hayal görmüştü!
Eve girdiğinde kendisine şaşkınlıkla bakıp neler olduğunu anlamaya çalışan annesine, “Bir arkadaşımı evin önünde gördüm de… Ben inene kadar gitmişti,” diyebildi.
Bu iki kadını görmek aklını bütünüyle karıştırmıştı. Kulakları çınlıyor, çınlamaların arasında fısıltılar, sesler duyuyordu. Kuyunun başında gördüğü iki kadın sanki yanına gelmiş de iki kulağına birden aynı anda fısıldıyorlardı. “İçeri gir! İçeri gir!”
Oturduğu kanepede birdenbire ağlamaya başladı. Eve geldiği andan itibaren ağlamamak için kendini zor tutmuştu ama daha fazla dayanamadı. Yaşadıkları ona çok ağır gelmişti, gözlerinden boşanan yaşlara engel olamıyor, sarsıla sarsıla ağlıyordu. Şaşkınlıkla kendisine bakan annesi Yıldız’a olanları anlatabildiğinde onun da öğrendiklerinden oldukça sarsıldığı görülebiliyordu.
Fakat Yıldız’ın şeytanı hazırda beklerdi hep ve kulağına fısıldamakta gecikmezdi. Birkaç dakika sonra, “Efsunlu musun nesin bilmiyorum ki!” diye tısladı Yıldız. “Böylesine korkunç bir hikâyenin kahramanlarından biri olmak zorunda mıydın? Şimdi ya kadın polislere kızını senin ittiğini ya da senin yüzünden o çukura düştüğünü söylerse? Sonuçta düşmeden hemen önce çocuğun saçını çekmişsin. Ya seni suçlarlarsa? Ne diye dokunuyorsun milletin çocuğuna? Nasıl beceriyorsun başına sürekli yeni dertler açmayı? Seninle uğraşmaktan bıktım ama ha, sanki kendi derdim bana yetmezmiş gibi!”
Sare gözlerini devirerek annesine bakarken ondan başka türlü bir tepki beklemediği de açıkça anlaşılabiliyordu. Annesinin beyninin içinde sabaha kadar canlanacak felaket sahnelerinin arasında en az rol alacak oyuncunun Damla olduğunu biliyordu.
5. BÖLÜM
Müdavim
Hangi sabahın güneşi yıkadı seni? Hangisi daha kirli? Bedenin mi, benliğin mi? Daha yüksek sesle haykırır konuşulmayanlar, Sadece hedeftekiler tarafından duyulurlar!
Koridora sıra sıra dizilmiş müzikli ve içkili küçük mekânlardan sızan loş ışık, aynı zamanda bu mekânların müdavimi olanların burnuna çok tanıdık bir kokuyu da getiriyordu. İçeriden gelen uğultu ve seslerden canlı müzikle birlikte gecenin de başlamak üzere olduğu anlaşılıyordu.
Öksürükler, kahkahalar…
Meltem’in yöneldiği mekânın kapısında duran, lacivert pantolon ve beyaz gömlekli iki koruma içeri girmek isteyen müşterilerle ilgileniyor, ilk kez gördükleri kişileri kuşkuyla inceliyorlardı. Aslında onlara koruma demek pek de doğru sayılmazdı. Çünkü bu mekâna gelen herkes çok tanıdıktı ve burada neredeyse hiç olay çıkmazdı. Bu nedenle kapıda koruma görevini içeride çalışan garsonlardan iki tanesi nöbetleşe yaparlardı. Elbette bu küçük eğlence mekânlarına ev sahipliği yapan binanın ana giriş ve çıkış kapıları çok sayıda güvenlik görevlisi tarafından korunmaktaydı. Eşek sudan gelinceye kadar dövülerek atılmıştı bu kapıdan nice dağ gibi babayiğitler…
Meltem kapıdan içeri girerken kısa boylu olanın yanağından bir makas aldı.
“Süpersin Numan.”
Numan elini ağzına götürerek o kendine özgü, herkesçe bilinen ve çok sevilen şaşırma ifadesini yaptı. Ardından beklenen, muzip, kıs kıs o gülüş…
Numan’ın yanında duran ve işe yeni başlayan uzun boylu adam, şımarık ve ciddiyetten uzak bulduğu bu selamlaşmayı içten içe kınayarak burun kıvırdı. Gereksiz hareketlerdi bunlar. “Pehhh!” dedi içinden.
Meltem mekânın asma katındaki ofise geçti. İçeride henüz kimse yoktu. Kot montunu astı, tuvalete girdi, makyajını tazeledi. Siyah mini etek ve doğal taşlarla süslenmiş siyah bir büstiyer giyindi. Tam merdivenlerden aşağıya inecekken sehpanın üzerinde duran paraları gördü, geri dönüp destenin arasından bir tane iki yüzlük çekti ve rulo yaparak cebine yerleştirdi. Basamakları inerken, gidip bir şeyler yerim, diye düşünüyordu. Üzerinde hiç para kalmamıştı bara geldiğinde.
