gibi pis kokulu, havasız odanın içine çekti.
Bu beklenmedik saldırı karşısında yaşadığı ani şokla kulakları delen tiz bir çığlık attı. Bunun üzerine adam, kaba bir hareketle elini kadının ağzına kapadı.
“Karadan uzaklaşana kadar olmaz, canım.” dedi. “Ondan sonra avazın çıktığı kadar bağırabilirsin.”
Leydi Greystoke dönüp dibindeki adamın habis niyetli, sakallı suratına baktı. Adam, kadının ağzının üstündeki elini gevşetti ve adamı tanıyan kadın, dehşet içerisinde feryat ederek geri çekildi.
“Nikolas Rokoff! Bay Thuran!” diye bağırdı.
“Sadık hayranınız.” diye karşılık verdi Rus, eğilerek.
“Oğlum, oğlum nerede?” dedi, iltifatını duymazdan gelerek. “Bırak, oğlumu alayım. Nasıl bu kadar zalim olabilirsin? Gerçek hâlinde, Nikolas Rokoff olarak bile merhamet ya da şefkatten tamamen yoksun olamazsın! Nerede olduğunu söyle! Bu gemide mi? Lütfen, göğsünde kalp denilen bir şey varsa beni bebeğime götür!”
“Sana söyleneni yaparsan oğluna zarar gelmez.” diye karşılık verdi Rokoff. “Fakat unutma ki burada olman senin hatan. Kendi rızanla gelip gemiye bindin, öyleyse neticesine de katlanacaksın.” Sonra kendi kendine, “Şansın bana böylesine güleceği hiç aklıma gelmezdi.” diye ekledi.
Ardından güverteye çıktı, çıkarken de odanın kapısını esirinin üstüne kilitledi ve kadının yanına günlerce uğramadı. Meselenin aslı şuydu ki çok kötü bir denizci olan Nikolas Rokoff’u, Kincaid’in seferin en başından itibaren karşılaştığı şiddetli dalgalar sebebiyle deniz tutmuştu ve adam, kamarasından çıkamıyordu.
Bu süre boyunca genç kadının tek ziyaretçisi, ona yemek getiren Kincaid’in berbat aşçısıydı. Yontulmamış bir odun olan İsveçli adamın adı, Sven Anderssen idi ve yegâne gururu, soyadının çift “s” ile yazılıyor olmasıydı.
Adam uzun boylu, kemikli ve zayıftı; uzun sarı bıyıklı, lekeli ciltli ve kirli tırnaklıydı. Aynı güveç yemeğini sık sık yapmasına bakılırsa bu yemek, adamın mutfak sanatının medarıiftiharıydı. Pis başparmağının ılık yemeğin içine girdiğini görmek bile genç kadının iştahını kaçırmaya yetmişti.
Birbirine yakın, küçük mavi gözleri doğrudan genç kadının gözlerine bakıyordu. Adamın görüntüsünde, kedi gibi yürüyüş tarzında bile kendisini gösteren bir sinsilik vardı ve pis önlüğünü tutan yağlı kuşağına geçirerek daima belinde taşıdığı uzun ince bıçak da tüm bunlara ayrı bir tekinsizlik katıyordu. Görünüşte bu, vazifesini icra etme maksadıyla taşıdığı bir aletten başka bir şey değildi lakin genç kadın, ufak bir kışkırtmayla o bıçağın daha başka ve daha zararlı maksatlarla kullanıldığına da şahit olacağını düşünmeden edemiyordu.
Adamın ona karşı tavrı kabaydı lakin genç kadın yine de yemeğini getirdiği zaman ona kibarca gülümseyip teşekkür etmeyi asla ihmal etmiyordu. Fakat çoğu zaman, adam çıkıp da kapıyı arkasından kapatır kapatmaz yemeğin büyük bir kısmını odanın küçük penceresinden dışarı fırlatıyordu.
Jane Clayton’ın hapsedilmesini takip eden ızdırap günlerinde, genç kadının aklında sadece iki soru vardı: Kocası ve oğlunun nerede olduğu. Şayet hâlâ hayatta ise, bebeğin Kincaid’de olduğuna şüphesi yoktu lakin kandırılarak bu uğursuz gemiye getirilen Tarzan’ın hayatta kalmasına müsaade edilip edilmediğinden hiç emin değildi.
Rus’un, İngiliz’e beslediği derin nefreti elbette biliyordu ve onu gemiye bindirmesindeki niyetini düşününce aklına tek bir şey geliyordu: Rokoff’un biricik planlarına taş koyduğu ve nihayetinde Fransız Hapishanesine gönderilmesine vesile olduğu için, Tarzan’dan intikam almak maksadıyla onu nispeten emniyetli bir yere götürüp işini orada bitirmek.
Tarzan’a gelince; karısının, neredeyse tam üstündeki odada hapis olduğundan bihaber, karanlık hücresinde yatıyordu.
Jane’e yemek getiren İsveçli ona da yemek getiriyordu fakat Tarzan birkaç sefer adamın ağzından laf almaya çalıştıysa da başarılı olamamıştı. Bu adamdan oğlunun Kincaid’de olup olmadığını öğrenmeyi ümit etmişti lakin hem bu husustaki hem de benzer mahiyetteki tüm sorularına adamın verdiği cevap tekti: “Çok yakında, çok fena rüzgâr çıkacak.” Hâl böyle olunca Tarzan, birkaç denemeden sonra pes etti.
Kincaid, iki esire aylar gibi gelen birkaç hafta boyunca bilmedikleri bir yere doğru yol aldıktan sonra bir kez kömür almak için durdu fakat hemen sonrasında küçük buharlı gemi, nihayetsiz gibi görünen seferine devam etti.
Rokoff, Jane Clayton’ı o küçük odaya kilitledikten sonra onu sadece bir kez ziyaret etti. Uzun süren deniz tutması sebebiyle zayıflamış, gözleri çökmüştü. Ziyaretinin maksadı, onu İngiltere’ye sağ salim geri götürme teminatı karşılığında genç kadına yüklü bir miktar çek yazdırmaktı.
“Beni, oğlum ve kocamla birlikte medeni bir limana sağ salim indirdiğin zaman, sana istediğin miktarın iki katını altın olarak ödeyeceğim lakin o zamana kadar sana ne bir kuruş veririm ne de şartlarımı kabul etmezsen tek bir kuruş vereceğime söz veririm.” diye karşılık verdi.
“Bana istediğim çeki yazacaksın.” diye karşılık verdi adam, dudak bükerek. “Yoksa sen de oğlun da kocan da bir daha ne medeni bir limana ne de başka bir limana ayak basamazsınız.”
“Sana güvenmiyorum.” diye karşılık verdi. “Söz vermiş olsan bile paramı aldıktan sonra bana, oğluma ve kocama zarar vermeyeceğine dair ne teminatım var?”
“Bence ben ne diyorsam onu yapacaksın.” dedi, odadan çıkmak üzere dönerken. “Unutma, oğlun elimde. Eğer olur da işkence gören bir çocuğun acılı feryadını duyarsan bebeğin senin inatçılığın yüzünden acı çektiğini bilmek ve onun, senin bebeğin olduğunu düşünmek belki sana teselli olur.”
“Bunu yapmayacaksın!” diye bağırdı genç kadın. “Yapamazsın! Bu denli şeytani, bu denli zalim olamazsın!”
“Zalim olan ben değilim, sensin.” diye karşılık verdi. “Zira bebeğin ile bebeğinin zulümden emniyeti arasına azıcık bir paranın girmesine müsaade ediyorsun.”
Nihayetinde Jane Clayton, yüklü miktarda bir çek yazıp Nikolas Rokoff’a verdi. Çekini alan adam, memnun memnun sırıtarak odadan ayrıldı.
Ertesi gün Tarzan’ın hücresinin kapağı açıldı ve yukarı bakan Tarzan, kare şeklindeki girişin ışığında Paulvitch’in kafasını gördü.
“Yukarı gel.” diye buyurdu Rus. “Ama aklında bulunsun, bana veya gemideki herhangi birine saldırmaya kalkışırsan anında kurşunu yersin.”
Maymun adam kendini yukarı çekip güverteye çıktı. Etrafında yarım düzine kadar tüfekli ve tabancalı denizci, belli bir mesafede duruyorlardı. Karşısında duran Paulvitch’ti.
Tarzan etrafa bakınıp Rokoff’u aradı, adamın gemide olduğundan emindi lakin görünürlerde yoktu.
“Lort Greystoke.” diye başladı Rus. “Bay Rokoff’un planlarına mütemadiyen ve gereksiz yere müdahale ede ede sonunda kendinizi ve ailenizi bu talihsiz akıbete getirdiniz. Tüm bunların müsebbibi sadece sizsiniz. Tahmin edebileceğiniz üzere, bu seferi finanse etmek Bay Rokoff’a epey pahalıya mal oldu ve yegâne sebebi de siz olduğunuz için, tabii olarak masrafı sizin karşılamanızı bekliyor.”
“Dahası size şunu söyleyebilirim ki hem karınızın ve çocuğunuzun başına nahoş hadiselerin gelmesine mâni olmak hem de kendi canınızı kurtarmak ve hürriyetinize kavuşmak için yapabileceğiniz