götürsem daha iyi olmaz mı?” dedikten sonra hanımlara doğru ilerledi ve Çengi Hanım’a hitaben: “Nereye gideceksiniz hanımefendi? İsterseniz sizi bu landoyla götüreyim,” deyince hanımların ikisi birden dönerek landoyu inceleyip, talihin sırf yokluk içinde meydana getirdiği bu istenenden daha fazla izni bakışlarıyla, gülüşleriyle birbirlerine verdikten sonra Çengi Hanım, gidilecek yeri belirterek pazarlığa girişti.
Orada bulunan kayıkçı, hamal, beygir sürücüsü gibi birtakım bayağı kişiler Periveş Hanım’ın etrafına toplanarak çirkin çirkin lâf atmalarla nazenini rahatsız etmeye ve haziran güneşinin gökyüzünden yerde yaşayanların başlarına dikey olarak yansıyan kızgın ışıkları da zavallıyı sıkıntıdan terletmeye başlamıştı. Bu sıkıntılı durumdan bir an önce kurtulmak ihtiyacını fazlasıyla hisseden Periveş Hanım, arabacıya işaret edip arabanın kapısını açtırdı. Hemen kendisini içeri attı. Ardından Çengi Hanım da girdi.
13
İşte Bihruz Bey’in Periveş Hanım hakkındaki dış görünüşe göre yaptığı tahminin, duygularının ve beğenisinin tek sebebi olan landonun bu nazenini taşıyarak halk bahçesinde gezintide bulunması – pek o kadar nadir olmayan – tesadüflerden birisiydi. Bununla beraber, böyle bir tesadüfün mümkün olabileceği düşüncesi Bihruz Bey’in hatırından bile geçmediğinden dolayı beyefendi, landoyla hanımlara ve hanımlar arasındaki ilişkiyle landoyu, – gördüğümüz derecelere kadar – önemsemiş ve bu önemin sonucu olarak bahçenin içinde Periveş Hanım’ın -bildiğimiz şekilde – takipçisi olmuştu.
Yukarıda tarif edildiği gibi hanımlar – Bihruz Bey de arkalarında olduğu hâlde – bahçeden çıkarak landolarına binerek, araba hareket eder etmez Periveş Hanım’ın: “Daha pek toy zavallı!” demesiyle iki hanım arasında aşağıdaki konuşma başladı.
“Âdeta budala ayol!”
“Biraz hoppaya da benziyor.”
“Zıpır derler bunlara zıpır! Fani çiçeği ne yaptın? Bakayım, hâlâ göğsünde duruyor mu?”
Çengi Hanım, Bihruz Bey’in bir ara söylediği Fransızca fane (solmuş) kelimesini “fani” diye işittiğinden ve bir hanıma ilk görüşte aşkını ilân etmek için verilen çiçeğin faniliğinden bahsetmekte güzel bağ, bir zarafet ve incelik bulamadığından, “Fani çiçeği ne yaptın?” demekle Bihruz Bey’in o münasebetsizliğini ima etmek istedi.
“Ha! Gerçek, o ne demekti acaba? Benim aşkım da bu çiçek gibidir, böyle solar gider mi demek istedi?”
“Adaam sen de! Onun ne söylediğinden, ne yaptığından kendisinin de haberi yoktu.”
“Gelecek cuma bekleyecek.”
“İşi yoksa beklesin dursun.”
“Adaam gelelim, eğleniriz. Bahçe de hiç fena değil doğrusu.”
“Her zaman böyle süslü arabayı nereden bulacaksın?”
“Böylesi olmasın da benzeri olsun. Amaç eğlenmek değil mi?”
“Ya o zaman alafranga bey yine sana bakar mı dersin?”
“Bakmazsa bakmayıversin. O da tasamın on beşi21 sanki!”
“Bahçeden çıkarken o deli deli bağıran da kimdi?”
“Aa! Bilemedin mi? Geçen gün Kadıköyü vapurundan çıkarken benim feracemin eteğine basıp da pardon diyen bey değil mi ya?”
“O budala mıydı o? Değil değil. Onun sakalı vardı.”
“Aa! Hiç ben bilmez miyim? Tam da kendisiydi.”
“Adam nemize gerek. Acaba iskelede çok bekleyecek miyiz?”
“Sanırım ki beklemeyiz. Olmazsa kayığa da binebiliriz.”
“Galiba sen canını yabanda bulmuşsun. Ey! Şimdi paraları sayacak mıyız?”
“Sayacağız ya. Arabacının bahşişini de unutma!”
