Güzide Sabri

Yaban Gülü


Скачать книгу

type="note">17 filan hacet görmeden “Ne oluyor nineciğim? Konaktaki bu hazırlık nedir?” diye sordu.

      Mahinur Kalfa kaşlarını çatarak başını sallaya sallaya “Ne olacak, ne olacak? Beyefendi bu yaştan sonra evleniyor, genç hanım alıyor, bütün hazırlık onun için,” cevabını verdi.

      Leyla, gayri ihtiyari hayretle haykırmıştı. Evleniyor mu, bu da ne demekti! Düşüncesi birdenbire bu kelimeyi kavrayamamıştı. Çünkü şimdiye kadar bunu bir kere olsun aklına getirememiş, kendisinden gayri kimsenin ona yakın olması ihtimalini düşünmemiş, hayatta onu sırf kendisinin olarak tanımıştı. Ve sevilmek hissinin bütün tabii ihtiyaçlarıyla hakiki bir baba kucağı sandığı bu kolların arasına sığınmış, burası ebediyen kendisinin olacak zannetmişti. Leyla, bugünlere kadar Rahmi Bey’i kendi öz babası olarak tanıyordu.

      Genç kız bir şey söylemeden kalfanın yanından uzaklaşarak odasına çekildi. Kalbini garip bir keder kaplamıştı. Sakin ve mesut geçen günleri artık tarihe karışıyordu. İlk defa, kalbinde sızlayan bir acı duydu. Fakat henüz kederin, acının ne olduğunu tatmamış olan Leyla, bu hissin hakiki manasını anlayamamıştı. Gözleri denizin ufuksuz boşluğuna daldı. Uzun kirpikleri üzerinde hayatının ilk keder yaşı parlıyordu.

      Bir sabah uyandığı zaman konakta her günden farklı bir telaş, bir hazırlık olduğunu gördü. Büyük kalfa, bilhassa kendisini çağırıp gelin hanımın geleceğini bildirdiği zaman Leyla hiçbir hayret göstermeden odasına döndü. Zaten bunu beklemiyor muydu?

      Saçlarını taradı, sonra çehresine pek yaraşan yeşil elbisesini giydi. Gençliğinin gözleri kamaştıran güzelliği içinde aşağı inerken merdiven başında pederine tesadüf etmişti. O telaşlı telaşlı bir şeyler söylüyor, ötekine berikine emirler veriyordu. Leyla’yı görünce güldü. “Bugün ne güzel bir hanım olmuşsun!” dedi. Genç kız, dudaklarında mahzun bir gülüşle, bir tebessümle önüne bakıyordu. Rahmi Bey, “Ne o? Küçük hanım, bugün dargın gibi duruyorsun. Hani sen her vakit babanı öperdin, değil mi? Seni yaramaz seni!” diyerek saçlarını okşadı.

      Bu esnada herkes aşağıya doğru koştu. “Gelin geliyor!” sesi konağın içinde birdenbire bir telaş hâsıl etmişti.

      On dakika sonra bütün gözler merdivene dönmüştü. Beyaz elbiseler içinde uzun boyu, mütenasip18 endamıyla narin bir vücut, beyaz bir tülle örtülmüştü. Güzel bir sima göründü. Leyla olanca dikkatiyle bakıyordu; bu kadın, düşündüğü gibi değil, bilakis pek güzel ve pek sevimli görünüyordu. Zavallı çocuğun müessir19 bir hülya ile sıkılan kalbi şimdi biraz müsterih olmuştu. Herkes çekildikten sonra gelinin bulunduğu odaya girdi. Bir yer bularak karşısına oturdu. Salonun bir köşesinde bir vakar ve kibirle oturan bu gelin hanım, iri siyah gözleriyle kendisini derin derin süzüyordu. Genç kız bu bakışların altında o kadar utandı, o kadar sıkıldı ki bir dakikada bütün vücudu sıcak bir ter içinde kaldı. Bir aralık orada bulunan kadınlardan biri kendisini göstererek yanındakine gizlice “Bu kız Rahmi Bey’in kendi kızı mı?” diye sordu.

      “Hayır, evlatlığı,” diye cevap aldı.

      Leyla bu sözleri tamamıyla işitiyordu. Lakin “Evlatlığı!” demek de neyin nesiydi? Bunu anlayamıyordu. Oturduğu yerden birdenbire kalktı. İçin için ağlıyordu. Zavallı kızcağız bugün hiç görmediği, hiç bilmediği, hiç bahsedilmeyen annesi için o kadar şiddetli hasret, öyle önüne geçilmez bir arzu duyuyordu ki… Annelerinin yanına sokulup oturan çocuklara baktıkça gözleri yaşla doluyordu. Ah! Ah ne olurdu onun da bir annesi olsaydı! Kendisini her felakete, her tehlikeye karşı şefkatli kucağında saklasaydı!

