düşündüm de oradan gitmemeliyiz. Oradan hiç geçmedim, tenha bir yol olduğundan yolumuzu kaybedebiliriz, nereye çıkacağımızı Tanrı bilir.”
“Yine de o yoldan gideceğim,” dedi Haley.
“Şimdi aklıma geldi, o yola kaya düşmüş, geçişi kapatmış diyorlardı, değil mi Andy?”
Andy emin değildi, yola ilişkin duyduklarını yineledi ama kendisi geçmemişti oradan. Yani söyledikleri hiç de umut verici değildi.
Haley daha büyük ya da küçük yalanlar arasındaki olasılık dengesini kestirmeye alışıktı, önce bozuk yoldan gitmek istediklerini sandı, sonra istemeden bozuk yoldan söz ettiklerini, aslında düzgün yoldan gitmek istediklerini düşündü. Bu nedenle bozuk yoldan gitme kararına umutsuzca sarıldı.
Sam yolu gösterdiğinde Haley şevkle ileri atıldı, peşinden Sam ile Andy geliyordu.
Aslında yol eskiydi, bir süre önce nehre inen kestirme yol olarak kullanılmış, yenisinin yapılışından sonra da terk edilmişti. Bir saatlik gidişi açıktı, ondan sonra türlü çiftlikler ve çitlerle kesiliyordu. Sam bunu çok iyi biliyordu, yol o kadar uzun süre kapalı kalmıştı ki, Andy’nin yoldan haberi bile olmamıştı. Bunun için de görevine bağlı bir uysallıkla gidiyor, arada bir homurdanıyor ya da yüksek sesle, “Berbatmış, Jerry’nin ayakları için çok kötü”, falan gibi bir şeyler söylüyordu.
“Şimdi sizi uyarıyorum,” dedi Haley, “sizi bilirim, bu sızlanmalarla beni bu yoldan vazgeçiremezsiniz nasılsa, o yüzden susun!”
Sam acıklı bir boyun eğişle, “Efendi istediği yoldan gider,” derken bir yandan da bir olayın haberciliğini yaparcasına Andy’ye göz kırptı, Andy’nin sevinci patlama noktasına yaklaşmıştı.
Sam’in keyfi çok yerindeydi, canla başla araştırma işine girişmiş, arada bir uzakta, yüksek bir yerde bir kadın başlığı gördüğünü söylüyor ya da Andy’ye bağırarak o aşağıdaki çukurdakinin Lizzy olup olmadığını soruyor, bu telaşlı uyarıları da hep yolun en kötü, sarp kayalık, uçurumlu, hızlanmanın mümkün olmadığı yerlerinde yapıyor ve sürekli Haley’in aklını karıştırıyordu.
Böyle bir saat gittikten sonra büyük bir çiftliğin avlusuna hızlanarak karmakarışık bir “iniş yaptılar”. Görünürde tek canlı yoktu, herkes tarlalardaydı ama çiftliğin ambarı yolun tam ortasında, yalın, kare biçimiyle dikilirken o yöndeki seyahatlerinin bir sona ulaşmış olduğu kesindi.
Sam incinmiş saf bir adam havasında, “Efendiye söylemiştim,” dedi. “Hem bir yabancı nasıl olur da orada doğup büyümüş yerlilerden çok bir ülkeyi bilebilir?”
“Seni rezil!” dedi Haley. “Tüm bunları biliyordun.”
“Bildiğimi söylememiş miydim? Siz de bana inanmadınız. Efendi, oralar kapalı, çitlerle dolu, geçemeyiz, dedim, Andy duydu işte.”
Her şey tartışmaya gerek kalmayacak kadar doğruydu, talihsiz adam elinden gelen en incelikli biçimde öfkesini yutmak zorunda kaldı ve üçü de yüzlerini sağa dönüp anayola doğru atlarını sürdü.
Tüm gecikmelere karşın Eliza’nın köydeki handa çocuğu uyutmasından üç çeyrek saat sonra aynı yere geldiler. Eliza pencerede durmuş başka bir yöne bakarken Sam’in cin gibi gözleri onu hemen seçti. Haley ile Andy yaklaşık iki metre arkadan geliyorlardı. Böylesine tehlikeli bir durumda Sam şapkasını havaya atıp yüksek, garip bir sesle bağırmak gibi bir çıkar yol buldu, sesi Eliza’yı yerinden sıçrattı, hemen pencereden geri çekildi. Arama ekibi de bu arada pencerenin önünden geçip ön kapıya geldi.
