AMELLIA RITA

ERICA'NIN AYNALARI


Скачать книгу

Artık yalnızlığını pek fazla düşünmüyordu. Kafası bütünüyle karışmış bir haldeydi. Ela’nın ortalığa bıraktığı boş bira kutularına ve kirli tabaklara yöneldi. Bulaşık makinesini doldururken kendinde değildi. Buzdolabından birkaç yumurta aldı ama robot gibi davranıyordu.

      Ela mutfağa girdiğinde soğuk bir sesle, “Bu ne gürültü sabah sabah! Uyumak mümkün değil bu evde!” dedi.

      Defne iliklerine kadar öfkeyle titrediyse de sessiz kalmayı tercih etti. Ela pencere önündeki masanın kenarına oturmuş, Defne’nin kahvaltıyı hazırlamasını izliyordu. “Çabuk ol lütfen,” dedi. “Yarım saat sonra çıkmam gerek evden.”

      Defne mırıldandı.

      “Akşam geleceksin değil mi?”

      Ela öfke saçan bakışlarla çıkıştı.

      “Ne diyorsun kızım ya! Kedi gibi miyavlıyorsun. Yüksek sesle söyle de anlayalım ne dediğini.”

      “Yok, bir şey demedim,” diye karşılık verdi Defne burnunu çekerek.

      “Akşam geleceğim ama geç kalabilirim. Bu akşam Bahar’la buluşacağız, yeni bir iş için. Yemeği onun iki arkadaşıyla birlikte yiyeceğiz. Eğer bu iş olursa harika para kazanacağım. Uluslararası bir turizm şirketi Türkiye’de mağazalar zinciri açıyormuş. Aradıkları özelliklere sahibim. İngilizceyi iyi konuşan ve İstanbul’un her köşesini iyi bilen bir yöneticiye ihtiyaçları varmış.”

      Defne, eğer konuşursa çektiği üzüntünün anlaşılacağı korkusuyla başını sallamakla yetindi. Ela onun solgun yüzüne, ince bedenine acınası bir varlığa bakar gibi bakıyordu. En son ne zaman göz göze geldiklerini düşündüyse de hatırlayamadı. Sonra yeni iş hayaline odaklanarak tabağındaki omleti yemeğe başladı. Defne’nin giderek kötüleşen ruh hali, Ela’yı da baskısı altına almıştı. Kendini bir cendere içinde hissediyor, onu bundan böyle yalnız başına bırakamayacağını biliyordu. Defne’nin kendisini bu hale getirmesi ve hayatlarını zorlaştırmasına için için öfkeleniyor, hırçınlaşıyordu. Hemen ardından onu terslediği için büyük bir pişmanlık duyuyor ve gönlünü almak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

      Terk edilmiş gibi görünen sokakta, sadece görkemli eski konağın ışığı yanmaktaydı. Sokak lambası da bozulmuş olmalıydı, yanmıyordu. Sokak her zamankinden daha karanlıktı.

      Defne giriş katta, penceresinin yanındaki rahat koltukta yerini almış, dışarıya bakıyordu. Gece yarısını çoktan geçmişti ve az da olsa sokağı aydınlatan ay, bulutların arasına gizlenmişti. Sokak bütünüyle karanlığa bürünmüştü. Defne oturduğu odanın ışığını kapatıp yeniden pencere kenarına yerleşti. Böylece daha iyi görebilecekti boş sokağı. Ela’yı bekliyordu, bir an önce gelmesi için dualar ederek. Beş aydır defalarca yaşanmıştı bu sahne ve her seferinde geri dönmüştü Ela.

      Ya bu defa gelmezse?

      Bu düşünceyle ani bir sıkıntı bürüdü Defne’nin kalbini. Ya gelmezse! Ya gelmezse! Bunu düşünürken bir el kalbini tutup sıkıyor, sıkıyor, sıkıyormuş gibi hissediyordu.

      Bu sırada acı bir çığlık, karanlık ve sessiz sokağın her köşesinden işitilebilecek şekilde çınladı. Bu, yakınında durulacak olsa kulakları acıtacak kadar tiz bir sesti. Defne hiç tereddüt etmeden yerinden fırladı ve koşup kapıyı açtı. Çığlık şimdi, bir çocuk ağlamasına dönüşmüştü. Hatta çocuk da değil bir bebek ağlıyordu, tam da çöp konteynerinin yanında duran bir karton kutunun içinde.

      Defne yaklaştıkça kutunun içindeki sakinleşiyordu sanki. Öyle ki kutunun yanına vardığında bebeğin ağlaması mırıltılara dönüşmüştü.

