bir istihza42 görünüyordu.
“Çok güzel. İnkâr edilemez.”
“Yalnız o kadar mı?”
Hanımefendi bu sefer aşikâr denecek bir istihza ile güldü. “Daha ne bekliyordunuz, efendim?” dedi.
Pakize Hanım söze atıldı:
“Beyefendi kendisi gibi herkesin de onu pek yüksek görmesini arzu eder de…”
Feridun’un annesi Pakize Hanım’ın sözünü keserek “Mamafih fedakârlığınız görülüyor, iyi bir terbiye vermeye çalışmışsınız. Fakat,” dedi. Sonra sözünün alt tarafını unutmuş gibi sustu. Bu bahsi derinleştirmek istemiyordu. Kayınbiraderinin hatırı için bu kadar beğenmek kâfiydi. Yoksa onun için Leyla bir besleme, bir ahretlikten43 başka bir şey değildi ve olamazdı. Oğlunun bile bu gece mütemadiyen onunla meşgul oluşu gurur ve asaletine dokunmuş, gayri ihtiyarı kaşları çatılmıştı.
Bugünlerde pek büyük tasavvurları, sonsuz emelleri vardı. Artık Feridun’u evlendirmeyi aklına koymuştu. Ölmeden bunu görmek ve minimini torunlarını sevmek istiyordu. İstediği kızı da bulmuştu. Asil ve pek zengin bir ailenin tek kızıydı. Bunu kendi asaletine ve mevkiinin şerefine pek yaraştırıyor, ona gelinim demekle iftihar edebileceğini düşünüyordu.
Feridun annesinin bu fikrinden haberdar olmadığı için tamamıyla Leyla ile meşgul görünüyor, dünyayı unutmuş gibi coşkun bir halde bulunuyordu. Genç kız piyanonun önünden kalktığı zaman hanımefendi nezaketen bir teşekkür etmek lütfunu esirgememişti.
Zavallı Leyla bu yarı iltifattan dolayı utanırken, karşıdan olanca hırs ve nefretiyle üzerine yıldırımlar saçan Pakize Hanım’ın o müthiş bakışlarını görememişti.
İki saat sonra herkes odasına çekilmişti. Konağın içerisi derin bir sessizlik içindeydi. Leyla, yorgun olduğu halde bu gece hiç uyumak istemiyordu. Pencerenin önüne oturmuş, başını eline dayamış, gözleri karanlığın ve sessizliğin derinliklerine dalıp gitmişti. Birtakım karışık hislerin tesiri altında ne düşündüğünü bilemiyordu. Yalnız karanlığın kuytularına gizlenen bir şimşek, iki müthiş göz kendisine bakıyormuş gibi geliyordu. Bu gözlerde bütün hayatını tehdit eden, bütün emellerini söndürmek isteyen bir canavar vahşeti vardı. Bunların bu ezici korkunç bakışları altında titreyen genç kız, birdenbire fırlayarak bu korkunç düşüncelerden kurtulmak için eliyle gözlerini ovuşturdu. Oraya buraya dolaştıktan sonra nihayet aynanın karşısında durdu. Odanın içini ufak bir kandilin sönük, titrek ışığı aydınlatıyordu. Bu yarı aydınlık içinde hayal gibi görünen vücuduna, endamına baktı. Bu halde pek güzel olduğunu gördüğü için dudaklarında hafif bir tebessüm belirmişti. Şimdi hayalinde munis, sevimli bir yüz vardı. Şefkat ve merhametten ziyade aşk ifade eden bir bakış kendisine, korkma, korkma demek istiyordu.
Bütün ruhu ılık bir hava içinde ısındı. Aşkın beyaz kanatları omuzlarını okşuyordu.
Genç kız yatağına doğru yürüdü. Ta topuklarına kadar inen altın saçları vücudunu sarmıştı. Şimdi her taraf derin ve esrarlı bir sükût içinde uyuyordu.
Bu gece Feridun da uyumamıştı. Şimdiye kadar gecelerin bu kadar hülyalı, bu kadar ruhu okşayan bir esrarla dolu olduğunu hiç bilmiyor, bu derece munis, bu kadar ketum bir sırdaş olacaklarınıysa hiç tahayyül etmiyordu.
Oh! Şimdi bu sükûnet… Bu yalnızlık kendisine ne kadar hoş gelmişti. Pek lezzetsiz bulduğu hayatında birdenbire husule gelen bu değişiklik onu şimdiye kadar hiç görmediği aşk ve saadet güneşinin doğduğu sıcak bir iklime doğru götürüyor, buranın sıcak ve gaşyeden havasıyla hayatının bütün kudretlerinin genişlediğini görüyordu.
