ilk diplomatik temaslarla başlamakta ve çağdaş döneme kadar uzanan ikili ilişkilerini incelemektedir. Türkiye ve Rusya, iki büyük Avrasya imparatorluğunun vârisleridir. Osmanlı ve Rus İmparatorlukları bir zamanlar Doğu Avrupa’dan Pasifik’e, Kuzey Kutbu’ndan Afrika’ya kadar olan bölgeye hâkimdi. Bu nedenle, bugün Türkiye-Rusya ilişkisinde gözlemlenen birçok önemli dinamik, derin tarihî köklere sahiptir. Bu hayati dinamiklerin örnekleri arasında Batı’nın, Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi’nde Rusya’yı dengelemesine yardımcı olma rolü, Rusya’nın yüzyıllardır devam eden ham madde ihracatı ve ülkeler arasındaki birbirini izleyen savaşlardan kaynaklanan güvenlikleştirme dinamikleri yer almaktadır. Bu bölüm iki kısımdan oluşmaktadır. İlk bölümde Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasındaki ilişkilere odaklanılmaktadır. Bu bölümde 19. yüzyılın sonlarına kadar olan ilişkiler incelenmektedir, ayrıca iki ulusun kökenleri ve gelişmeleri de özetlenmektedir. İkinci bölümde, 20. yüzyılda Türkiye ile Sovyetler Birliği/Rusya arasındaki ilişkilere odaklanılmaktadır.
Üç, dört ve beşinci bölümlerde ise 2001 ile 2023 yılları arasında Türkiye-Rusya ilişkilerinin nasıl geliştiği incelenmektedir. Kullanılan model doğrultusunda bu bölümlerin her birine, Türkiye ve Rusya’nın dönemin önemli gelişmelerine ilişkin dış politikalarını nasıl geliştirdikleri ve tepkilerinin Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl yeniden şekillendirdiği açıklanarak başlanmaktadır. Ardından, tepkilerinin Türkiye-Rusya bağlantı noktasında rekabet -çoğunlukla bölgesel kriz noktaları- ve iş birliği alanlarını -ikili ticaret ve enerji ilişkileri- nasıl etkilediği analiz edilmektedir.
Üçüncü bölümde Orta Doğu ve çevresinde yeni bir dönemin kapılarını aralayan ve 11 Eylül saldırıları sonrası gelişen süreçte gerçekleşen ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında dönüşen Türkiye-Rusya ilişkileri incelenecektir. Bu bölüm 2001 ile 2009 arasındaki dönemi ele almaktadır. İşgal sonrasında ABD’nin bölgeye gönderdiği binlerce asker ve meydana getirdiği askerî yığınak sayesinde Orta Doğu’daki etkisi görülür şekilde artsa da bu işgal ABD’nin küresel prestijini ciddi şekilde zedeleyerek yumuşak gücüne önemli bir darbe vurdu. En önemlisi de Irak işgalinin yarattığı yüz milyarlarca dolarlık masrafa rağmen bunun karşılığında işgalin bölgede yarattığı istikrarsızlık ABD açısından ek güvenlik masraflarına sebep oldu. Bu durum ABD dış politikasının sonraki dönemlerde bu alanda daha ölçülü davranmasına neden oldu. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’de Erdoğan’ın, Rusya’da ise Putin’in iktidarlarının başlaması ve pekişmesi ile aynı döneme rastladı. Bu iki güçlü ve iddialı lider, ABD’nin kıtasından oldukça uzaktaki bir coğrafyada giriştiği işgale karşı küresel bir tepkinin olduğu bir ortamda ülkelerinin dış politika gündemlerini yeniden yapılandırma şansı buldu. İki ülkenin liderlerinin bu arayışı, Türkiye ile Rusya arasında yalnızca ikili düzeyde değil; aynı zamanda bölgesel ve küresel düzeyde de ABD’nin küresel ilişkilerdeki rolüne ilişkin görüşlerindeki uyumla paralel olarak iş birliğini teşvik etti. Irak’ın işgali bu bölümün odak noktası olsa da iki ülke arasındaki ilişkileri dolaylı olarak etkileyen Renkli Devrimler gibi diğer olayların etkisi de tartışılmaktadır.
