demek istediğinizi anlayamadığım için af buyurunuz.”
Hanımefendi koltuğuna yaslanarak oğluna mütehakkim nazarlarla bakıyordu. Vakur ve ağır sesiyle “Feridun,” dedi. “Sen artık yirmi altı yaşını bitirmek üzere olduğunu biliyor musun? Annelerin birtakım düşünceleri ve vazifeleri vardır ki evlatlarının mesut olmalarını, rahat etmelerini düşünmekle beraber bundan aynı zamanda kendilerine de bir pay çıkarmak isterler. Artık bu yalnızlık içinde geçen hayattan usandım. Bu koca konağın sessiz salonlarını neşeli sesleriyle dolduracak minimini yavruları bekliyorum. Zannederim ki beni bundan mahrum etmezsin.”
Feridun ümitle parlayan gözlerini önüne doğru çevirdi. Tatlı bir sesle ve hürmetle “Yüksek şefkatinizin en açık delili mesut olmam için göstermiş olduğunuz arzudur. Emrinizi, arzunuzu yerine getirmek benim için tatlı bir vazifedir,” dedi.
Hanımefendi memnun ve neşeli bir tavırla “Günlerce, gecelerce, hatta senelerce fikrim hep, sana zevce olmaya layık, insani meziyetleri kendinde toplayan, fikren yüksek fakat servet ve asalet cihetine59 gelince birbirimizin küffü60 olmamız şart bir hanım bulmak oldu,” dedi.
Feridun’un başı gayri ihtiyari elleri arasına düştü. Eyvah! Ümitlerinin boşa çıkması ihtimali karşısında şimdi titriyordu. Hanımefendi dikkatle Feridun’a bakarak devam etti:
“Talihim bu hususta bana o kadar yardım etti ki… Zannedersem hüsnü61 intihabımı62 sen de takdir edeceksin. Pek maruf63 bir ailenin tek kızı. Sonra yüksek bir tahsil, mükemmel bir terbiye, emsalsiz bir güzellik, nihayetsiz bir servet…”
Feridun yeis dolu bir ifadeyle annesine baktı. Kadın, bu bakıştan ürktüğünü ima eder bir endişeyle hafifçe davranarak “Nasıl? Memnun oldun mu?” diye sordu. Genç adam titrek ve kesik bir sesle “Ben hiç böyle düşünmemiştim,” dedi. “Servet, asalet… Bunların bence katiyen ehemmiyeti yok. Çünkü saadetini bir ücret mukabilinde satın almak fikrinde olanlardan değilim. Fakir bir kızla izdivacın beni daha mesut edeceğine emin olunuz. Onun temiz vicdanına sahip olmak, bence en büyük zenginlik demektir. Aksi halde ise bir müddet daha yalnız yaşamaya mecbur olacağım.”
Kadın biraz hiddetle bağırdı. “Ne söylüyorsun? Allahını seversen, fikrini ne çabuk da değiştirdin! Bu sözlerinle ne derece müteessir olduğumu düşünmüyor musun?”
“Fakat anneciğim… Düşününüz…”
“Ne demek istiyorsun canım? Meramını açık söyle; bunu reddetmek için bir bahane bul. Yoksa fakir, asaletten mahrum bir kızı buraya gelin sıfatıyla almayacağımı sen de bilirsin.”
“O halde ümidimi, istikbalimi ellerinizle harap ediyorsunuz. Beni bedbaht ve perişan edip bırakıyorsunuz.”
Kadın mağrur bir edayla başını salladı ve ilk defa hiddetle oğluna baktı. “Anladım,” dedi, “Tabında64 bu kadar bayağılığa meyil olduğunu şimdiye kadar hiç bilmiyordum. Ahmet ağanın kızı, Hasan ağanın torunu ile benim oğlum hayatını birleştiremez.”
Feridun boğuk bir sesle haykırdı. “Ah!” dedi, “Ne demek istediğinizi anlıyorum. Sözlerinizle Leyla’yı kastetmek istiyorsunuz. Lakin anneciğim iki hayatı zehirlemek için bu, büyük bir sebep mi? Söyleyiniz! Bir kadında bulunabilecek bütün meziyet ve güzellikleri şahsında toplayan bir genç kızın ailesinin köylü olması büyük bir cürüm teşkil eder mi? Ta küçük yaşından beri amcamın eli altında görmüş olduğu terbiye, tahsil ve malik olduğu güzellik şimdiye kadar tesadüf edilen kızlar arasında onun tercih edilmesine bir hak kazandırmaz mı?”