“Bahşiş mi? İki saat için yüz kuruş verdikten sonra bir de bahşiş öyle mi? Üstüme iyilik sağlık, ben çıldırmadım ayol!”
Bu arada araba, Üsküdar iskelesi hizasında, hanımları gündüz aldığı noktada birdenbire durunca Çengi Hanım: “A! Geldik mi? Ne çabuk geldik, vallahi iyi!” diyerek önceden hazırladığı dört mecidiyeyle bir miktar bakır parayı arabacıya teslim etti. İki hanım arabadan indiler. İskeleye doğru ağır ağır yürüdüler, vapura girdiler. On dakika sonra vapur da iskeleden ayrılıp, İstanbul tarafına yönelerek yürümeye ve yirmi dakika içinde Haliç içindeki gemilerin arasına karışarak gözden kayboldu.
İKİNCİ KISIM
1
Odasında sigara içerek düşünür bıraktığımız Bihruz Bey, düşüne düşüne hele düşüncelerini bir sonuca ulaştırmakla, tasarılarını bir karara bağlamayı başarabildi. Bu karar da kendisini daha şimdiden cefa çeken âşığı saydığı Periveş zalimine aşkını itiraf etmeyi ve ayrıldıkları sırada kendisinin, “Saat kaçta?” sorusuna cevap verilmemesinden ve özellikle landonun hareketi sırasında bir veda işareti yapılmamasından dolayı sitem ve serzenişi içeren bir mektup yazmak, gelecek cuma günü saat sekizde ve belki daha erken bahçede bulunarak Periveş Hanım’ın gelmesini beklemek ve hanımefendi görünür görünmez hazırlanacak mektubu bir yakınlaşmayla kendisine takdim edip ondan sonraki harekât ve davranışlarını duruma uydurmak, kısacası; ulaşılmak istenilen amacın süsü olan nazlı salınışlı ve güzel endamlı ceylanı, Keşfi zevzeğine rağmen arzunun tuzağına düşürmeye çalışmaktan ibaretti.
Bu sırada üçüncü defa olarak izin aldıktan sonra salona giren Mişel, lambaları kontrol ederek, fitillerini biraz indirip yine çıkardıktan sonra beyefendinin yüzüne gizlice baktı. Hâlinde gözlemlediği sakinlik belirtisinden cesaret alarak yavaş bir sesle, “Yemek soğuyor,” diyebildi.
Bihruz Bey’in sıkıntı veren zihin meşguliyeti, söz edilen karardan sonra her ne kadar bütün bütün geçmemiş ise de haylice hafiflemiş ve sal a manjede (yemek odasında) hemen üç çeyrek saatten fazla kendisini bekleyen Muallim Mösyö Piyer’i daha fazla bekletmenin çirkin olacağı düşüncesi o zihnin bir köşesinde kendi kendini gösterebilmişti. Dolayısıyla bey, yerinden kalktı, üçte ikisinden fazlası yana yana bitmiş olan sigarasının uzamış beyaz külünü masanın bir tarafındaki sigara tablasına bıraktıktan sonra sigaradan kalan parçayı dudaklarının arasına kıstırarak yemek odasına yöneldi. Kapıdan içeriye girer girmez muallim efendiye hitaben – şüphe yok ki – artık bu defa pek saf Fransızcayla, “Affedersiniz azizim, muallim efendi! Pek önemli bir şey düşünüyordum da sizi beklettim. Ümit ederim ki bana gücenmediniz?” dedi ve tokalaşmak için hoca efendiye elini uzattı.
Mösyö Piyer oralarda değildi, zaten bütün bütün denecek derecelerde yemekten kesilmiş ve olanca iştahı, zevki, eğlencesi siyasî gazetelerin gündemdeki meselelere ilişkin sütun sütun yayınladıkları makalelerin ve yorumların okunmasına ayrılmış olan bu altmış beşlik ihtiyar, köşke geç vakit gelerek ikinci kata çıkar çıkmaz aç gözlü Mişel’in: “İsterseniz buraya buyurun, şimdi yemek çıkacaktır,” demesi üzerine doğruca yemek odasına girerek, sakosunun22 cebinden çıkardığı bir yığın gazeteden ayırdığı çarşaf kadar bir tanesini katlayıp, küçülterek bir iskemlenin üstünde tam bir dikkat ve önemle okumaya koyulmuş ve yemeğin gecikip gecikmediğinden asla haberdar olmamıştı.
Bunun üzerine Bihruz Bey’in o yolda kusura bakmamasını