Ela’yla ilgili başka görüntüler de bir görünüp bir kayboluyordu. Yaşandığı anı hiç hatırlamadığı diyaloglar kulaklarında çınlıyordu. “Rüyamda görmüş olmalıyım,” dedi kendi kendine. Kafa karışıklığından kurtulmanın en iyi yolu olarak görürdü ve bu nedenle hep rüyalara, kurduğu hayallere sığınırdı.
Görüntüler kafasında gidip geliyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Eve tanımadığı insanlar yerleşirken kendisinin nerede olduğunu, neler yaptığını ve neden hiçbir şey hatırlamadığını anlamaya çalışıyordu. Kafası zonkluyordu. Bu sırada bebek ağlaması yine duyulmaya başladı. Ses üst katta yankılanıyor ve hiçbir kuşkuya yer vermeyecek kadar net duyuluyordu.
Defne yukarı çıkmak için basamakların önünde durdu. İşte bu, en zorlandığı anlardan biriydi. Yaşadığı bu konakta üst katlara çıkmak onun için büyük bir olaydı. Mecbur kalmadıkça asla bunu yapmazdı ve en son çıkışının üzerinden ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyordu bile. Konağı temizlemek için belirli aralıklarla gelen Nermin bütün katları sırayla köşe bucak temizlerdi.
Basamaklardan dördünü çıktı ve yeniden geri indi. Sonra üç basamak çıktı ve indi. Bu kez iki basamak çıktı ve tekrar indi. Son olarak bir basamak çıktı ve bir basamak indi.
Elini üç kez çırptıktan sonra iki eliyle saçlarını sıvazladı. İşte, ritüeli tamamlanmıştı. Koşar adımlarla üzerine bastıkça gıcırdayan eski basamakları tırmandı. Bebeğin sesi gittikçe daha yakından geliyordu. Başı dönmeye başladı. Evde kimse yoksa bebek nasıl yukarı çıktı? Bu düşünceyle kalbi korkuyla sıkıştı. Kat arasında durdu, korktuğu her zaman yaptığı gibi bulunduğu yerde sola doğru, kendi çevresinde üç kez döndü. Böylece kötülüklerden korunacağına inanarak son basamağa kadar tırmandı. İşte, orta kattaydı, kalbi hızla çarpıyor, boğazı düğümleniyordu. Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı ve o anda bunu yaptığına hemen pişman oldu. Çünkü kontrolü kaybetmiş gibi hissetti, yeniden açmaya cesareti yoktu ve bebek susmuştu. Ardından bir gramofondan yükselen eski bir şarkının melodisini duydu. Şimdi yüreği yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Gramofon tavan arasındaydı ve orada hiç kimse yoktu. Gözlerini açtı ve ne kadar korksa da bebeği bulmaya karar verdi. Evet, kesinlikle eve yabancılar girmişti ve bebeği odalardan birinde ya da çatı katında tutuyorlardı. Şöminenin üzerinde duran mermer şamdanı aldı. Bununla kendini koruyabilirdi. Müzik aniden sustu ve bebek yeniden ağlamaya başladı. Ses çatı katındaki daireden geliyor olmalıydı. Atıldı, elinde şamdanla delicesine koşup bir kat daha çıktı ve kat arasında yeniden dikkat kesildi. Ardından çatı katının daha az basamaklı merdivenlerini tırmandı.
Çatı katının kapısı tuhaf bir şekilde ardına kadar açıktı. Kapıyı iterek içeri girdi. İşte, bebek oradaydı. Salondaki koltuğun üzerinde tek başınaydı ve ağlıyordu. Defne’yi görünce birden sustu, sanki rahatlamıştı. Defne uzandı ve onu kucakladı.
Gözleriyle taradı geniş salonu. Her yer tertemiz ve her şey yerli yerinde görünüyordu. Temizlikçi kadının iyi iş çıkardığını düşündü. Ona güvenmekle hata etmemişti, ki Defne’nin bu kata hiç çıkmadığını bildiği halde kadın her yeri pırıl pırıl temizlemişti.
Defne korku içinde titriyor, burada neyle karşı karşıya kalacağını hesaplamaya çalışıyordu. “Bebek bu kata tek başına gelmiş olamaz. O zaman evde kim var?” diye mırıldanıyordu kaygıyla. Kesinlikle Ela olmalıydı bu ya da yanındaki Alp! Nermin’i de uzun zamandır görmediğini düşündü ama o zaman evi kim temizlemişti? Mantıklı düşünmeye çalıştı. Ben dışarıdayken Ela ona kapıyı açmış olabilir ve parasını da ödemiştir.
“Ela!” diye bağırdı korku dolu bir sesle.