Barın arkasına geçtiğinde asılı duran boş bardaklardan birine uzandı. İlk yudumunu alırken Doğan’ı gördü ve çapkın bir ifadeyle göz kırptı.
Bar tezgâhının altındaki ahşap kapıdan içeri giren Doğan, Meltem’in arkasına geçip kollarını ona doladı. Arzulu bir öpücükle karşılık verdi Meltem. Bu sırada orta yaşlı bir müşteri sipariş vermek için bara yaklaştı. Adam, Meltem’in uzattığı ellilik bira bardağını alırken onu ve Doğan’ı süzmekten kendini alamadı. Barın diğer köşesindeki taburesine oturduğunda çaktırmadan onları incelemeye devam ediyordu.
Kart zampara. Kızın babasıyla aynı yaşta olduğuna eminim, diye düşündü Meltem’in kalçalarını süzerken.
Mekândaki on dört masadan sadece iki tanesi boştu ve dolu masaların bir tanesi dışında diğerlerinde tanıdık yüzler oturuyordu; neredeyse her cuma gelen müdavimler. Sahnede saat 21.00’e kadar program yapacak olan genç ses sanatçısı, bütünüyle yoğunlaşmış bir halde, yaklaşık beş saatten beri şarkılarını söylüyordu. Meslekteki ilk haftalarını yaşamanın verdiği heyecana; fark edilme, keşfedilme ve yükselme gibi umutlar da eklenince, beş saat daha, ses telleri çatlayana kadar söylemeye devam edebilirdi. Birisinin ona bir yıldız parıltısına sahip olmadığını söylemesi gerekiyordu aslında.
Hangisi daha acımasız?
Gerçeği söylemek mi? Umudunu beslemek mi?
Saatler geçtikçe masada oturanlar şarkılara daha fazla eşlik etmeye, ayağa kalkıp masaların aralarındaki minik boşluklarda dans etmeye başladılar. Saat 21.00’de sahnedeki yeni, kibarca veda ederek ve iyi eğlenceler dileyerek sahneden inmiş, yerini gece yarısına kadar şarkı söyleyecek, daha az yeni başka bir arkadaşına bırakmıştı. Gece yarısından sonra daha hareketli parçalarıyla ülkedeki herkesin tanıdığı ünlü sanatçı sahnedeki yerini almış, herkesçe bilinen o hit şarkılarını söylemeye başlamıştı.
Ünlüydü, başarılıydı tamam ama sanki kendinden önceki iki sanatçı kadar oturmamıştı nedense sahneye. Şarkı söylerken sık sık duruyor, masalarda, kendi aralarında konuşan müşterileri sessiz olup kendisini dinlemeleri ve çatal kaşık sesleri çıkarmamaları yönünde hafif yollu azarlıyordu. Meltem, slow sayılabilecek bir parçada çılgınca dans ederken ünlü sanatçı onu süzüyor, bir an önce yere yığılmasını ve sahneden uzaklaşmasını diliyordu. Herkesten saygı bekleyen ünlü sanatçının aradığını burada ve benzer mekânlarda bulamayacağı çok açıktı. Çünkü içeridekiler gevşemiş, rahatlamış, bambaşka âlemlere dalmışlardı. Gülüyor, ağlıyor, zıplıyor, ne ses sanatçısıyla ne de başka bir şeyle ilgileniyorlardı. Şarkılara olanca güçleriyle eşlik ettiklerinde şarj olan cep telefonları gibi yepyeni bir enerjiyle doluyorlardı. Sanatçının sesi giderek daha az duyulur hale geliyordu.
Saatler sabaha doğru hızla ilerlerken sonunda ünlü sanatçının dileği kabul oldu ve Meltem boş bir çuval gibi yere yığıldı. Hiç kimsenin onunla ilgilendiği ya da ona neler olduğuna aldırış ettiği yoktu. Bu neredeyse haftada bir yaşanan, alışılagelmiş bir görüntüydü. Numan ve uzun boylu, koltuk altlarından tutup, Meltem’i içeri doğru çekerken Doğan göz ucuyla onları izliyor, barın içindeki bir dolaptan çorba kâselerini çıkarıyordu. Neredeyse gün ağaracaktı ve masalardaki kadehlerin yerini, mis gibi kokan çorbalarla dolu kâseler alıyordu.
Meltem asma kattaki uzun, deri ofis koltuğunda boylu boyunca yatıyordu. Aşağıdaki