hıçkırmaya başladı.
“Sizi kullananlar için dua edin, der kitap,” dedi Tom.
“Onlar için dua etmek ha? Tanrı’m, bu çok acımasız olmuyor mu? Onlara dua edemem.”
“Doğa bu, Chloe ve doğa güçlüdür,” dedi Tom, “ama Tanrı’nın lütfu daha güçlüdür, ayrıca zavallı yaratığın o yaptıkları için ruhunun ne berbat bir durumda olduğunu düşünmelisin ve ona benzemediğin için Tanrı’ya şükretmelisin Chloe. O zavallı yaratığın yanıtlaması gerekenlerin bana sorulmasındansa bin kez satılmayı yeğleyeceğimden hiç kuşkum yok.”
Jake, “Benim de yanıtlamam gereken şeyler var, hem de yığınla. Tanrı’m, yoksa atı yakalamasa mıydık Andy?”
Andy omuzlarını silkti, onaylayan bir ıslık koyverdi.
“Efendinin bu sabah tasarladığı gibi uzaklaşmadığına sevindim,” dedi Tom. “O beni satılmaktan daha çok üzerdi. Onun için doğal olabilir ama bebekliğinden beri onu tanıdığım için buna katlanmam zor olurdu. Efendiyi gördükten sonra Tanrı’nın iradesiyle daha uzlaşmışım gibi geliyor. Başka türlüsü elinde değildi, doğrusunu yaptı ama ben gittikten sonra işlerin sarpa saracağından korkuyorum. Efendinin benim gibi her yerde gözü kulağı olması, dizginleri elde tutması beklenemez. Çocuklar iyi niyetli ama çok dikkatsiz. Bu beni kaygılandırıyor.”
Tam o anda zil çaldı, Tom salona gitti.
Efendisi yumuşak bir tonda, “Tom,” dedi, “bu beyefendiye, istediği anda seni yerinde bulamazsa kaybedeceğim bin dolarlık bir kefalet ödediğimi bilmeni isterim; bugün başka işlerini halletmeye gidecek, sen de istediğini yapabilirsin. İstediğin yere git evladım.”
“Teşekkür ederim efendim,” dedi Tom.
Tüccar, “Aklını başına topla da, efendine o zenci numaralarını çekme sakın, yoksa seni yerinde bulamadığım an her senti çatır çatır alırım ondan. Bana kulak verirse hiçbirinize güvenmemeli, yılanbalığı gibi kaygansınız hepiniz!”
Tom, “Efendim,” dedi. Dimdik duruyordu. “Hanımefendi sizi kollarıma verdiğinde sekiz yaşındaydım, siz de bir yaşında bile yoktunuz. ‘İşte,’ demişti, ‘genç efendin, ona iyi bak.’ Şimdi size sormak istiyorum efendim, size verdiğim bir sözü hiç tutmadığım ya da ters düştüğüm bir durum oldu mu, özellikle Hıristiyan olduktan sonra?”
Mr. Shelby çok etkilenmişti, gözleri yaşlarla doldu.
“Benim iyi oğlum,” dedi, “doğruyu söylediğini Tanrı biliyor, yapabileceğim bir şey olsaydı dünya bir araya gelse seni alamazdı.”
Mrs. Shelby de, “Ben de bir Hıristiyan kadını olduğumdan emin olduğum kadar eminim ki, tutarı bir araya getirir getirmez bedelini verip seni geri alacağız,” dedi.
Sonra da Haley’e dönerek, “Beyefendi, onu kime satacağınız konusunda ince eleyip sık dokuyun ve bana haber verin,” diye ekledi.
“Tanrı’m, öyleyse bir yıl içinde onu geri getirip fazla yıpranmadan size geri satabilirim.”
“Ben de o zaman sizinle alışverişimi yapar, yararınıza da olmasını sağlarım,” dedi Mrs. Shelby.
“Elbette,” dedi köle tüccarı. “Benim için fark etmez. Alıp satmak iyi bir iş de olabilir, kötü bir iş de. Ben kötü bir iş yapmıyorum. Benim tek istediğim ekmek paramı kazanmak biliyorsunuz hanımefendi, sanırım, hepimizin istediği de bu.”