Bir cevap gelmedi. Dönüp pencerenin önündeki koltuğa baktı. Sehpanın üzerinde bir kahve fincanı duruyordu. Kalkıp dokundu. Fincan soğuktu ama içi yarıya kadar kahve doluydu. Dehşete kapıldı, kalbi yerinden çıkacakmışçasına atıyordu. Masanın üzerine takıldı gözü ve ağırlık olarak konulan kül tablasının altında duran kâğıt paraları gördü. Hemen yanında mavi, kumaş bir bel çantası duruyordu ve bu çanta kendisine aitti. Yıllar önce dedesi armağan etmişti. Peki buraya nasıl gelmişti?
Kendisini mantıklı düşünmeye zorladı.
Bu evde, tüm bu katlardaki odalarda, eşyalarda, insanın kendi evinde bu kadar korkutucu ne olabilir ki? Kesin Ela ya da onun arkadaşları kalıyor bu katlarda. Bebeği de onlar getirmiş olmalı buraya. Mantıklı düşünmek iyi gelmişti. Üstelik şimdiye kadar bu eski konakta, biricik yuvasında canı asla tehlikede olmamıştı. Fakat mantıklı düşünceler rüzgâr gibi hızla gelip geçiyordu zihninden ve yerini yine kaygılara bırakıyordu. Tamam ama bebeği çatı katına getirdilerse kendileri nereye gittiler?
Bebeğe sımsıkı sarıldı. “Korkma küçüğüm! Seni yalnız bırakmayacağım.”
Bebek halinden memnun bir şekilde tatlı tatlı bakıyordu Defne’nin yüzüne. Yüzü o kadar tanıdıktı ki… Henüz konuşamayan küçük bebek sanki gözleriyle ona merak ettiği her şeyi anlatacaktı.
Defne oturduğu yerde pencereden dışarıya baktı. Bakkal dükkânını gördü. İçeriden çıkan iki kadınla ilkokulda aynı sınıftaydılar. Onlar da bu sokakta doğmuş ve büyümüşlerdi. İkisi de birkaç bina ötede oturuyordu. Defne, onlarla arkadaşlık etmeyi başarabilseydi hiç değilse ara sıra keyifli çay saati sohbetleri yapabileceğini biliyordu. Hemen ardından bir kez başlattığında durduramayacağını düşündü. İhtiyaç duyduğunda yalnız kalabilmesi Defne için çok önemliydi ve hareketli bir sosyal yaşam bunu imkânsız kılabiliyordu. Kendinle baş başa kalmak istediğinde ne kapı sesi ne telefon sesi duracaktı ve karışmış kafasını toparlamak için ihtiyacı olan zamanı kendine ayıramayacaktı. İşte bu korku Defne’yi arkadaşlarından hep uzakta tutmuş, Ela dışında çocukluğundan bugüne taşıdığı bir arkadaşı olmamıştı.
Ela hep farklı olmuştu ve arkadaşlığı Defne’yi hiç ürkütmemişti. Çünkü Ela boğmuyordu Defne’yi. Onu anlıyor, yalnız kalmak istediğini fark edip uzaklaşıyor ya da aynı ortamda olsalar bile kendine ait işlerle meşgul olarak Defne’yi rahat bırakıyordu. Ela, Defne için ilaç gibiydi, varlığı huzur veriyordu ve çok iyi hissettiriyordu.
Defne bunları düşünürken, “Büyümek istemiyorum!” diye bir ses çınladı odada.
Defne kucağında bebekle ayağa kalktı. Bebek konuşmuş olamazdı çünkü henüz birkaç aylıktı. Bebeğe baktı ve sonra odaya bir göz attı. Bu sırada, bu kez kucağındaki bebekten geldiğinden emin olduğu o ses, “Büyümek istemiyorum!” dedi yeniden.
Sinirleri iyice bozulan Defne sanrılar gördüğünden emindi. İçini çekti, “Her şey düzelecek,” diye mırıldandı.
Bebekle birlikte koridorun sonundaki mutfağa gittiler. Sütün içine biraz nişasta ve şeker karıştırarak bolca muhallebi pişirdi Defne. Şimdiye kadar hiç kullanmadığı mutfakta nasıl olup da taze süt, şeker, su ve nişasta bulabilmişti? Üstelik buzdolabı ve mutfak dolapları ağzına kadar erzak, taze meyve ve sebzelerle doluydu. Ela’nın ya da Alp’in işi olmalı. İkisinden biri buraya yerleşti demek ki, diye düşündü yeniden. Aklına gelen en mantıklı düşünce buydu. “Acaba kiraya mı verdiler?” diye mırıldandı sonra. Fakat kendisi gün boyunca giriş katta, konağın ana giriş kapısını görür halde oturuyordu ve eğer bir yabancı içeri girecek olsaydı bunu çoktan fark ederdi. Ve Ela asla böyle gizli saklı işler yapmazdı!
Bebeği kucağından bırakmıyor, Ela eve gelmeden önce titreyen elleriyle doyurup uyutma işini bitirmek istiyordu. İçeride hiç kimsenin bulunmadığından emin