Muhammet Koçak

21. Yüzyıl Türkiye-Rusya İlişkileri


Скачать книгу

etkileyen birincil dinamik olduğudur. Türkiye yaklaşık iki yüzyıldır bu denklemdeki zayıf devlet olduğundan, iki ülkenin rekabet ettiği bölgelere yönelik Batı’nın (Britanya İmparatorluğu, AB veya ABD) politikaları ana değişken hâline gelmiştir. Burada Batı da yeknesak bir yapı olarak değerlendirilmemeli, aksine Batı içerisindeki ayrımlar da ele alınmalıdır. Bunların ötesinde, Türkiye ve Rusya’nın bu ana değişkendeki farklılıkları algılama ve tepki verme biçimleri de incelenmesi gereken bir konudur. Verdikleri tepkiler Türkiye-Rusya ilişkilerini şekillendirmekte ve yeniden biçimlendirmektedir. Dolayısıyla Türkiye-Rusya ilişkilerinin şekillenmesinde hem sistemik hem de iç değişkenler önem arz etmektedir.

      Literatür

      Bu çalışma hazırlanırken konuya ilişkin mevcut kaynaklardan yararlanılmış ve kitapta ele alınan konular bu literatürde yer alan çalışmalarda ortaya sürülen savlar dikkate alınarak işlenmiştir. Bu alt bölümde mevcut literatürün kısa bir analizi yapılarak Türkiye-Rusya ilişkileri üzerine hazırlanan çalışmamızın mevcut literatüre katkısı açıklanacaktır.

      Türkiye-Rusya ilişkilerine dair literatür iki grupta sınıflandırılabilir. Birinci grup Türkiye-Rusya ilişkilerini, iki ülke arasındaki ekonomik iş birliği ile jeopolitik rekabet arasındaki zıtlığa odaklanarak analiz etmektedir. Bu yaklaşıma göre Türkiye-Rusya ilişkilerinin barometresi bu iki dinamik arasındaki dengeye bağlıdır. Buna göre gelişen ilişkilerin ekonomik faydaları, stratejik rekabetin maliyetinden ağır bastığında ilişkiler iyileşir. Aksi durumda yani iki ülke arasındaki stratejik rekabetin ön plana çıktığı dönemlerde ilişkilerin kötüleşmesi beklenebilir. İkinci grup, Türkiye-Rusya ilişkilerini çeşitli teorik çerçeveler kullanarak açıklamayı amaçlayan birçok alt gruptan oluşmaktadır. Bu grupta yer alan çalışmalarda iki ülke arasındaki ilişkiler realist, liberal ya da Marksist bakış açılarıyla incelenmiştir. Yine bu çalışmalarda iki ülke arasındaki ilişkilerin incelenmesinin yanında Türkiye-Rusya eksenindeki olay ve durumların bu teorilerin savlarıyla uyumu da analiz edilmiştir.

      Türkiye-Rusya ilişkileri, Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından önemli ölçüde gelişerek ekonomik iş birliği alanları doğururken aynı zamanda eski Sovyet coğrafyası, Karadeniz ve Orta Doğu’da iki ülke arasında bir nüfuz rekabeti ortaya çıkardı. Bu gelişmeler konuyla ilgilenen pek çok araştırmacıyı, Türkiye‐Rusya ilişkisini ikili ticaret hacmindeki artışı ve bölgesel meselelerdeki çıkar çatışmalarını dikkate alarak değerlendirmeye teşvik etmiştir. Bu durum literatürde yukarıdaki paragrafta birinci grup olarak ele alınan eserlere kaynaklık etmiştir. 1990’lı yıllarda, iki ülke arasındaki ilişkiler artan ticaret hacminin de etkisiyle hızlı bir gelişme gösterdiğinde, çoğu araştırmacı bu gelişmeyi birden fazla bölgedeki çıkar çatışmaları arasındaki dengeye işaret ederek açıklamıştır. Örneğin Suat Bilge, ikili ilişkileri tanımlamak için “soğuk barış” terimini kullanmıştır.2 2000’li yıllarda Türkiye‐Rusya ilişkileri ciddi bir bölgesel çatışma olmadan gelişmeye devam etmiştir. Bu dönemde ikili ilişkilere dair analizler, bu eğilimin ciddi bir iyileşmeye işaret ettiği görüşündedir. Konuyla ilgili olarak Yanık, 2002 tarihli makalesinde Türkiye ve Rusya’nın ticari ilişkileri geliştirirken siyasi bağları normalleştirerek ilişkilerini daha üst bir düzeye çıkardığını savunmaktadır.3 2010’lu yıllarda ikili ilişkilerde Arap Ayaklanmaları ile başlayan, Suriye Krizi ile tırmanan ve Jet Krizi ile doruğa ulaşan gerginlik literatürü de etkiledi. Çelikpala, tarafların ilişkileri sürdürmek ve geliştirmek için daha fazla çaba sarf etmesi gereken bir balayı döneminin ardından ilişkilerin kırılgan bir döneme girdiğini belirtmektedir.4

