Мемдух Шевкет Эсендал

Mendil Altında


Скачать книгу

vah vah! Vallahi başka ikramımız da yok…”

      Sonra aklına geldi:

      “Kız şurup ezsin…”

      “Hiç zahmet etmeyiniz, ne olacak. Biz yabancı mıyız!..” diye Nadir Hanım nazlandı, sonra da izahat verdi: Yalnız sabahları, sütün içinde biraz kahve alıyormuş. Bir de saat beşte çay…

      Doktor’un hanımı anladı:

      “A, çay hazırlayalım!” dedi.

      Nadir Hanım ona da nazlanır gibi oldu ise de emir verildi. Doktorlar, Nadir Hanım’a hem “Zayıfla.” diyorlarmış, hem de yol yürümesine izin vermiyorlarmış. Sungur Bey onun dans ettiğini istiyormuş! Nadir Hanım, yalnız biraz fokstrot33 yapıyormuş ama Sevim Hanım ile Salâ Bey çarliston,34 tango,35 vanstep,36 blakbuton37 daha bilmem ne, bunların bütün figürlerini yapıyorlarmış.

      Dans lakırtısı olunca Salâ Bey ayağa kalktı.

      “Abla.” dedi. “Şimdi bir figür var, sen onu biliyor musun? Bak böyle, lallal lalatirram tirillalala tallalam, tilalallalam…”

      “O, yeni mi? Bardaki Arabın figürü.”

      “Ben Arabı marabı bilmem, bu daha yeni çıktı. Bizim mektepte bir çocuk var, o yapıyor.”

      Nadir Hanım çocukların oynadıklarını da göstermek istiyordu.

      “Bir gramofon yok mu?” diye sordu.

      Gramofon varmış ama hiç alafranga hava yokmuş. Sevim Hanım dedi ki:

      “Belki komşularda vardır.”

      “A, iyi aklettiniz, İsmail Beylerde olacak!”

      Hemen birini gönderdiler, iki plak geldi. Sevim Hanım çarliston istiyordu, gelen plakların ikisi de fokstrot imiş. Salâ Bey fokstrotla çarliston da yapılacağını söyledi. İki kardeş oynadılar. Bir daha bir daha…

      Doktor figürlerin farkında değil, bakıyordu. Oyunun bir aralığında:

      “Şimdi de Nadir Hanım’ın figürlerini görelim.” dedi. Salâ Bey de:

      “Haydi gel, anne!” diye davet etti.

      “Aaa, deli olma, ben şimdi oynayamam.” diye Nadir Hanım biraz nazlandı ise de dinlemediler, oynattılar.

      Doktor, besleme kızın da oynamak istediğini gözlerinden okuduğu için, Nadir Hanım ile oğlu oynarken Sevim Hanım’a:

      “Bu, oyun bilmiyor mu?” diye sordu.

      “Bilmez olur mu?”

      Sevim Hanım’la besleme kız da ikinci çift oldular, Doktor’un hüzün dolu odasını şenlendirdiler.

      Çaylar geldi, oynayanlar yoruldular, terlediler, oyunu bitirip çaylarını içmeye oturdular. Doktor’un hanımı, çayla yemek için misafirlerine bir bisküvit olsun vermemiş. Sade çay Nadir Hanım’ın göynünü bulandırır ama neyse. Ses çıkarmadı. Ev lakırtısını açtı. Yalının satılık olduğunu duymuş, kendisi de bir yer almak istiyormuş. Burayı da bir bildiğe kısmet olsun diye istemiş. Evi biliyormuş ama bir kere daha görmekte ne zarar var!

      Doktor “Acaba bunlar son vapurun kaçta olduğunu biliyorlar mı?” diye düşündü ve çaylar bitince hanımına “Haydi evi gezdirelim.” diye acele etti.

      Nadir Hanım’ın da ancak o zaman vapuru kaçırmak ihtimali olduğu aklına geldiği için, kızına:

      “Sevim, son vapur kaçta idi, tarifeye baktın mı?” diye sordu.

