açtı ve bakışları, göğsüne bastırdığı küçük kediye kaydı. Onu öyle sıkı tutmuştu ki bu kadar küçük bir kedinin elinden kurtulup gitmesi mümkün değildi. Kedi çaresizlik içinde teslim olmuş, öylece bırakmıştı kendini Defne’nin göğsünde birleştirdiği avuçlarının arasında. Zaten istese de çırpınıp direnecek, gidecek gücü kalmamıştı besbelli.
Ela, Defne’nin bileklerindeki çiziklere baktı ve kedinin bir süre direndiğini, kaçmak için çabaladığını anladı. Ardından, çekip aldı hızla yavruyu Defne’nin kolları arasından. Kedinin iskelete dönmüş bedenine bakarken tuhaf bir duygu fırtınası tüm benliğini sarsarak geçip gitti. Eğer acil yardım almazsa zavallı kediciğin ancak birkaç saat daha yaşayacağı açıkça görülebiliyordu. Kim bilir ne zamandan beri aç ve susuzdu?
“Ah, neler oluyor Defne, bu kedi ölmek üzere! Senin durumun da kedininkinden farklı değil. Baksana yüzün bembeyaz, en son ne zaman yemek yedin söylesene!”
Defne mırıldandı.
“Abartma Ela, birkaç saat önce çay içtim, yanında çörek yedim.”
Ela başını çevirip sehpanın üstündeki çörek tabağına baktı. Tabaktaki iki çörekten bir tanesinin kenarından birkaç ısırık alınmıştı. Diğeri ise olduğu gibi duruyordu ve çöreklerin ikisinin üstünü de bir küf tabakası kaplamıştı.”
“Yedin de kaç gün önce acaba! Of, ya nedir bu başıma gelen! Şuraya canımı attım sığınmak için, kalacak yer buldum diye sevindim ve kendimi yepyeni bir manyaklığın ortasında buldum. Ne bakıyorsun, sen de yardım etsene Alp. Onu şu koltuğa taşımamız gerekiyor, baksana yürüyecek durumda değil.”
Defne gözlerini aralayarak Ela’nın yanında duran uzun boylu adama baktı. Bir yabancı erkeğin karşısında düştüğü bu durum yüzünden, karnının içindeki bir yerlerin utanç duygusu eşliğinde kasıldığını hissetti. Defne bu yabancı erkeğin kollarında kanepeye taşınırken Ela da kedi için tabağa biraz süt dolduruyordu. Zavallı hayvan sütü delice bir iştahla içerken Defne de, “Bebek nerede? Nerede?” diye sayıklamaya başlamıştı.
“Ne bebeği yahu, iyice aklını kaçırdın!” dedi Ela üzüntü içinde titreyen sesiyle. Biraz mahcup olmuştu. Çünkü Alp’le tanıştırdığı ilk arkadaşıydı Defne ve onu böyle akıl almaz bir deliliğin içinde gördüğü için Alp’in ne düşündüğünü çok merak ediyordu.
Alp, isteksizce de olsa rol aldığı bu tuhaf sahnenin içinde oldukça şaşkındı ve nihayet konuşabildiğinde Defne için üzgün olduğu anlaşılıyordu. “Üzerine daha fazla gitmeyelim Ela. Kendinde olmadığı zaten açıkça belli değil mi? Ona da biraz süt ısıtsak hiç de fena olmayacak.”
Ela, “Açlıktan ölmeden önce,” diye ekledi. “Onu bıraktığımda gayet normaldi. Ne oldu da bu duruma geldi hiçbir şey anlamadım.”
Ilık süt boğazından yavaş yavaş akarken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu Defne. Niçin bu durumdaydı? Ya bebek, ona ne olmuştu, nereye gitmişti? Eve biri gelmiş sonra da bebeği beraberinde mi götürmüştü? Ah! Yoksa bir rüya mıydı hepsi?
Kafası gerçekten de çok karışıktı ama koca bir kupa dolusu sütü içtikten sonra rahatlamış bir halde uykuya daldı. Rüyalar âlemine geçmeden önce duyduğu en son ses tavan arasındaki radyodan yükseldiğini düşündüğü cızırtıydı.
4. BÖLÜM
Sare, Kuyu ve Anne
Güneşli, tuhaf bir günde Bakma küçük kız öyle gözlerimin içine Hıçkırıyordu Sare, “Çukura düşen Alis olmalıydı, Tavşan değil,” diye.
Güneş; alışılagelmiş gürültüsüyle tatlı bir telaşın yaşandığı semt pazarının üzerinde parlıyor, satıcıların her tarafa astıkları rengârenk örtülere, giysilere göz alıcı bir güzellik katıyordu. İnsanlar daha güzelini daha ucuza bulabilmek için tezgâhlar arasında koşuştururken her cumartesi yinelenen bildik sahneyi seriyorlardı gözler önüne, tüm coşkusu ve çekiciliğiyle.
Sare de ilkbaharın bu coşkulu sabahının albenisine kapılmış, temiz havayı ciğerlerine çekerek mutlu bir halde pazara gidiyordu.
Burası, belirli aralıklarla gelip yaşadığı küçük sahil kasabasında, meyve sebzeden çok tekstil ürünlerinin ve hediyelik eşyaların satıldığı bir semt pazarıydı. Sadece kadınlar değil erkekler arasında da büyük ilgi görürdü. Ünlü modacılar tarafından da çok beğenilirdi bu cıvıl cıvıl pazaryeri.
Sare, aldıklarını taşımak için beraberinde götürdüğü boş pazar arabasını çekiyordu bir taraftan. Caddeden gitmek yerine kestirme olan arka sokağı tercih etmişti. Beyaz badanalı, iki katlı evler sokağın iki tarafına sıra sıra dizilmişti. Evleri çevreleyen bahçeler yemyeşil çimenler ve çiçeklenmiş meyve ağaçlarıyla bezenmişti. Böylesine güzel bir ilkbahar gününde evlerle bahçelerin birlikteliğiyle oluşan manzara yağlıboya tabloları andırıyordu.
Sare küçük kasabada en çok bu sokağı severdi; bakmaya doyamadığı manzarayı keyifle ve hayranlıkla izlerken bir yandan da pazardan neler alacağını düşünüyordu.
Yolun karşı tarafından Sare’ye doğru gelen anne kız, son derece mutlu görünüyorlardı bu kusursuz tablonun içinde. Anne tıka basa dolu pazar arabasını çekiştirirken bir taraftan da boşta kalan elini kızına uzatıyor, avazı çıktığı kadar bağırıyordu. “Damla uzaklaşma, gel elimi tut!”
Bu sırada küçük kızın adını da öğrenmiş oldu Sare.
Damla annesinin çevresinde sekerek dönüyor, mırıldandığı ve yakınlaştıkça daha iyi işitilen bir şarkı eşliğinde dans ediyordu. Annesinin onunla uğraşmaktan epeyce yorulduğu belli oluyordu. Damla’nın saçları, sağ ve sol kulaklarının üzerinde, iki uzun kuyruk şeklinde toplanmıştı. Her sıçrayışında bu kuyruklar hızla sağa sola savruluyordu. Bu haliyle neşeli bir tavşana benziyor, diye düşündü Sare tatlı tatlı gülümseyerek.
Birbirlerine yaklaştıkça Damla daha da şirin görünüyordu. O kadar hareketliydi ki bir saniye bile yerinde duramıyordu. E haliyle de yanakları kıpkırmızı olmuştu.
Sokağın ta başından dönen ve çocukla annesinin geldiği yönden gelen araba hızını azaltarak onlara doğru arkadan yaklaşmaya başladı. Sare, tam da bu sırada kendisinin yanına varan anne kızla birlikte yolun kenarındaki evin bahçesine geçti. Çünkü bu patikaya benzer sokakta kaldırım yoktu. Sağ taraftaki iki katlı evin çitle çevrelenmemiş bahçesi kaldırım görevi görüyordu. Sare, anne ve çocuk şimdi bu geniş bahçenin girişinde birbirlerine bakıyorlardı. Sare anneyi selamladığında kadın ne kadar yorgun görünse de oldukça içten bir gülücükle karşılık verdi. Araba yoldan geçip gitmişti ama iki tarafın da soluklanmak için birkaç dakika burada kalacağı belliydi.
Sare uzanıp tatlı kızın sol kulağının üzerindeki kuyruğu hafifçe çekti. “Biliyor musun, sen gördüğüm en güzel küçük kızsın,” dedi.
Yakından bakınca mavi kurdelelerin çok daha büyük olduğunu ve kadife kumaştan yapıldıklarını fark etti. Küçük kız sevinçle zıpladı ve ön dişleri olmayan bir damak, geniş bir gülümseyişle gözler önüne serildi.
“Bu mavi kurdelelerin ve iki kuyruğunla Alis Harikalar Diyarında kitabındaki tavşana benziyorsun,” diye devam etti Sare.
Küçük kızın hoşuna gitti bu benzetme, her ne kadar Alis’i ve tavşanı