Güzide Sabri

Necla


Скачать книгу

      Güzide Sabri

      Necla

      Sunuş

      Güzide Sabri, 1883 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Çocukluğunu Çamlıca civarında bir köşkte, annesiyle birlikte geçirir. Babası, dönemin padişahı tarafından Sivas’a sürüldüğü için ailesinden uzaktadır.

      Tüm çocukluğu boyunca babasından ayrı kalmanın acısını yaşayan Güzide Sabri, Münevver isimli bir kızla arkadaşlık etmeye başlar. Münevver’in genç yaşta ölmesi onu çok etkiler. Arkadaşının anısına ilk romanı Münevver’i yazar.

      Genç yaşında, Ahmet Sabri Aygün’le evlenir. Ahmet Sabri Bey’in eşinin roman yazmasına karşı çıktığı, bu nedenle de Güzide Sabri’nin geceleri gizli gizli yazmak zorunda kaldığı söylenir.

      Güzide Sabri, arkadaşı Münevver’den sonra eşi Ahmet Sabri Bey’i de kısa sürede kaybeder. Sonrasında kendini tamamen yazmaya verir. Özellikle karasevda konulu romanlarıyla tanınan yazarın kitapları Sırpça ve Ermenice gibi dillere çevrilir, pek çok kez beyazperdeye uyarlanır. 1940’lı yıllara kadar olan dönemin en çok okunan kadın yazarlarından biri haline gelir. 1946 yılında hayatını kaybeder.

      Yazarın Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret adlı iki kitabını, Fikret ve Nedret adıyla tek bir kitapta birleştirip birkaç yıl önce yayımlamıştık. Diğer kitaplarını da yayımlama düşüncesi daima aklımızın bir köşesinde duruyordu. Ama kitaplara ulaşmanın zorluğu, ulaşabildiğimiz versiyonlarda gördüğümüz eksiklikler, bu sırada yayımlamaya devam ettiğimiz diğer kitaplarla uğraşma zorunluluğu ve hayatın her an karşımıza çıkarabildiği türlü türlü engellerle mücadele ederken bu kitapları istemeden de olsa ertelemek zorunda kaldık.

      En sonunda hazırlıklarımızı tamamladık. İlk olarak Yabangülü ve Necla’yı okurlarımıza sunuyoruz. Hemen ardından da Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret yine tek kitap olarak yayımlanacak.

      Güzide Sabri’nin dilini günümüz Türkçesine çevirmeyi tercih etmedik. Tüm kitabı imla açısından günümüzde kullandığımız kılavuza uygun hale getirdik ama bunu yaparken yazarın sözcük seçimlerine mümkün olduğunca dokunmamaya çalıştık. Günümüzde kullanılmayan, az kullanılan ya da zamanla anlamı değişmiş sözcüklerin şu anki karşılıklarını dipnot olarak ekledik. Bu sözcükleri liste halinde bir arada görmeyi isteyenler için de kitabın en sonuna bir sözlük koyduk.

      Uzun, biraz da meşakkatli ama aynı zamanda heyecanlı bir hazırlık sürecinin ardından Güzide Sabri kitaplarımız okurlarıyla buluşmaya hazır. Umarız siz de Güzide Sabri’yle tanışmaktan en az bizim kadar memnun olursunuz. İyi okumalar!

      “Safiye Hanım teyze! Safiye Hanım teyze! Bahçeye dut yemeye buyurun, annem çağırıyor sizi.”1

      Sarışın, zayıf bir kız bahçeden yan komşuya sesleniyordu.

      İstanbul’un dar ve nemli sokaklarının birinde, birbirine sokulmuş siyah yüzlü tahta evlerin bahçe penceresinden genç kıza cevap veren orta yaşlı bir kadın, “Bizimki evde. Aman! Yavrum sus duymasın, şimdi namaza gidecek, sonra gelirim, olmaz mı?” diyordu.

      “Bekliyoruz.”

      Kadın içeri çekildi. Kocası sofada dolaşıyordu. Hırçın bir sesle, “Kiminle konuşuyordun Safiye?” diye sordu. Kadın yavaş sesle “Şey, canım… Komşularla…” dedi.

      “Hangi komşularla, söyle bakayım.”

      “Bitişik İrfanlar yok mu canım işte…”

      Birden çehresi karışan adam karısının üzerine yürüdü.

