href="#n56" type="note">56 Bununla birlikte, Kafkaslar ve Orta Asya’da artan çok sayıdaki çatışma nedeniyle, araştırmacılar ikili ilişkilerde önemli bir gelişme olduğunu göstermek için ticari ilişkileri genişletmeyi düşünmekte tereddüt ettiler. Rus dış politikası çalışmalarının duayen ismi Dmitri Trenin, bu dönemdeki ilişkileri “şizofrenik” olarak tanımlamıştı.57
Türkiye ile Rusya arasında gelişen birden fazla bölgede meydana gelen nüfuz rekabeti, bu bölgelerdeki krizlerde kendini gösterdi. Dağlık Karabağ ihtilafı sırasında Rusya, Ermenistan’ı paralı askerler ve silahlarla destekledi.58 Türkiye’nin müdahale girişimleri, dönemin Bağımsız Devlet Topluluğu (BDT) Kuvvetleri Başkomutanı tarafından “Üçüncü Dünya Savaşı” tehditleriyle karşılandı.59 O dönem kapasiteli bir orduya sahip olmayan Azerbaycan, Sovyet ordusunda önemli görevler alan Ermeni kurmay kadrosu tarafından yönlendirilen ve Rusya’dan ciddi destek gören Ermeni ordusu karşısında başarılı olamadı ve Ermenistan, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesini işgal etti. Ermenistan’ın daha da ileriye giderek Dağlık Karabağ bölgesi dışındaki Azerbaycan topraklarını işgal etmesinin ardından Türkiye, Ermenistan ile diplomatik ilişkilerini durdurdu. Buna karşılık, Rusya’nın bölgedeki etkisi, Ermenistan’ın koruyucusu olma rolü ve Dağlık Karabağ çatışmasının çözümü için kurulan, Rusya’nın yanı sıra Fransa ve ABD’nin de rol aldığı Minsk Grubu aracılığıyla ve çatışmanın ara bulucusu olmasıyla arttı. Bu dönemde iki ülke arasında gerginlik yaratabilecek bir konu da Rusya’daki Çeçen Direnişi oldu. Fakat Türkiye’nin Çeçenlerin bağımsızlık hedefine yönelik sempatisi, Rusya’nın PKK’yı desteklemesi ve Çeçen gerillaların Türkiye’deki kaçırma ve bombalama faaliyetleriyle tehdit oluşturmasının ardından60 bir desteğe dönüşmedi. Böyle bir ortamda, Azerbaycan petrolünün Gürcistan ve Türkiye üzerinden Akdeniz kıyılarına taşınmasını öngören Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı Projesi (BTC), Rusya’nın bölgenin enerji jeopolitiğindeki tekelini zayıflattı. Rusya, BTC’yi kendi çıkarlarına aykırı olarak görse de ABD’nin BTC’ye olan ciddi desteği karşısında projeyi kabul etmek durumunda kaldı ve anlaşmayı engellemek için oyun değiştirici özellikte bir hamle yapmadı.61
1990’larda Soğuk Savaş dinamiklerinin yokluğu Türkiye ile Rusya arasındaki ikili ilişkileri önemli ölçüde iyileştirirken Sovyetler Birliği’nin dağılması; Karadeniz’i, Güney Kafkasya’yı ve sınırlı ölçüde Orta Asya’yı rekabete açık hâle getirdi. Türkiye, milyonlarca Türk-Müslüman’ın yaşadığı bu bölgeleri etki altına almayı amaçlasa da Rusya’nın geri dönüşü, Türkiye’nin uzmanlık ve kapasite eksikliği, Batı’nın Türkiye’ye sınırlı desteği, Türkiye’nin bu bölgelerde anlamlı bir etki oluşturmasını engelledi. İlişkilerdeki en ciddi mesafe ise ticaret ve enerji alanlarında katedildi. On yıllardır serbestçe ticaret yapma konusunda var olan kısıtlamaların bir anda ortadan kalkmasıyla önceleri bavul ticareti ile başlayan ikili ticaret, başta enerji ve turizm olmak üzere birçok alanda kayda değer bir artış gösterecekti.
Sonuç
Türkiye ve Rusya tarih boyunca Karadeniz, Kafkaslar ve Balkanlar’da yoğun bir rekabet içerisine girerken ekonomik ve sosyal ilişkilerini de geliştirip sürdürmüştür. Bu dinamikler tipik olarak herhangi iki komşu arasındaki ikili ilişkilerde gözlemlenebilir. Türkiye ve Rusya örneğinde, iki ülkenin imparatorluk geçmişi, bölgede etkin büyük güçlerin politikaları ve bölgenin kendine özgü güvenlik dinamikleri de önemli roller oynadı. Özellikle rejim değişiklikleri, büyük olaylar ve politika değişiklikleri yoluyla bölgesel ve küresel güç dengelerinde meydana gelen değişiklikler, ikili ilişkilerin şekillenmesinde birincil role sahiptir. Tarihî arka planın incelenmesi, Türkiye ve Rusya arasındaki güç dengesinin 19. yüzyılın ortalarından bu yana ikili ilişkilerindeki gidişatı belirleyen en önemli dinamik olduğunu göstermektedir. 19. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlılar, Rus genişlemesine direnmek için diğer büyük güçlerin yardımına ihtiyaç duymaya başladılar. Burada Batı imparatorlukları (özellikle Britanya) Osmanlı’ya destek oldu. Britanya açısından zayıf bir Osmanlı’nın ayakta kalması, Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na hâkim olarak Akdeniz’e ve Orta Doğu’ya yayılmasının engellenmesi önemliydi. Dolayısıyla bu dönemden itibaren Akdeniz Bölgesi’ndeki Batı çıkarları (önce İngiltere ve Fransa tarafından, ardından ağırlıklı olarak ABD liderliğindeki NATO ittifakı tarafından uygulanan) Türkiye-Rusya ilişkilerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. 1830’lar, 1920’ler ve örneğin 1970’lerdeki Yumuşama Dönemi’nde, Türkiye-Rusya ilişkileri iyileşti. Bu dönemlerde Türkiye, Rusya karşısında Batı’dan yeterli destek bulamamıştı. 1920’ler ve 1970’lerde ise Rusya’nın Türkiye’ye yönelik tehdidi de düşüş eğilimindeydi. Benzer şekilde, 19. yüzyılın ikinci yarısında ve Soğuk Savaş döneminin başlarında olduğu gibi, Türkiye ve Batı’nın çıkarları kesiştiğinde Türkiye, Rusya’nın yayılmacı gündemiyle yüzleşmek için daha iyi bir konumdaydı. 1990’lar, Sovyetler Birliği’nin ani çöküşü nedeniyle Rusya’nın da yüzünü Batı’ya döndüğü ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin Batı’nın rehberliğinde ilerlediği benzersiz bir dönem olarak kabul edilebilir.
Ancak yine de Batı’nın bölgeye olan ilgisindeki değişimlerin ve bunun iki ülke arasındaki güç dengesine yansımalarının Türkiye-Rusya ilişkilerinin gidişatına dolaysız bir etkide bulunduğunu söylemek güçtür. Bu kitaptaki analizin de gösterdiği üzere, iki ülke arasındaki güç dengesi ikili ilişkilere, söz konusu ülkeler dış politika yapım sürecinden geçtikten sonra yansıdı. Örneğin Lenin, Stalin ve Kruşçev’in Soğuk Savaş dinamiklerini yorumlamalarında farklılıklar mevcuttu ve dış politika vizyonlarında Türkiye için çeşitli hedefleri vardı. Benzer şekilde, Türk stratejik kültüründe siyasi bağımsızlık ve Batıcılık takıntısı, Türkiye-Rusya ilişkilerinde önemli bir etki yaptı. Dolayısıyla ikili ilişkiler analiz edilirken bahsi geçen ülkeler arasındaki güç dengesinin yanı sıra iki ülkenin iç siyasi dinamikleri de analiz edilmelidir.
İç ve dış siyasi etkenlerin yanı sıra, kritik olaylar da siyasi elitlerin sistemdeki dinamik ve değişiklikleri algılayışı üzerinde önemli roller oynamıştır. Örneğin Küba Füze Krizi’nin ardından hem ABD hem de Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş gerilimlerini azaltmadıkları takdirde insanlığın sonunun gelebileceğini görmüşlerdi. Bu dönüm noktası, 1960’larda Detente sürecini beraberinde getirdi. Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasındaki gerilimin azalması, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin özellikle ticaret alanında daha da gelişmesinin yolunu açtı. Benzer şekilde, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve SSCB’nin dağılması da yoğun iş birliğinin önünü açarak ikili ilişkilerde köklü değişikliklere neden oldu.
Sonraki üç bölümde, 2001-2022 yılları arasındaki Türkiye-Rusya ilişkileri, önemli olaylar ve yerel karar alma mekanizmaları göz önünde bulundurularak incelenecektir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
2001-2009 YILLARI ARASINDAKİ TÜRKİYE – RUSYA İLİŞKİLERİ
Bu bölümde, 2001-2009 yılları arasındaki Türkiye-Rusya ilişkileri incelenmektedir. Bu dönemde Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi, iki ülke arasındaki ilişkilere yön veren ana unsur olarak ele alınmıştır. Bu dönem, Irak’ın işgalinin etkisini iki ülkenin içerisinde bulunduğu süreç ile birlikte değerlendirmek amacıyla 2001 senesinden itibaren ele alınacaktır. Bu sürecin yönledirici gelişmesi, 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin