Виктор Мари Гюго

Sefiller II. Cilt


Скачать книгу

yararlanarak birdenbire yatağında aptal ve kederli bir havada yatan karısının yanından geçti ve ona hızlı bir şekilde ama çok düşük bir tonda şunları söyledi:

      “Şu adama bir bak!”

      Sonra Mösyö Leblanc’a dönerek ağıtlarına devam etti:

      “Görüyorsunuz efendim! Sahip olduğum tüm giysiler karımın iç çamaşırları! Ve hepsi üzerimde yırtıldı! Kışın ortasında bu hâldeyim! Paltom olmadığı için dışarı çıkamıyorum. Herhangi bir paltom olsa beni tanıyan ve beni çok seven Matmazel Mars’ı görmeye giderdim. Hâlâ Tour-des-Dames Sokağı’nda mı oturuyor, bilmiyorum bile. Biliyor musunuz efendim? İllerde birlikte oynadık. Onunla rolleri paylaştık. Célimene imdadıma yetişecekti efendim! Elmire, Bélisaire’e sadaka verirdi! Ama hayır, hiçbir şey! Ve evde metelik yok! Karım hasta, para yok! Kızım tehlikeli bir şekilde yaralandı, para yok! Karım boğulma nöbetleri geçiriyor. Yaşından kaynaklanıyor ve ayrıca sinir sistemi etkileniyor. Yardım almalı, kızım da! Ama doktor! Ama eczane! Onları nasıl ödeyeceğim? Bir meteliğe diz çökerdim, efendim! Sanatçıların indirgendiği durum budur. Ve biliyor musunuz güzel genç leydim ve siz, benim cömert koruyucum, biliyor musunuz; erdem ve iyilik yaydığınız o kiliseye kızımın her gün dua etmek için geldiğini ve orada sizi gördüğünü. Çünkü çocuklarımı dindar büyüttüm ben efendim. Tiyatroya gitmelerini istemedim. Ah! Ahmaklar! Onlara onur, ahlak ve erdem üzerine dersler okudum! Onlara sorun! Yaşamları, ailesiz olarak başlayıp halkla evlenerek biten mutsuz zavallılarınızdan değiller. Başta Matmazel Hiç Kimse, sonra da Madam Herkesin olurlar. Alın işte, durum bu! Fabantou ailesinde bunların hiçbiri yok! Onları erdemli bir şekilde yetiştirmek istiyorum, onlar dürüst ve güzel insanlar olacaklar ve kutsal adla Tanrı’ya inanacaklar! Peki efendim, değerli efendim, yarın ne olacağını biliyor musunuz? Yarın 4 Şubat günü, ölümcül gün, ev sahibimin bana izin verdiği son lütuf günü; bu akşama kadar kiramı ödemezsem yarın en büyük kızım, ateşli hasta olan eşim ve yaralı çocuğum, dördümüz de buradan çıkarılıp sokağa, bulvara; barınaksız hâlde yağmurda, karda dışarı atılacağız. İşte efendim. On iki aydır, bütün bir yıldır borçluyum! Yani altmış frank.”

      Jondrette yalan söylüyordu. Bu sadece kırk frank ederdi ve Marius’ün dört aylık kirasını ödemesinin üzerinden altı ay geçmemişti. Mösyö Leblanc cebinden beş frank çıkardı ve masanın üzerine attı.

      Jondrette en büyük kızının kulağına mırıldanacak zaman buldu:

      “Alçak adam! Beş frangıyla ne yapabileceğimi sanıyor? Bu bana sandalyemin ve camımın değiştirilmesi için bile yetmez!”

      Bu arada yaşlı adam mavi paltosunun üzerine giydiği büyük kahverengi paltoyu çıkarmış ve sandalyenin arkasına asmıştı. “Mösyö Fabantou.” dedi. “Benim yanımda sadece bu beş frank var ama şimdi kızımı eve götürüp bu akşam geri döneceğim. Bu akşam ödemeniz gerekiyor, değil mi?”

      Jondrette’in yüzü tuhaf bir ifadeyle aydınlandı. Canlı bir şekilde cevap verdi:

      “Evet, saygıdeğer efendim. Saat sekizde ev sahibimde olmalıyım.”

      “Saat altıda burada olacağım ve sana altmış frank getireceğim.”

      “Hayırseverim!” diye haykırdı Jondrette, heyecanla. Ve alçak bir sesle ekledi:

      “Ona iyi bak, karıcığım!”

      Yaşlı adam bir kez daha genç kızın koluna girmiş ve kapıya dönmüştü.

      “Bu akşama kadar hoşça kalın dostlarım!” dedi.

      “Saat altıda?” dedi Jondrette.

      “Saat tam altıda.”

      O anda, Jondrette’in büyük kızının gözü koltuğun üzerinde duran paltoya takıldı.