      O gün akşama kadar mahzun ve müteessir dolaştı. Fikrini daima bir kelime tırmalıyordu. Evlatlık! Bu ne demekti? Dünyada onun babasından gayri kimi vardı, bunu ninesine sormaya karar vermişti. Her şeyi ondan öğrenecekti.

      Gece konağın içi tenhalaştıktan sonra Leyla odasına çıkarak soyundu. Mevcudiyetinde bir metrukiyet20 hissi vardı. Bir müddet sonra Rahmi Bey kendisini çağırmıştı. Odaya girerken gayri ihtiyari titriyordu. Birkaç adım atarak oturdu. Rahmi Bey, “Leyla, yanıma gel, buraya otur,” dedi.

      Genç kız başını kaldırdığı zaman kanepesine yaslanmış olan gelinin istihfafa21 benzer bir nazarla kendisine baktığını görmüştü. Rahmi Bey genç kadına hitaben “Gördünüz mü?” diyordu. “Leyla pek sevimli, pek nazlı bir kız, değil mi? Tabiatındaki uysallıktan memnun olup kendisini seveceksiniz zannederim.”

      Kadın lakayt ve biraz müstehzi bir edayla “Şüphesiz…” diye cevap verdi.

      Leyla yarım saat sonra kendisini dışarı attı. Bunalmış gibiydi. Kalfanın yanına gitmeye ve bu gece onunla yalnız kalmaya pek ihtiyacı olduğundan, onu odasında yalnız bulduğu zaman pek sevindi. Koştu, kollarının arasına kendini attı. Başını göğsüne dayadı. Ah… Bu gece bir anakucağı, bir anne kokusu isteyen ruhu, pek ezalı22 hisler altında eziliyordu.

      Mahinur Kalfa onu seviyor, okşuyordu. Fakat bu, Leyla’nın ruhunun ihtiyacını doyurmaya kâfi gelmiyordu.

      “Nine…” dedi. “Bu gece o kadar ağlamak istiyorum ki.”

      “Niçin yavrum, buna sebep ne?”

      Leyla, kalbi yırtılıyormuş gibi içini çekti. “Bilseniz, bilseniz!” dedi. “Bana bugün evlatlık dediler. Söyleyiniz nine, ben hakikaten evlatlık mıyım?”

      Kalfa bu sual karşısında birdenbire şaşırdı. “O nasıl lakırdı?” diye söylendi.

      “Bilmem, ben de işte size soruyorum.”

      “Yanlış…”

      “Hayır, yanlış değil, yalnız müphem.”

      “Bunlar ne münasebetsiz sözler canım! Bu akşam nereden uydurup söylüyorsun?”

      “Nine, vallahi ben uydurmuyorum, öyle söylediler.”

      “Kim söyledi canım?”

      “Misafirlerden iki hanım.”

      “Halt etmişler.”

      “Yok, yok nine, artık ben çocuk değilim. Bunları söylerken hakikati gizlemeye uğraştığınızı görüyorum. Gözlerinizde öyle derin manalar var ki… Bana hayatımın acı taraflarını anlatıyor. Lakin ben mukadderatına teslim olmuş bir kızım. Söyleyeceğiniz hakikat ne kadar acı olursa olsun korkmayınız, ben tahammül edeceğim.”

      İşin ciddi bir renk aldığını gören kalfa tesirli bir sesle “Leyla… Böyle sözler söyleme. Haydi odana git de rahatına bak. Ben de yorgunluktan bayılıyorum, şimdi yatacağım,” dedi.

      Leyla, kalfanın meseleyi kapatmak üzere kendisini başından savmak istediğini anladığı için “Bir yere gitmem,” dedi.

      “Canım ne söyleyeyim, bir şey bilmiyorum ki!”

      “Her şeyi, her şeyi biliyorsunuz da söylemek istemiyorsunuz.”

      “Allah Allah… Bu gece seninle derde çattım. Çok nefes tüketecek halim yok. Yorgunum diyorum, anlıyor musun?”

      “Ben her şeyi anlıyorum, anladığım için soruyorum.”

      Kadın önüne bakıyor, aynı zamanda titriyordu. Bu kız er geç bu acı hakikati öğrenmeye mahkûmdu. Başını kaldırarak ona baktı, pek müthiş bir sır söyleyecekmiş gibi korkuyordu.

      “Peki,” dedi “böyle olduğunu bilsen ne yapacaksın?”

      “Hiçbir