      “Ne? İrfanlar mı? Sana kaç defa söyledim, kaç defa anlattım be kadın, kaç defa! Şunlarla konuşmak, selam vermek bir yana evlerinin bahçe tarafına bile uğrama diye… Sen yine kulak asmadan kopası başını pencereden uzatıp bir dakika olsun lakırdı etmeden duramıyorsun. Mahallede rezil oldum. Namusum, haysiyetim gitti, kahvede yüzüm kalmadı, kulağını bir arkaya at da dinle bak, neler işitirsin neler… Neler…”

      Safiye yalvaran bir sesle “Kuzum, sus Allah aşkına, yavaş söyle, işitecekler diye yüreğime iniyor ayol,” deyince kocası bu sefer daha hızlı “Kadın! Beni deli mi edeceksin sen? İşitirlerse ne olur sanki? Elin kahpelerinden korkum mu var? Bu rezil aşüftelerden mi çekineceğim? Onların ne mal olduklarını mahallede senden başka hepsi biliyor. Budala kadın! Mübaşirin kızları dedin mi artık bırak, bak ötesine neler dinlersin,” diye çıkıştı.

      “Benim ne üzerime lazım, günahları kendilerinin olsun. Bak şimdi cuma namazına gidiyorsun, âlemin ırzıyla, namusuyla uğraşma, günahtır.”

      “Sus! Mürai2 karı! Eline fırsat geçse, biraz da genç olsan sen de onlardan geri kalmazdın ya; sağ olsun benim yumruk, yoksa çok haltlar yerdin. Bana Üvezzade Tevfik derler, ben insanın kafasını ayağımın altında ezerim, anlıyor musun? Şimdiye kadar namusuma bir leke sürdürmedim. Böyle şıllık ve sırnaşık karılar için haysiyetimi berbat edemem. Üvezzade’nin karısı mübaşirin kızlarıyla konuşuyormuş diye kahvede bir laf çıktığı gün sen de kendini yok bil.”

      Kadıncağız mülayim bir sesle “Ayol benim onlara gidip geldiğim yok ki! Neden böyle titizleniyorsun? Şu yanımızdaki eve taşınalı üç ay oldu, neyin nesi olduklarını bilmiyorum. Komşu hakkı büyük olduğu için ara sıra selam veriyorum, işte o kadar. Bizim Kamer Hanım’la ahretliği3 Hafize bile her gün oradalar. Eğer bu kadar fena insanlar olsaydılar Kamer Hanım onlarla böyle sıkı fıkı konuşur muydu?” diye sordu.

      Üvezzade kahkahayla “Kamer Hanım dediğin kadın da aynı maldan ayol! Eğer vakti geçmemiş, taponlaşmamış4 olsaydı, şimdi yemediği halt mı kalırdı? Kahvenin önünden geçerken kırıtmasını bir görsen kahkahalarını tutamazsın. Koltukçunun Kâzım, tütüncünün Osman, kâtiplerin Hakkı yok mu? İşte bu çocuklar onunla öyle eğleniyorlar ki… Aval5 hiç farkında bile değil, o hâlâ kendini beğendiklerini zannediyor,” dedi.

      Safiye Hanım devam ediyordu:

      “Çok günaha giriyorsun. İki elim yanıma gelecek,6 ne bitişik komşuların ne de Kamer Hanım’ın bir fenalığını gördüm. Neme lazım, bugün dünya yarın ahret,” dedi.

      Üvezzade “Sus! Sus be aptal karı!” diye bağırdı. “Otuz yıldır seninle tevekkeli anlaşamadık, senin dünyadan ne haberin var ki?”

      Kadın hiddetlendi ve “Ben aptal değilim, ne demek istiyorsun? Sözlerine dikkat et, ne oluyor sanki?” dedi.

      “Ne olacak? Artık aklını başına topla! Be kadın, hâlâ onların ne mal olduklarını anlamıyorsun. Bütün mahalleli her şeyi biliyor da sen hâlâ uykudasın be mübarek!”

      “Niye uykudayım ayol, deli misin sen?”

      “Tepen delinsin inşallah sersem karı!”

      “Senin tepen delinsin kör olası herif!”

      “Ağzını topla, yoksa kafanı kırarım senin, hiddetimin fena olduğunu bilirsin.”

      “Âleme iftira ederken Allah’tan korkmuyor musun sen?”

      “Ulan ne iftirası ahmak karı? Ben mi iftira ediyorum? Söylediklerim yalan mı? Her hafta köşe başında otomobilden inen, ellerinde paketler, üzerlerinde apiko7 elbiselerle kırıta kırıta yürüyen o kızıl dudaklının Mübaşir Kadri’nin üvey kızı olduğu da yalan mı? Söyle, yalan mı? Evdeki ana kız yarı aç yarı tok yaşar ve babaları da sokaklarda sürterken bu küçükhanım bu kadar süsü ve parayı nereden buluyormuş acaba? Bunu mahalleli yutar mı sanıyorsun sen, a sersem?”

      “Yutmazsa yutmasın, sana ne? Başka düşünecek bir şey bulamadın mı? Âlemin içyüzüyle neden meşgul oluyorsun?”

      Üvezzade kısık ama sert bir sesle bağırdı:

      “Be sersem insan, sen bu kahpelerin değnekçisi