Dördüncü bölümde Suriye Krizi ve Arap Ayaklanmalarının ardından gelişen süreçteki Türkiye-Rusya ilişkileri analiz edilecektir. Bu bölümde 2009-2016 dönemi incelemekte, 2009-2016 arasındaki ikili ilişkiler ele alınmaktadır. Arap Ayaklanmalarının ilk aşamasına tepkileri benzer olsa da Türkiye ile Rusya arasında kısa zamanda özellikle Suriye’nin geleceği konusunda belirgin bir ayrışma oluştu. Türkiye ve Rusya’nın Suriye İç Savaşı’na karşıt taraflarda dâhil olmasıyla birlikte, iki ülke arasındaki gerilim de buna paralel olarak önemli ölçüde arttı. Üstelik bu dönemde Türkiye’nin ABD ile arasının giderek kötüleşmesi ve Türkiye’nin müttefikleri ile koordinasyonunun azaldığı bu dönemde henüz bağımsız askerî ve siyasi girişimlerini sınırlı tutması; Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını zayıflattı. Bu durum bölgede ABD’nin giderek zayıflayan etkisi sonrası yaşanan boşluğu Rusya ve İran’ın doldurmaya başlamasına sebep oldu. Bu dönemde Türkiye, Rusya’nın artan etkisine karşılık bölgede kendi planlarını sürdürmeye çalışsa da Batılı müttefikleri ile azalan koordinasyon, Türkiye’nin yaşadığı iç problemler ve bölgedeki gelişmelerden ötürü bu konuda başarısız oldu. Türkiye’nin Suriye sınırı üzerinde uçuş yaparak Türkiye-Suriye sınırını ihlal eden bir Rus uçağını düşürmesinin ardından gelişen süreç, gerek Türk dış politikası gerekse Türkiye‐Rusya ilişkileri üzerinde önemli bir etki yapacaktı.
Beşinci bölümde 2016’da Türkiye’de yaşanan darbe girişimi sonrası Türkiye-Rusya ilişkilerinin tecrübe edilmemiş boyutlara ulaştığı 2016 ortası ile 2022 arası dönem incelenmektedir. Önceki iki dönemin aksine bu dönemdeki ilişkileri etkileyen en can alıcı gelişme, Türkiye’nin içinde yaşandı. Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi, ABD ile Türkiye arasındaki uçurumun derinleşmesinde önemli bir rol oynadı ve Türkiye’yi iddialı bir dış politika stratejisi benimsemeye teşvik etti. ABD’nin Orta Doğu’dan uzaklaşmaya devam etmesi bu eğilime önemli ölçüde katkıda bulundu. Bu değişiklik, Türkiye ile Rusya’nın bölgesel sorunların ortak çözümünde daha derin bir angajmanın yolunu açarken savunma ve enerji sektörlerinde daha geniş ortaklıklar ortaya çıkardı.
Sonuç bölümünde, gelişen dünya düzeni ile Türkiye-Rusya bağlantısının ve araştırmanın sonuçları incelenmektedir. Nihayetinde çalışmanın sonuçları incelenerek bu çalışmanın Türk dış politikası, Rus dış politikası, Türkiye-Rusya ilişkileri, bölgesel güçler ve gelişmekte olan küresel jeopolitik üzerine sürdürülen bilimsel çalışmalara katkıları tartışılmaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİNİN TARİHÎ KÖKLERİ
Bu bölümde Türkiye-Rusya ilişkilerinin tarihî arka planı analiz edilecektir. Bulundukları coğrafyanın başat iki gücü konumunda olan Türkiye ve Rusya yüzyıllar boyunca Karadeniz, Kafkasya ve Balkanlar’da nüfuz için birbirleri ile rekabet etmiştir. İki millet arasındaki etkileşim, onların millet olma serüvenlerinde önemli yere sahip olan göçler ile paralel gerçekleşmiştir. Bugünün Rus steplerine gelen Vikingler ve Moğolların hâkimiyetinden evvel Ruslar, küçük bir Baltık halkıydı. 18. yüzyılda ise Karadeniz’in en heybetli gücü olmak için büyüyecek ve diğer varlıklara hükmedeceklerdi. Diğer tarafta Türkler, birkaç yüzyıl içinde Orta Asya’dan göç ettikleri bugünkü Orta Doğu ve Balkanlar’ın başat gücü hâline geleceklerdi.
Bu bölümün temel amacı iki ülkenin çevrelerindeki siyasi ve stratejik dengelerin değişimine karşı geliştirdikleri politikaların ikili ilişkileri tarih boyunca nasıl şekillendirdiğini göstererek ana argümanı desteklemektir. Bu bölüm, ayrıca ikili ilişkilerde 21. yüzyılda da geçerliliğini koruyan birçok mesele hakkında genel bilgi sağlamaktadır. Son olarak değinildiği üzere tarihî süreçte iki ülke arasındaki rekabet, ilişkilere hâkim olan ana dinamik olarak öne çıkmaktadır. Fakat kitabın ana odak noktası olan 21. yüzyılın Türkiye‐Rusya ilişkilerinde iş birliğinin öne çıktığı gözlenmektedir. Bu durum tarihî süreçte de ikili ilişkilerde gözlenen bir durumdur. 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması dönemi veya 1925 Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması dönemi örnek verilebilir. Bu bölümlerin analizi de sonraki bölümlerdeki 21. yüzyıl Türkiye-Rusya ilişkilerinin incelemesine ışık tutacaktır.
Bu bölüm, iki alt bölümden oluşmaktadır. İlk alt bölümde Osmanlı İmparatorluğu ile 18. yüzyıldan itibaren Rus İmparatorluğu’na dönüşecek olan Moskova Prensliği arasındaki ilişkiler incelenecektir. Bu bölüm, iki ulusun oluşumunun kısa bir açıklamasıyla başlayacaktır.