      Neyse, evi gezecek kadar vakit varmış. Dışarı çıktılar.

      “Şimdi, bu alt kattan başlayalım, burası…”

      Doktor’un sözü ağzında kaldı. Sevim Hanım;

      “Hol neresi oluyor?” diye sordu.

      Doktor, biraz şaşırarak:

      “Hol, bilmem.” dedi.

      “Şurası kabul salonu oluyor, değil mi?”

      “Ya… Evet, işte salon gibi… Bizim misafir odası.”

      Doktor, evi Sevim Hanım’ın tabirleri ile onun istediği gibi gösteremeyeceğini anladı. İçeri odadan Salâ Bey de bağırdı:

      “Abla bak, burada ‘patebebi’yi oynatırız.”

      Sevim Hanım ayrıldı, o tarafa gitti. Doktor’un Hanımı’da Nadir Hanım’a evin köşesini bucağını göstermeye başladı.

      Doktor, besleme kızla yalnız kaldı. Karşı karşıya duruyorlardı. Kıza baktı, sırıttı. O da Doktor’a güldü. Besleme dedi ki:

      “Siz beni geçen gün gördünüz de tanıyamadınız! Şimdi artık tanıdınız mı? Çok büyümüş müyüm?”

      “Büyümüşsün ya tam gelinlik kız olmuşsun!..”

      Besleme kız içinden gelen bir sevinçle:

      “Aman!..” dedi. “Kim görse ‘gelinlik’ diyor! Gelin olmayı kim istiyor acaba!”

      “Gelin olmak mı? Kim olsa ister…”

      “Kim ister?”

      “Kim olsa ister! Mesela ben bile…”

      Kız, kısık bir kahkaha ile güldü:

      “Aa, siz gelin olur musunuz?..”

      “Olurum ya!”

      “Hem bilsen ne tuhaf olurum!” diyecek, genç kızla yârenlik edecekti. “Gider de arkamdan eğlenir misin, ‘İhtiyar bunak hâline bakmıyor da neler söylüyor!’ der misin?” diye düşündü, sustu. Hayırsız koyunu varsın dağda kurtlar yesin!

      Misafirler gidiyorlar. Evi beğenmişler mi, alacaklar mı? Belli değil. Doktor sanki biraz mahzundu. Kâküllerini düzelten, burunlarını pudralayan Nadir Hanım’la kızına veda edip odasına döndü. Pencerenin önüne oturdu. Ortalık kararmış, ışıklar yanmış. Her nedense “Ölüm nasıl olsa gelecek!” diye düşündü. Sonra Yusuf’u ve ailesini göz önüne getirdi. Bunlar da değişen, yenileşen yaşayışa ucundan kıyısından da olsa girmiş, sürüklenip giden bahtiyarlar. Doktor o hayatın dışında kalmış. Bu ne demek? Bu o demek ki hayat yürümüş gitmiş, o birlikte yürüyememiş. Geride kalmış. Bu ihtiyarlamanın, kocalmanın, ölmenin ta kendisi…

      Doktor’un karısı, elinde ışıkla odaya girdi. Onu biraz kırgın görüp sordu:

      “Rahatsız mısınız?” dedi.

      “Yok.”

      “Yeni kibarlar evi beğendiler sanırım.”

      “Ya!”

      “Nadir Hanım Yusuf’a danışıp bize ahretlikle haber yollayacak.”

      “Yollasın bakalım!”

      “Bizim içerideki odaya bir sofa koyacaklarmış…”

      “Ne demek?”

      “Bilmem, öyle konuşuyorlardı. Sofayı da hol yapacaklarmış. Hol nedir Doktor?”

      “Bilmem. O da sofa gibi bir şey olacak.”

      “Çamaşırlığı da üst kata çıkaracaklarmış. Şimdi hep öyle yapıyorlarmış.”

      “Canım, onlar evi alsınlar da…”

      Doktor’un hanımı biraz sustuktan sonra, gene söze başlayıp:

      “Ben