      “Ceketinizi unutuyorsunuz efendim.” dedi.

      Jondrette, kızına korkunç bir omuz silkme eşliğinde yok edici bir bakış fırlattı. Mösyö Leblanc geri döndü ve gülümseyerek ekledi:

      “Unutmadım, bırakıyorum.”

      “Ey koruyucum!” dedi Jondrette. “Yüce velinimetim, gözyaşlarına boğuluyorum! İzin verin, arabanıza kadar size eşlik edeyim.”

      “Eğer dışarı çıkarsan…” diye yanıtladı yaşlı adam. “Bu paltoyu giy. Gerçekten çok soğuk.”

      Jondrette’e bunun iki kez söylenmesine gerek yoktu. Aceleyle büyük kahverengi paltoyu giydi ve üçü de dışarı çıktı, Jondrette iki yabancının önünde yürüyordu.

      X

      Kiralık Araba Tarifesi: Saat Başına İki Frank

      Marius bütün bu olanları izlemiş ancak işin sonunda yine de hiçbir şey anlamamıştı. Gözlerini genç kıza çevirmiş, virane eve adımını attığından bu yana sadece ona odaklanmıştı. Güzel kızın orada bulunduğu zaman boyunca Marius’ün aklı başından gitmişti. O, kıza bakmıyor; saten manto ile mor kadife bir şapkanın sınırladığı bir ışığa, sanki ilahi bir varlığa bakıyordu. Odanın ortasına gökten bir yıldız inmiş olsa Marius daha fazla şaşırmazdı. Güzel kız, onlara getirdiği paketi açıp yünlü giysilere ve battaniyelere dokunurken, hasta annesiyle konuşup yaralı kardeşini teselli etmeye çalışırken; Marius bütün o zaman boyunca kendisini onun sesine ve görüntüsüne bırakmış, ağzından çıkacak her sözü duymaya çalışmıştı çünkü âşık olduğu bu kızın sesini bile tanımıyordu aslında. Şu anda onun sözlerini duyabilmek için hayatını bile verebilirdi. Bu korkunç odanın içerisinde, tüm o yalancı yaratıkların arasında sevgilisini gördüğüne bir türlü inanamıyordu.

      Onların çıktıklarını görünce Marius’ün ilk işi hemen peşlerine düşmek oldu, böylesi büyük bir tesadüf sonucu onu bulduktan sonra kesinlikle kaybetmemek için her şeyi yapmaya hazırdı. Masanın üstünden yere indi ve şapkasını aldı. Tam elini tokmağa atmış, kapıyı açıyordu ki ansızın aklına takılan bir düşünceyle olduğu yerde donup kaldı. Koridor uzun ve merdiven de çok dikti. Jondrette konuşmayı çok seven birisi olduğundan yaşlı adamın henüz arabaya binmemiş olması muhtemeldi. Ve onu görecek olurlarsa adam yeniden izini kaybettirmek için ortadan yok olabilirdi. Ne yapması gerektiğini bir türlü kestiremiyordu, beklemekten başka çaresi yoktu. Bununla birlikte araba çoktan gitmiş de olabilirdi. Marius epey şaşkındı ama karar alıp odasından çıktı. Koridor boştu, hızla merdivene koştu. Merdivende de kimse yoktu, basamakları dörder dörder indi. Yola çıktığında bir arabanın Petit-Banquier Sokağı’nın köşesini döndüğünü kederle fark etti. Marius, deli gibi arabanın peşinden koşmaya başladı. Caddenin kıvrımına vardığında kiralık arabanın Mouffetard Sokağı yokuşundan indiğini gördü ama çok uzaklaşmıştı, ona nasıl yetişecekti? Ardından koşmak olmazdı, arabadakiler kendisini tanırlardı, ihtiyar onu tanımakta hiç zorlanmazdı. Tam o anda, olağanüstü bir rastlantı sonucu bir başka kiralık arabanın yanından geçtiğini gördü. Arabaya atlamaktan başka yolu kalmamıştı, böylece hem güvenli hem de risksiz bir şekilde onları takip edebilirdi. Marius arabacıya işaret etti ve ona şöyle seslendi: “Arabanı bir saatliğine kiralamak istiyorum.”

      Marius’ün üzeri pejmürde hâldeydi, kravatı bile takılı değildi; üzerindeki eski ceketinin düğmeleri kopuk, gömleğinin yakası da yırtıktı. Arabacı, Marius’e ilgiyle baktıktan sonra sol elini uzattı, baş ve işaret parmağını birbirine değdirip para işareti yaptı.

      “Nedir?” diye sordu Marius.

      “Parayı peşin alırım.” dedi arabacı.

      İşte o zaman Marius cebinde sadece seksen santim olduğunu hatırladı: