Muhammet Koçak

21. Yüzyıl Türkiye-Rusya İlişkileri


Скачать книгу

Bu iki fabrika Türkiye’nin müstakil bir devlet olarak ekonomik bağımsızlığını kazanmasında önemli rol oynayacaktı. Bu dönemde Türkiye, Sovyetler Birliği’nin tavsiye ettiği kalkınma planını gönüllü olarak benimseyen ilk yabancı devlet oldu.35 Türkiye bu yıllarda her ne kadar Batılı devletler ile ilişkilerini geliştirmek istese de uluslararası toplumun birçok konudaki uzlaşmaz tavrı ve Musul-Kerkük konusunda Milletler Cemiyeti’nin yanlı tutumu, Türkiye’yi SSCB ile dirsek temasında bulunmaya itmişti.

      Ancak 1930’ların ortalarından itibaren Türkiye’nin devam eden Batılı uluslararası düzenin bir parçası olma arzusu ve iki devletin Avrupa’daki çalkantılı atmosfere verdiği tepkiler, 1920’lerde başlayan süreci akamete uğrattı. 1930’larda başlayan Akdeniz’e yönelik İtalya’nın Mare Nostrum (Bizim Deniz) söylemi çerçevesinde gelişen revizyonist tavrına cevap olarak Türkiye, bölgesel ittifaklara öncülük ederek ve tartışmalı bölgelerin statüsünü Türkiye lehine değiştirerek toprak bütünlüğünü korumayı amaçladı. Türkiye’nin bu stratejisine Sovyetler Birliği olumsuz tepki gösterdi. Örneğin, 1936’da Türkiye’nin Boğazların kontrolünü yeniden ele geçirdiği Montrö Konferansı sırasında Türkiye’nin, İngiltere ve Sovyetler arasındaki diplomatik manevraları Moskova’yı hayal kırıklığına uğrattı.36 Bu dönemde Türkiye, İtalyan revizyonizmi çerçevesinde komşularının dayanışmasını sürdürmek amacıyla iki bölgesel güvenlik düzeninin kurulmasına öncülük etti. Orta Doğu’da Sadabat Paktı (Türkiye, İran ve Irak ve Afganistan’dan oluşuyordu.) ve Balkanlar’da Balkan Paktı (Yunanistan, Türkiye, Yugoslavya’dan oluşuyordu.) ile Türkiye egemenliğini güvence altına almayı amaçladı. Bu adımlar, bu paktların oluşumunu Sovyet etkisini kontrol altına alma hamleleri olarak gören Moskova’yı daha da kızdırdı.37

      İlişkilerdeki bu atmosfer İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) yıllarında da devam etti. 1939’da henüz savaş başlamadan Türkiye, önce İngiltere ile bir savunma antlaşması, ardından Fransa ve Britanya ile Üçlü Antlaşma imzalarken Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası ile Molotov‐Ribbentrop Paktı’nı imzaladı. İkinci Dünya Savaşı tüm Avrupa’ya yayıldıkça Türkiye ve SSCB arasındaki gerginlikler de artış gösterdi. Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği’ni işgale başlamasından sonra dahi Türkiye’nin Almanya’ya savaş ilan etmemesi ve 1944 yılına dek Nazi Almanyası’yla ticari ilişkilerini sürdürmesi, Sovyetler Birliği’ni kızdırdı. Savaşın sona ermesinin ardından Sovyet liderliği Karadeniz’deki tüm Müslüman nüfusu ihanetle suçladı ve 1944’te toplu hâlde Sibirya ve Orta Asya’ya sürülmelerini emretti. Bu eylem, ikili ilişkileri doğrudan etkilemese de Sovyet düşmanlığını ve Türk halkının içerisindeki şüpheciliği arttırdı. Bunun yanı sıra Karadeniz’in kuzeyini Ruslaştırarak Karadeniz Bölgesi’ndeki güç dengesini değiştirecekti.

      İki savaş arası dönemde, uluslararası sistemde devam eden istikrarsızlık; Türkiye, Sovyetler Birliği ve Batı’nın karşı tutumlu dış politika stratejileri oluşturmasını engelledi. Türkiye ve Sovyetler Birliği, her ikisi de Batı emperyalizmine karşı bir mücadeleden sonra doğmuş, Batı’nın uluslararası toplumundan izole kalan iki devlet olarak 1920’lerde birçok alanda iş birliğine imza atmışlardır. Fakat sonraki yıllarda, uluslararası ortamın değişmesine paralel olarak Türkiye, Batı ile olan bağlarını kuvvetlendirdi ve egemenliğini güvence altına almak için bölgesel paktlara öncülük etti. Bu sırada Sovyetler Birliği’nde Stalin’in yarattığı iklimin de etkisiyle içeride ve dışarıdaki siyasi aktörlere karşı duyulan güvensizliğin de etkisiyle SSCB yönetimi, Türkiye’nin izlediği dış politikayı tehdit olarak gördü. Bu durumun ilişkilerde yarattığı bozulma, İkinci Dünya Savaşı yıllarında doruğa çıktı. Soğuk Savaş yıllarının başında ikili ilişkiler, bu güvensizlik atmosferinde şekillenecekti.

      Soğuk Savaş

      Soğuk Savaş sırasında, iki savaş arasındaki yılların istikrarsızlığı, Müttefik Kuvvetlerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na karşı kesin zaferiyle sona erdi. Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği iki süper güç olarak ortaya çıktı ve iki kutuplu bir uluslararası sistem doğdu. İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, Türkiye’nin NATO üyesi olarak Sovyetler Birliği’ni çevrelemede oynadığı kilit role paralel şekilde küresel güç dengesinin Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkileri üzerindeki etkisi de arttı. Bu durum Osmanlı Devleti’nin İngiltere ve Fransa açısından Rusya’ya karşı bir tür tampon görevi icra ettiği 19. yüzyıl, bölgesel dinamikleri ile benzeşiyordu.

      Savaşın sonlanmasının ardından henüz 1945’te Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov’un, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e Boğazlarda Sovyet üsleri kurma ve SSCB-Türkiye sınırını SSCB lehine revize etme talebini iletmesiyle ikili ilişkilerde önemli bir dönüm noktası meydana geldi.38 Türkiye Cumhuriyeti siyasi elitleri tıpkı Osmanlı’nın 19. yüzyılda yaptığı gibi Rusya’ya karşı Batı’nın desteğini aradı. Türkiye’nin diplomatik girişimlerinin ardından ABD Kongresi, Rusya’nın Yakın Doğu üzerindeki kontrolünü önlemek için Türkiye ve Yunanistan’a mali ve askerî destek sağlama planını onayladı.39 Bu stratejiye göre Türkiye, Sovyetler Birliği ile Akdeniz ve Orta Doğu arasında tampon bölge rolü oynayacaktı.40 Soğuk Savaş’ın başladığı yıllarda Türkiye’nin jeopolitik konumu, Orta Doğu petrolü için bir kanal olarak ABD dış politikası adına çok önemliydi.41 Bu durum Osmanlı Devleti’nin Britanya’nın ticaret yollarındaki öneminin dönemin bölgesel dinamiklerinde oynadığı rol ile ciddi oranda benzerlik taşıyordu.

      Dönemin ABD Başkanı Harry Truman zamanında uygulamaya konan ve adına sonradan Truman Doktrini42 denilen ABD’nin bölgeye yönelik geliştirdiği strateji, takip eden yıllarda Türkiye’nin iç ve dış politikasında önemli kırılmalar yarattı. 1952’de Türkiye, Kore Savaşı’na asker gönderdikten sonra NATO’ya katıldı. Türkiye’nin NATO üyeliği ile attığı adım, yukarıda bahsedilen Türkiye’nin stratejik kültürünün temel unsurlarından biri olan Batılılaşma ile uyumluydu.43 SSCB ile oldukça iyi ilişkilere sahipken dahi Batı ile ilişkilerini ilerletme gayretinde olan Türkiye için NATO üyeliği ciddi öneme sahipti. Türkiye’nin NATO üyeliği, İkinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren Türk topraklarında varlık gösteren ABD ordusunun Türk ordusu üzerindeki etkisini artıracaktı.44 Soğuk Savaş yıllarında Türk Silahlı Kuvvetlerinin ABD tarafından donatılması ve Türk subaylarının eğitimi, Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde ciddi bir ABD etkisi yaratacak ve bu etki sayesinde ABD, Türk siyaseti üzerinde de yönlendirici bir etki sahibi olacaktı.45

      1953’te Stalin’in ölümünün ardından SSCB-ABD arasındaki Detente (Yumuşama) Dönemi ve ABD-Türkiye ilişkilerinin bozulması, Türkiye-Sovyet ilişkilerini olumlu yönde etkiledi. Yeni Sovyet liderliği, Türkiye’ye iyi komşuluk ilişkileri talep eden ve hiçbir toprak iddiası taşımadığını belirten bir nota gönderdi.46 Türkiye başlangıçta bu notayı göz ardı etti ve başlıca amaçları Sovyetler Birliği’nin güneye nüfuz etmesini engellemek olan iki Sovyet karşıtı bölgesel pakta katıldı. Türkiye, bu doğrultuda 1953’te imzalanan Balkan Paktı’na Yugoslavya ve Yunanistan ile; 1955’te imzalanan Bağdat Paktı’na