adamın söylediklerini doğru dürüst duymamıştı. Tam merdivenleri çıkıyordu ki Jondrette’i gördü. O iyi adamın verdiği kalın ceket sırtında, serseri kılıklı biriyle konuşuyordu. Marius onun bir alçak olduğunu hemen anladı. Böyle adamlar suç işlemek için gündüzleri saklanıp geceleri ortaya çıkarlardı. Yağan karın altında, bir köşeye sinmiş bu görünümdeki iki adamı gören polis bile onları tutuklamak için gerekeni yapardı; bununla birlikte Marius onları belli belirsiz görmüştü. Kederden yanıp kavrulmasına rağmen bir anda aklına bir fikir geldi. Sanki Jondrette’in konuştuğu adamı bir yerlerden tanıyordu. O alçak suratlı adamı, bir gün Courfeyrac göstermiş ve onun Bigrenaille lakaplı Panchaud isimli büyük bir suçlu olduğunu da söylemişti. Daha sonraki yıllarda bu Panchaud, Bahar Çiçeği, Kolpacı, Gece Kuşu gibi adlarla cinayetler işleyecekti; şu sıralarda, henüz işinde ilk adımlarını atmasına karşın yine de tehlikeliydi. Günümüzde de haydutlar ve katiller arasında ismi hürmetle anılmaktadır. La Force Cezaevinin Aslanlı Çukur bölümünde, akşam karanlığında, mahkûmlar hâlâ ondan söz ederler. 1843’te otuz mahkûmun kaçış yolundaki kanalizasyon duvarında, kaçma teşebbüslerinden birinde kendi eliyle yazdığı PANCHAUD ismi görülebilir. 1832 yılında polis kendisini izlese de henüz aleyhinde yeterli kanıt bulunacak şekilde, tam manasıyla başlamamıştı.
XI
Sefilliğin Perişanlığa Yardım Teklifi
Marius yavaş adımlarla merdivenden çıktı, tam odasına giriyordu ki ardı sıra ayak sesleri duyarak başını çevirdi. Adamın büyük kızını karşısında görünce acısı bir kat daha arttı. Ona verdiği beş frangın büyük pişmanlığını yaşıyordu ve geri isteme olanağı da yoktu, ayrıca arkalarından gitmek için çok geç kalmıştı. Başka bir arabayı nasıl bulurdu? Aslında kız belki de parayı harcamıştı bile, ona geri vermezdi ki. Kıza biraz evvel gelen kişilerin adresini sormasının da bir anlamı yoktu çünkü nerede yaşadıklarını bilemezdi. Fabantou imzasıyla yazılı mektup, “Saint-Jacques-du- Haut-Pas Kilisesi’ndeki İyi Kalpli Mösyö’ye” hitaben yazılmıştı. Marius odasına girip kapısını kapatmak için itti fakat kapı kapanmadı, delikanlı bir elin kapıyı aralık tuttuğunu gördü.
“Ne var?” diye sordu. “Orada kim var?”
Jondrettelerin kızıydı bu.
“Yine mi siz?” diye sordu sabırsızlanarak Marius. “Ne istiyorsunuz?”
Kız dalgınca durdu, hemen karşılık vermedi. Henüz içeri girmemişti, kapıdaydı. Sabahki gibi kendinden emin, ukala değildi. Marius yarı aralık kapıdan, onun kederli göründüğünü fark etti. Genç adam haykırdı:
“Hadi ama artık konuşsanıza. Benden ne istiyorsunuz?”
Kızın fersiz gözlerinde sanki bir kıvılcım çakmış gibi parlama oldu:
“Mösyö Marius, çok kederli görünüyorsunuz, neyiniz var?”
“Benim mi?” dedi Marius.
“Evet, sizin.”
“Bir şeyim yok.”
“Bir sıkıntınız olduğu kesin!”
“Hayır!”
“Ben var diyorum!”
“Beni rahat bırakın!”
Marius kapıyı itti, kız onun elini tuttu. “Durun.” dedi kız. “Hata yapıyorsunuz. Size yardım etmek istiyorum. Siz çok iyi birisiniz, paranız olmadığı hâlde bu sabah bana beş frank verdiniz. Fakat siz bana derdinizi söylemiyorsunuz, oysa ben çok üzgün olduğunuzun farkındayım. Sizin üzülmenizi istemem. Size yardımcı olabilirim, benden ne istersiniz? Ama derdinizi söylemezseniz, size nasıl yardım ederim? Babama çok yardım ediyorum; mektup götürmeyi, evlere girip çıkmayı, adres aramayı, birinin ardından giderek kendimi göstermeden izlemeyi bilirim. Derdinizi anlatın, isterseniz gidip sizin adınıza konuşurum. Böylece her şeyi yoluna koyarız. Beni istediğiniz gibi kullanabilirsiniz.”
Birden Marius’ün aklına bir şey geldi. Hangi dalı hor görür insan, düştüğünü hissediyorsa? Jondrette’nin kızına doğru yaklaştı:
“Dinle.” dedi.
Kızın yüzünde bir mutluluk ifadesi gördü, kız onun sözünü kesti:
“Ah, benimle sen diye konuştunuz, bu hoşuma gitti.”
“Tamam.” diye yanıtladı. “Şu ihtiyarla kızını buraya sen getirdin, değil mi?”
“Evet.”
“Adreslerini biliyor musun?”
“Hayır.”
“Bir iyilik yap, bana onların adreslerini öğren.”
Az önce kızın mutlulukla parlayan gözleri soldu.
“Onların adresini mi öğrenmek istiyorsun?”
“Evet.”
“Onları tanıyor musunuz?”
“Hayır.”
“Demek öyle.” dedi kız, yine neşelenerek. “O kızı tanımıyorsun ama tanışmak istiyorsun değil mi?”
Biraz evvel “onlar” dediği kişiler, şimdi acı bir imayla “o”na dönmüştü.
Marius sordu:
“Bana yardım edecek misin?”
“Şu güzel matmazelin adresini mi istiyordunuz?”
Bu “güzel matmazel” deyiminde, Marius’ü huzursuz eden bir şey vardı. Hemen atıldı: “Fark etmez; babanın adresi, kızın adresi, adres olsun yeter bana.”
Kız ona aksice baktı: “Karşılığında ne vereceksiniz?” dedi.
“Ne istersen.”
“Ne istersem verir misiniz?”
“Evet.”
“Tamam, adresi öğrenir, size getiririm.”
Başını eğdi ve sonra seri bir hareketle kapıyı çarparak çıktı. Marius yalnız kalmıştı. Bir sandalyenin üzerine attı kendini, başını ellerinin arasına alıp düşünceye daldı. Sanki başı dönmüştü. Sabahtan beri gelişen olaylar gözlerinin önüne serildi. O meleğin görünüşü, kayboluşu, şu yoksul kızın kendisine önerisi; şimdi içine bir umut ışığı dolmuştu. Marius derin düşüncelerine tekrar daldı, sonra birden Jondrette’nin kaba sesini duyarak daldığı düşüncelerden sıyrıldı. Adam yüksek sesle Marius için çok önemli olabilecek şu sözleri söylüyordu: “Ben sana eminim diyorum, onu görür görmez tanıdım.” Jondrette kimden söz ediyordu? Kimi tanımıştı? İhtiyarı mı? Demek Jondrette onu tanıyordu.
Marius genç kızı saran o sır perdesinin açılacağını ve onun kimliğini öğreneceğini düşündü. Kimdi o kız? Marius kimi seviyordu? Babası kimdi? Onları örten koyu karanlık dağılacaktı. Aman Tanrı’m! Tekrar masanın üzerine tırmandı ve gözetleme deliğine gözünü uydurdu. Jondrettelerin inini izlemeye başladı.
XII
Mösyö Leblanc’ın Verdiği Beş Frangın Gittiği Yer
Ailenin ve odanın manzarasında bir değişiklik yoktu. Sadece kadın ve kızları, gelen çıkını açmış; yün çorapları, yün bluzları, yün eteklikleri üzerlerine giymişlerdi. Yataklarının üzerlerini de o adamın getirdiği yeni battaniyelerle örtmüşlerdi. Jondrette dışarıdan yeni dönmüş olmalıydı. Kapının önünde nefes nefeseydi. Kızları şöminenin önünde yere oturmuşlardı. Büyük kız, kardeşinin yarasını temizliyordu. Kadın şiltenin üzerine yarı uzanmış, yüzünde büyük bir şaşkınlıkla