlar yol boyunca onu görebilmek için merakla dışarı çıktılar. Chastelar’daki rahibin evinde kendisini bekleyen Matmazel Baptistine ve Madam Magloire’ın yanına giderek kız kardeşine şöyle dedi: “Eh! Haklıymışım değil mi? Zavallı bir papaz, dağlarda yaşayan zavallı cemaatinin yanına elleri boş gitti ama dolu olarak döndü. Ben sadece Tanrı’ya inancıma güvenerek yola çıktım ama görüyorsunuz, bir katedral hazinesini geri getirdim.”

      O akşam yatmadan önce de şu şekilde konuştu: “Hırsızlar ve katillerden asla korkmayalım. Bunlar bizim dışımızdan gelen önemsiz tehlikelerdir. Biz, asıl kendi içimizden korkalım. Ön yargılar, gerçek hırsızlar ve kötülükler, gerçek katillerdir. Asıl büyük tehlike içimizdedir. Bunun yanında başımızı veya cüzdanımızı tehdit eden tehlikenin ne önemi olabilir ki? Bizler sadece ruhumuzu tehdit edenleri düşünelim.”

      Sonra kız kardeşine dönerek şöyle devam etti: “Kardeşim, hemcinslerine karşı tedbir almak din adamlarının görevi değildir. Hemcinslerimiz bunu yapıyorsa ancak Tanrı buna izin veriyorsa yapıyor demektir. Bizler bir tehlikenin yaklaştığını düşündüğümüzde sadece dua edelim. Ancak bu duayı kesinlikle kendimiz için değil, aksine hemcinslerimizin günaha girmemesi için edelim.”

      Her hâlükârda, Piskopos’un hayatı pek hareketli geçiyordu. Bu anlattıklarımız, elbette ki sadece bizim bildiklerimizdi; biz, onun hep aynı şeyleri yaparak yaşamını sürdürdüğünü gördük. Yılının hiçbir günü, gününün hiçbir saati birbirine benzemiyordu.

      Embrun Katedrali’nin “hazinesine” ne olduğu konusunda ise açıkça cevap verebilmemiz pek mümkün değil. Tüm bu eşyaların çok kıymetli ve hırsızların çalmalarına gayet uygun malzemeler olduğu aşikârdı. Ama sonuç olarak çalınmışlardı ve ait oldukları yerde değillerdi. Bu hazine macerasının yarısını tamamlamıştı. Bu yüzden de hırsızlığa yeniden mahal vermemek adına, onları yoksullar uğruna harcamak da gayet mümkündü. Ancak bu konuda ne yapıldığına dair açık ve net bir bilgimiz olmadığını daha önce de belirtmiştik. Sadece Piskopos’un evrakları arasında, bu konuyla ilgisi olabileceğini düşündüğümüz ve bu terimlerle ifade edilen oldukça belirsiz bir not bulundu: Burada önemli olan, bu eşyaların kiliseye mi yoksa hastaneye mi geri götürülmesi gerektiği hususunda karar vermektir.

      VIII

      İçtikten Sonra Felsefe

      Yukarıda daha önce sözü geçen Senatör; vicdan, inanç, adalet, görev gibi engel yaratan şeylere hiç aldırmadan kendi yolunu çizmiş, akıllı bir adamdı. Hayatı boyunca amacına ulaşmak için yoluna çıkan bütün engelleri, çıkarları doğrultusunda bir kez olsun geri adım atmadan bertaraf etmiş, doğruca hedefine yürüyen biriydi.

      Başarılarından dolayı kendisiyle gurur duyan eski bir savcıydı. Bu başarılar,