Eliza için o bir anda binlerce yaşam yoğunlaşmış gibiydi. Odası bir yan kapıyla nehre açılıyordu. Çocuğu kaptığı gibi merdivenlere fırladı. Tüccar onu kıyıda gözden yiterken bir an için gördü, kendini atından aşağı attı ve bağırarak Sam ile Andy’yi çağırdı, bir geyiğin peşindeki av köpeği gibiydi. O baş döndürücü anda kadının ayakları yere değmiyordu sanki, bir an sonra kendini suyun kıyısında buldu. Hemen peşinden gelirlerken Eliza, Tanrı’nın ancak umutsuzlara verdiği bir güçle yüreklenmiş olarak vahşi bir çığlık attı ve uçarcasına kıyıda anafor yapan akıntının üstünden sıçrayarak ötedeki buz yığınının üstüne atladı. Umutsuzca çılgınlık ve umarsızlık hali olmasaydı olanaksız bir atlayıştı bu. Haley, Sam ve Andy içgüdüsel olarak bağırarak ellerini kaldırdılar.
Üstüne atladığı kocaman yeşil buz kütlesi, kadının ağırlığıyla çalkalanıp çatırdadı ama o orada bir dakika bile kalmadı. Çılgınca feryatlar ve umutsuzluğun verdiği güçle öbürüne, oradan da bir başkasına atladı, sendeleyerek, atlayarak, kayarak ama yine hemen ayağa sıçrayarak ilerledi. Ayakkabıları gitmiş, çorapları yırtılmıştı, kan her adımını işaretliyordu ama o hiçbir şey görmüyor, hissetmiyordu, ta ki düşteymişçesine bulanık da olsa Ohio kıyısını görene dek…
Bir adam kıyıdan yukarı tırmanmasına yardım etti.
“Her kimsen, yürekli bir kızsın,” dedi adam bir küfür sallayarak.
Eliza eski evinden pek uzakta olmayan bir çiftliği olan adamın sesini ve yüzünü tanıdı.
“Ah Mr. Symmes! Kurtarın beni, lütfen beni kurtarın, lütfen beni saklayın!”
“Neden, neler oluyor? Bu Shelby’nin kızı değilse n’olayım!”
“Çocuğumu, bu oğlanı, sattı o! İşte o da efendisi,” diyerek Kentucky kıyısını gösterdi. “Ah Mr. Symmes, sizin de küçük bir oğlunuz var!”
“Evet var,” dedi adam ve sert ama iyi yürekli bir tavırla kadının dik kıyıdan tırmanmasına yardım ederek. “Ayrıca da sen yürekli bir kızsın. Yiğitliği nerede görsem hoşuma gider.”
Eliza tırmanmasını bitirince adam durdu.
“Senin için bir şey yapmak hoşuma giderdi ama seni götürebileceğim bir yer yok. Senin için yapabileceğim en iyi şey oraya gitmeni söylemek,” diyerek köyün anayolunun yanında tek başına göze çarpan büyük, beyaz bir evi işaret etti.
“Oraya git, onlar iyi insanlardır. Orada bir tehlike yoktur, hem yardım da ederler, bu tür şeylere de alışkındırlar.”
“Tanrı sizden razı olsun,” dedi Eliza.
“Hiçbir durumda, dünyadaki hiçbir durumda, senin için yaptığımın önemi yok,” dedi adam.
“Bir de… elbet kimseye söylemezsiniz değil mi efendim!”
“Ağzından yel alsın! Sen beni ne sanıyorsun? Asla! Hadi şimdi aklı başında iyi bir kız gibi git. Özgürlüğünü hak ettin ve bana göre almalısın da, tıpkı benim gibi.”
Kadın çocuğunu göğsüne bastırdı, sağlam adımlarla kayarcasına uzaklaştı. Adam durup ardından baktı.
“Shelby, bunun dünyanın en iyi komşuluğu olmadığını düşünebilirsin ama bir insan başka ne yapabilir ki? O da benim kızlardan birini aynı durumda yakalarsa böyle yapar. Peşinde köpekler olan, canını dişine takmış, soluk soluğa kendini kurtarmaya çalışan hiç kimseyi görmeye dayanamam. Hem, avcı olup da öbür insanları yakalamam için bir neden görmüyorum.”
Temel insan ilişkileri konusunda hiç eğitilmemiş, bunun sonucunda da Hıristiyanca davranışlara sırtını dönmüş, daha okumuş, daha aydınlanmış olsa farklı davranacak olan bu garip barbar tavırlı Kentucky’li işte böyle biriydi.
Haley olup bitenlere nutku tutulmuş bir izleyici olarak bakakalmıştı, Eliza kıyıya tırmanıp gözden yitince anlamsız, soran bakışlarını Sam ile Andy’ye çevirdi.
“Bu