Süreyya Hanım’ın konağındaki misafirlikleri esnasında Rahmi Bey …’deki yalısının tamir ve döşenmesiyle meşgul oldu. Beyrut’tan döneli bir ay olmuştu. Feridun ile Leyla bir aydan beri hemen her gün beraber bulunuyorlar, bu kıymetli ve mukaddes aşklarını henüz kalplerinde saklıyorlardı. Bazen piyano çalar, bazen de bahçede gezerlerdi. Mesut kuşlar gibi aşklarının kanatlarıyla uçmak isterlerdi. Feridun, sevdiğine malik olamamak azabından azade olarak yaşıyordu. Leyla’nın da kendisini çılgın bir aşkla sevdiğine, validesinin ise mesut olmaları için her türlü kolaylığı göstereceğine emindi. Lakin acul44 olmaktan korkuyor, aşkının bu sakin şiiriyetini bozmaya cesaret edemiyor, bu temiz aşkı gönlünün en hafi45 köşesinde gizliyor ve gizlemekle pek yüksek ve sonsuz bir zevk duyuyordu.
Hanımefendi, Feridun’un Leyla ile bu kadar meşgul oluşunu hiç hoş görmemekle beraber, oğlu gibi ciddi fikirli bir gencin Leyla gibi adi bir ahretliği hiçbir vakit sevmeyeceğine emin bulunuyordu.
Bir akşam Rahmi Bey gelmiş, yalının her şeyinin ikmal edildiğini ve ertesi gün gideceklerini söylemişti.
Bu söz Leyla ile Feridun’a bir yıldırım gibi tesir etmiş, ikisini de meyus ve ümitsiz bırakmıştı.
Ertesi gün Feridun, onları vapura kadar teşyi etmiş,46 Leyla’nın güzel ve beyaz elini sıkarken mütekabil hislerle birbirine veda eden gözler, sonsuz manalar ve yüksek maksatlarla hislerini anlatmaya çalışmışlardı.
Genç kız vapurun kamarasına çekildiği vakit, tatlı hülyaları arasında kendisine ebedi bir aşk vaat eden o gözlerin artık bütün hayatının mutlak hâkimi olduğunu görmüştü.
Feridun konağa avdet ettiği47 zaman pek mahzundu. Bir aydan beri Leyla’nın yattığı, oturduğu odaya koştu. Bu odanın havası bir genç kız ruhunu ve onun saçlarından, elbiselerinden ve bütün mevcudiyetinden çıkan temiz bir kokuyu taşıyordu. Fakat her köşede yokluğunu gösteren bir melal,48 ayrılığın bütün acılığını hissettiren bir boşluk vardı.
Genç adam bu bulutsuz aşkının ilk ayrılık saatlerini burada geçirdi. Üzüntülü bir hasretin başladığını bildiren bu odada onun hayaliyle yaşadı.
Aradan bir hafta geçtiği halde Feridun gayri kabili tahammül49 bir hisle yalıya gitmek istiyordu. Artık ona uzak kaldığı günden beri ruhunda bir kasvet, gönlünde bir hüzün vardı. Nereye gitse, nereye baksa her şey kendisini sıkıyor, hiçbir şeyle meşgul olamamanın azabıyla pek üzülüyordu. Nihayet meseleyi annesine açmaya ve onu amcasından istemeye karar vermişti. Leyla olmadan yaşamanın artık kabil50 olamayacak bir dereceye gelmiş olduğuna katiyen hükmetmiş, aşkın bütün şiddetiyle manevi mevcudiyetini eline aldığını, mağlup ve esir olarak boyun eğmekten başka çare kalmamış olduğunu anlamıştı.
Haftanın son gününü pek heyecanlı olarak geçirdi. Saadetine bir mani tasavvur etmediği halde, gizli bir hissin ruhunu tazip etmekte51 olduğunu anlıyordu. Lakayt davranmaya çalıştı. Bu kadar mesut bulunduğu bu zamanlarda böyle birtakım sebepsiz endişelerle fikrini yorduğuna canı sıkılıyordu. Lakin bu gece her şey, hatta yatak bile onu sıkıyordu. Uyuyamayacağını anladığı için kalktı, pencereyi açtı. Şafak, tatlı bir ümit gibi pembe bir gülüşle kâinata neşe saçıyordu. Semanın bu ışıklı rengini Leyla’nın pembe yüzüne benzeten Feridun, onun da böyle zengin ve hiç doyulmayan bir güzelliği olduğunu düşünüyordu. Şimdi hayatının bir aylık safahatı52 birer birer gözünün önünden geçmeye başlamıştı. Onu ilk