      O anda bulutların arasından çıkarak ortalığı yeniden aydınlatan ay, bebeğin güzel yüzünde tüm gücüyle parladı. Sanki bebek için çıkmıştı yerinden.

      Defne uzandı, gözlerinin üzerine düşen sarı bukleyi kenara çekerek bebeğin ortaya çıkan güzel yüzüne baktı. Gözleri ay ışığında sevinçle parlıyordu. Defne, bebeği kucaklayarak hızlı adımlarla eve döndü, içeri girip kapıyı kapattı. Pencere kenarındaki koltuğa otururken soluk soluğaydı, heyecandan dizleri titriyordu. Bebeği göğsüne yatırıp sıkıca tutarken diğer eliyle de saçlarını okşuyordu. Bir taraftan da tatlı bir ninni mırıldanıyordu.

      “Bebek uyuyor, güzel bebek uyuyor…

      Bebek büyüyecek, güzel bebek büyüyecek.”

      Bebeği bir anda ölesiye sevdiğini hissetti, daha şimdiden bir parçasıymış gibi benimsemişti. Bu sırada nereden geldiğini bilmediği birtakım sesler duydu. Birisi yüksek sesle radyo dinliyor olmalıydı. Kirli saçlı kadın mı acaba, diye düşündü Defne. Yayın o kadar cızırtılıydı ki… Radyodaki bir kadın yerel haberleri sunuyordu sanki, fakat cızırtılardan ne dediği anlaşılmıyordu. Arkadan, bir taş plaktan yükselen nağmeler işitiliyordu.

      Defne gözlerini kapattı. Taş plaktan yükselen sesi ayırt etmeye çalıştı fakat bunun aynı zamanda son dönemde hit olmuş pop müzik türünden bir şarkı olduğunu anladı. Bu yeni şarkının taş plakta çalması mümkün değildi. Üstelik de kadeh seslerinin arasından…

      Defne bir kutu içindeki bebeği bulduğu anda kirli saçlı kadın balkonda sigara içiyordu ve bu sırada gözü çöp konteynerinin çevresindeki hareketliliğe ilişti. Konakta yaşayan genç kadın bu kez ne tür bir çılgınlık yapıyordu acaba?

      Balkon kapısından içeriye hücum eden soğuk hava dalgası, kirli saçlı kadının kocasını sinirlendirmişti.

      “Hümeyra içeri gir de kapıyı kapat artık istersen. Ev buz gibi oldu. Doğal gaz faturasını sokağı ısıtmak için ödemiyorum.”

      Kocasının sevgi ve saygı ifadesinden çok uzak olan kaba ses tonuyla irkildi Hümeyra. Rüzgâr kirli saçlarını kabartmış, iyice dağıtmıştı. Hırkasına sarılıp içeri girmeden önce, çöp konteynerinin çevresini turlayan Defne’ye son bir bakış attı.

      Kocasına, “Bu kadından korkmaya başladım Arif,” dedi. “Çöp kutusunun çevresinde en az yirmi tur attı. Kucağında da şal gibi bir şeye sardığı tuhaf bir şey taşıyor. Sonunda bütünüyle delirdi galiba.”

      “Bırak artık şu kadını gözetlemeyi, ayıp yahu! Yakışıyor mu sana? Yapacak bir işin yok mu senin? Ne zararı var sana biçarenin!”

      Hümeyra oflayıp puflayarak içeriye girdi.

      Arif, hiçbir zaman eğlenceli biri olmamıştı fakat en azından eskiden bu kadar çok söylenen, şikâyet eden biri değildi. Kendisini eleştirmekten başka bir söz çıkmaz olmuştu ağzından. Bunları düşündüğü anda, Arif’in ağzından Hümeyra’yı haksız çıkartacak bir cümle döküldü.

      “Bir çay demlesen de şöyle tatlı bir sohbet eşliğinde baş başa içsek!”

      3. BÖLÜM

      Bir Opera Melodisi, Ritüel, Gölge ve Ninni

      Gün ağarmanın derdinde,

      Her köşede başka bir oyun sahnelenirken

      Özgür bırak kediyi. Bırak o kediyi.

      Bebek nerede peki?

      Ne hikâye ama…

      “Bu ne be, iğrenç kokuyor burası! Defne! Defne! Ah, ölmüş mü yoksa, yok yok nefes alıyor, kalk kızım ya, nedir bu halin senin!”

      Ela gördüğü manzara karşısında korkmuş, hatta dehşete kapılmış bir halde Defne’yi omuzlarından