Mr. Shelby de Mrs. Shelby de köle tüccarının yüzsüzce teklifsizliği karşısında kendilerini alçalmış ve çok rahatsız hissediyorlar, yine de duygularına gem vurmanın kesin gerekliliğini görebiliyorlardı. Adamın yola gelmez bir çıkarcı ve duygu yoksunu olduğu ne kadar ortaya çıkarsa, Mrs. Shelby’nin, Eliza’yla çocuğunu yeniden ele geçirmeyi başarabileceği korkusu o kadar büyüyor, beri yandan onu engellemek için başvurduğu kadınca hileler de o kadar çoğalıyordu. Bu nedenle zarif bir gülümseyişle, onu onaylayarak yakın bir tavırla sohbet etti ve zamanın geçtiğini fark etmemesi için elinden geleni yaptı.
Saat ikide Sam ile Andy sabahki kaçışın ardından dinlenmiş, zindeleşmiş, canlanmış atları getirdiler.
Sam istekli, herkesin bir dediğini iki etmemek için her an hazır beklediği bir işgüzarlığın tadını alabildiğine çıkardığı yemekten “yakıtını almış”, yenilenmişti.
Haley ona doğru gelirken başlamaya bunca yaklaştığı harekâtın tartışmasız ve üstün başarısı için kibirli el kol hareketleri yaparak böbürleniyordu.
Tam ata bineceği sırada düşünceli düşünceli, “Efendinin köpeği yok sanırım,” dedi.
“Yığınla var,” dedi Sam zafer kazanmış gibi. “Bruno var, müthiş havlar, ayrıca her birimizin huyları farklı değişik köpekleri vardır.”
Haley, “Pöh!” dedi, ardından da sözü edilen köpeklere ilişkin Sam’in mırıldanarak yanıtladığı bir şeyler daha söyledi.
“Onlara sövmeye ne gerek var,” dedi Sam.
“Efendin zencileri kovalamak amacıyla köpek yetiştirmemiş de ondan!”
Sam, adamın ne demek istediğini çok iyi anlamıştı ama yüzünde içtenlik ve umutsuz bir saflıkla ona baktı.
“Bizim köpekler çok iyi koku alır. Bu konuda hiç eğitimleri yok ama bu bence cinslerinin iyi oluşundan kaynaklanıyor. Her şeyin en iyisini yaparlar, siz bir kez kovalamacayı başlatmayagörün. Bakın şimdi, Bruno!” diye hantal Newfoundland’ı ıslık çalarak çağırdı, o da paldır küldür onlara doğru koşmaya başladı.
Haley ata yerleşirken, “Sen git bak oralara!” dedi.
“Hadi, elini çabuk tut!”
Sam elini çabuk tutarken iki arada Andy’yi gıdıklayıverdi, o da kendini tutamayıp Haley’in gazabını üstüne çeken bir kahkaha koyverdi ama Haley kamçısıyla kahkahasını hemen susturdu.
Sam, “Beni hayal kırıklığına uğrattın Andy,” dedi müthiş bir ağırbaşlılıkla. “Bu ciddi bir iş Andy. Oyun oynanacak zaman değil. Efendiye böyle yardım edemezsin.”
Haley kararlılıkla, “Nehre varan düz yoldan gideceğim,” dedi. Bu arada malikâne arazisinin sınırındaydılar. “Bu yolların tümünü de bilirim. Yeraltına giden yolları bile.”
Sam, “Elbette. İşin aslı bu işte. Efendi Haley hedefi tam ortadan vuruyor. Şimdi, nehre giden iki yol var, bozuk olan, bir de anayol. Efendi hangisini seçmek ister?”
Andy saflıkla Sam’e baktı, bu yeni coğrafik durumu duymak onu şaşırtmıştı ama ateşli bir yinelemeyle berikinin söylediğini onayladı.
“Bence Lizzy, en az geçilen yol olduğu için bozuk yolu yeğlemiştir.”
Haley her ne kadar eski kulağı kesiklerdense ve en sıradan sözden bile kuşku duysa da bu bakış açısı aklına yatmış gibiydi.
Bir an düşündükten sonra dalgınca, “İkiniz de kahrolası yalancılarsınız!” dedi.
Adamın sesinin dalgın, düşünceli tonu Andy’yi öylesine eğlendirmişti ki, biraz arkada kalıp atından düşme pahasına şöyle bir silkelenir gibi yaptı, bu arada Sam’in yüzünü hiçbir mimik olmaksızın ciddi bir üzüntü kaplamıştı.
“Elbette,” dedi, “efendi ne isterse onu yapar, en iyisi budur diyorsa düzgün yoldan gider, bizim için hepsi bir. Şimdi düşününce anlıyorum ki cidden düzgün yol en iyisi.”
Haley, Sam’in sözüne kulak asmaksızın yüksek sesle düşünerek, “Tenha yoldan