Hanımefendi müstehziyane güldü. “Bu derece gözüne gireceğini bilseydim kendisine dikkat ederdim. Maatteessüf65 kendisiyle meşgul olmaya hiç lüzum görmemiştim.”
Feridun ağlar gibi bir sesle “Anne!” dedi. “Hakkımda bu kadar merhametsiz olacağınızı ben de hiç ümit etmezdim.”
“Faydasız sözlerin uzamasından sıkıldığımı bilirsin. Rica ederim artık bu bahsi kapayalım. Hem bir başkasına ait olan bir kızla meşgul olmak senin gibi namuslu gençlere yaraşmaz.”
Feridun çıldırmış gibi bir halde “Ne söylüyorsunuz anne? Onun bir başkasına ait olduğundan bahsederken düşünmüyor musunuz ki karşınızdaki oğlunuzdur. Ne kadar elim ıstıraplar içinde kıvrandığıma, ne müşkül bir mevkide kaldığıma niçin bu kadar lakayt bir nazarla bakıyorsunuz? Söyleyiniz rica ederim, onun kime ait olduğunu bir daha tekrar ediniz.”
Hanımefendi ağır bir sesle “Pakize Hanım’ın biraderine,” dedi.
Feridun yerinden fırlamıştı. “Ne?” dedi. “Ona, o kuklaya mı? Bunu size kim söyledi?”
“Pakize Hanım’ın kendisi. Henüz daha buradayken söyledi. Fikir ve arzusunun bundan ibaret olduğunu bir gün bana anlattı. Ben de hiç ehemmiyet vermeyerek dinlemiştim. Bana ne, kimi isterse onu alsın, değil mi?”
Feridun derin bir yeisle “Anne! Yeter,” dedi. “Çünkü düşüncelerimiz birbirinin aksine olduğu cihetle vereceğim cevabın sizi üzmesinden korkarım.”
Hanımefendi öfkeli bir tavırla “Nasıl? Anlayamıyorum. Demek Leyla Hanım için tekdirinize,66 azarınıza müstahak olacağız, öyle mi?” dedi.
“Beni merhametsizlikle itham ettiğiniz için teessüfler ederim. Sizden almış olduğum terbiyeyi hiçbir vakit suiistimal ettiğimi hatırlamıyorum. Size söylemek istediğim sözü anlamak istemiyorsunuz. Yengem, zavallı Leyla’yı başından defetmek niyetiyle, kardeşi olacak o züppe serseriyi bir kimsesiz kızın başına musallat edip onu manen öldürmek istiyor. Zaten ne kadar garezkâr bir kadın olduğunu daha ilk gördüğüm gün anlamıştım. Lakin ben onu kurtaracağım. Yemin ederim ki kurtaracağım. Aksi halde ise bilmem ne yapacağım ve ne olacağım. Bunu istikbal tayin edecektir.”
Kadın dehşetli bir nazarla oğluna bakarken hiddetten dudakları titriyordu. “Demek her şeyi göze alıyorsun? Bir diğerinin hakkına tecavüz edecek kadar kendini unutuyorsun!”
“Hayır! Ben mütekabil67 olan iki kalbi birbirinden ayırıp bir hakkı gaspetmiyorum. Çünkü Leyla’nın ondan ne kadar nefret ettiğini bugün anladığım için hem kendi hayatımı hem de onun hayatını kurtarmaya çalışıyorum.”
“Demek Leyla da seni aynı derecede bir muhabbetle seviyor.”
Feridun başını önüne eğerek “Belki daha ziyade,” dedi.
Kadının şefkatli bakışı onun bir gece içinde sararan çehresine çevrilmişti. Oğluna karşı duyduğu sevgiye yenilmekten korkuyor, meselenin vahameti artık kendisini düşündürmeye başlıyordu. Ne yapmalıydı? Ne karar vermeliydi? Bütün fikri altüst olmuştu. Elinden gelse Leyla’yı boğmak, öldürmek istiyordu. Bütün mesuliyeti onda buluyor, bin türlü naz ve eda ile bir tanecik oğlunu baştan çıkarttığına hükmederek onun hakkında daha derin bir kin ve nefret duyuyordu. Rahmi Bey’in ahretliğini oğluna alıp yüz senelik hanedanının asaletine leke sürmek, o kadından doğacak çocuklara torunum demek… Bunu bir türlü havsalası almıyor,68 kibir ve azameti buna katiyen müsaade etmiyordu. Bütün duyguları onun tahakkümü altında ezilip kalıyordu. Dudakları üzerinde garip ve soğuk bir tebessüm göründü. Gözleri ani bir fikrin kararıyla parladı. Artık ne düşündüyse düşünmüştü. Başını