      Türkiye-Rusya ilişkilerine dair literatür konuya daha geniş bir kuramsal çerçeveyle bakmayı seçen ve yapısal bir yaklaşım getirmeye çalışan katkılar da içermektedir. Bu değerlendirmeler, ticari ilişkilerin olumlu etkisi ile jeopolitik rekabetin ikili ilişkiler üzerindeki olumsuz etkisi arasındaki çatışmayı göz ardı etmemekle beraber Türkiye-Rusya ilişkilerinin çeşitli boyutlarda bölgesel ve küresel dinamiklerle nasıl etkileşime girdiğini açıklamaya çalışırlar. Bu alt bölümde açıklandığı gibi, literatür genellikle ekonomik iş birliği ile bölgesel rekabet arasındaki çatışmayı Türkiye-Rusya ilişkilerinde merkezî dinamik olarak ele alır. Bu dinamik, Soğuk Savaş sonrası dönemde ikili düzeyde çok önemlidir. Bununla birlikte, bu çatışmaya dayalı analizler çoğu zaman büyük resmi kaçırma riskine sebebiyet verir. Diğer bir deyişle küresel, bölgesel ve yerel dinamiklerin ikili ilişkilere etkisini beraber ele almaktan kaçınarak belli bir teorik çerçeveden ikili ilişkilerin bir kısmına odaklanarak bu tarzda bir analizden çıkacak sonucu ikili ilişkilerin tamamına teşmil etmek çoğu zaman yanıltıcı olur. Bu tarz anlatılar teorik çerçevenin sınırları bilindiği ve okuyucuya aktarıldığı ölçüde faydalı olmaktadır.

      Literatürde kullanılan en yaygın kuramsal çerçevelerden olan liberal anlatıya dayalı Türkiye-Rusya ilişkileri analizleri ikili ilişkilerdeki olumlu eğilimi her iki ülkenin liderlerinin Batılı siyası normlara muhalefetine dayandırmaktadır. Bu algının sık sık alıntılanan örneklerinden biri; Hill ve Taşpınar’ın Türkiye-Rusya ilişkilerindeki gelişmeleri, Bush yönetimindeki saldırgan ABD dış politika stratejisinin yol açtığı ortak hayal kırıklığından doğan taktiksel bir ortaklık olarak değerlendiren 2006 tarihli makalesidir.5 Bu makale, kullandığı teorik çerçeveye rağmen bütüncül bir analiz sunabilse de özellikle 2010 yılı civarında yaşanan ikili ilişkilerdeki ilerlemeyi analiz etmeyi amaçlayan birçok makale meseleyi daha dar bir çerçeveden ele alarak Türkiye-Rusya ilişkilerini liderlerin Batı’ya karşı bakışına indirgeyen bir anlatı benimsemiştir.6 Türkiye-Rusya ilişkilerini gerçekten de Batı’dan, Batı’nın sahiplendiği değerlerden ve iki ülkenin bu değerler bütünü ile ilişkisinden ayrı analiz etmek mümkün olmasa da ikili ilişkileri sadece bu yönüyle tahayyül etmek, ilişkilerin bütününü kavramayı engelleyecektir. Bu araştırmada da açıklandığı gibi, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin yarattığı bölgesel ve küresel değişimler, Türkiye-Rusya ilişkilerini olumlu yönde etkiledi. Ancak daha kapsamlı bir analiz yapıldığında bu değişikliklerin, iki liderin liderlik tarzları veya Batılı olmayan özelliklerinden ziyade, değişen bölgesel ve küresel güç dengeleri ve çıkar çatışmasıyla da ilgili olduğu görülecektir. Bu nedenle, bu analizlerin Türkiye-Rusya ilişkilerini temelden etkileyen birkaç hayati dinamiği gözden kaçırma eğiliminde olduğu söylenebilir. Dahası, bu tarz bir bakış açısı, Türkiye-Rusya ilişkilerini etkileyen diğer dinamikleri gözden kaçırma pahasına Batı merkezli bir ön yargıyı teşvik etmekte ve beslemektedir.

      İkili ilişkileri analiz etmede kullanılan yaygın kavramsal çerçevelerden biri de Uluslararası İlişkiler disiplininin önde gelen teorilerinden realizmdir. Devletleri bir bütün olarak ele alarak Uluslararası İlişkiler disiplininde genelgeçer savlar inşa etme arayışında olan bu teoriye dayalı olarak birçok ilim adamı tarafından Türkiye-Rusya ilişkileri analiz edilmiştir. Bunlardan öne çıkan çalışmalardan birçoğu Şener Aktürk tarafından üretilmiştir. Aktürk 2006 tarihli makalesinde, Türkiye-Rusya ilişkilerindeki iyileşmenin, SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya’nın Türkiye’ye yönelik tehditlerinin azalmasından kaynaklandığını savunmaktadır.7 2014 yılında, güç dinamiklerine tekrar atıfta bulunarak Türkiye ve Rusya’nın “zor günde dost, iyi günde hasım” olduğunu öne sürmektedir.8 2019 tarihli makalesinde ise Jet Krizi sonrası yakınlaşmanın Türkiye’nin iç güvenlik tehditlerini dengeleme çabasından