uzatarak “Allah aşkına, bir damla çocuğa iftira etme be adam! Ablası belki, hadi olabilir diyelim, fakat İrfan henüz masumdur,” dedi.
Üvezzade Tevfik sinirli bir kahkaha daha attı.
“Sen hâlâ koyduğum yerde otla, budala karı. Aklının ermediği şeylere karışma diye sana yüz kere söyledim. Evde yemek pişirmek, çamaşır yıkamak, tahta silmekten başka işe yaramazsın. Hadi işine, hadi…”
Kadın mosmor olmuştu. İzzetinefsini8 didik didik eden bu kaba adama karşı ellerini uzatarak “Çok fazla oluyorsun, yeter artık! Tahammülüm kalmadı. Şimdiye kadar her zulmüne ve cefana katlandım. Yapmadığın kalmadı. Dünyayı bana zindan ettin. Gençliğimi yedin bitirdin. Bari ihtiyar zamanımda rahat bırak. Kahrolası herif biraz soluk ver!” diye bağırdı.
Karısının bu tehevvürü9 karşısında Tevfik Efendi kendi kendine “Sesin soluğun batsın be yezit10 karı! Bıktım usandım senden, kırk yıldır başıma bela oldun, kurtulamadım vesselam,” diye söylene söylene merdivenlerden iniyordu. Sokak kapısı şiddetle kapandı.
Safiye hemen pencereye koştu. Kocasının gidip gitmediğinden emin olmak için arkasından baktı. Sonra yavaş yavaş mutfağa yürüdü. Bahçe kapısını açarak dışarı çıktı, duvarın üstünden öteki bahçeye bakınca, ağaçların gölgelerinde oturmuş dört kadın, onun olduğu tarafa döndü. Mübaşirin karısı Şadiye ayağa kalktı.
“Buyurun Safiye Hanımcığım. Duvardan gelebilirsiniz. Size elimle dut topladım.”
Kamer Hanım’ın ahretliği Hafize “Durun, ben sizi geçireyim,” dedi.
Kadıncağız mahcup ve ürkek bir tavırla “Zahmet etme kızım. Buradan konuşalım. Bakarsın bizimki geliverir. Oturmaya vaktim yok,” diye cevap verdi.
Sarışın, ince ve küçük bir kız şen sesle “Safiye Hanım teyze, deminden beri sizi bekledik. Dutların hepsini yediler,” dedi.
“Afiyet olsun yavrum.”
Kamer Hanım ince bir kahkahayla “Kardeş, kocanı ne kadar seviyorsun?” dedi.
Safiye başını salladı. “Koca gibi yerin dibine batsın inşallah,” dedi.
Şadiye lakırdıya karıştı:
“Galiba bizim komşu efendi biraz huysuz gibi…”
Safiye içini çekerek “Ah! Onu çeken bilir kardeş,” dedi.
Kamer Hanım kaygısız bir kahkaha attı. “İşim yok da koca derdini kendime dert edeceğim. İlahi, aklına şaşayım komşu, deli misin sen? Üvezzade gibi bir kocam olsaydı, onu istediğim yola sokardım. Darılma ama sen de kendi halinde bir kadınmışsın.”
Kamer Hanım’ın ahretliği hemen söze karıştı:
“Bizim rahmetli bey, hanımının sözünden hiç çıkmazdı. Evde yemek pişirir, çamaşır yıkar, her işi görürdü. Hanım da bir giydiğini bir daha giymez, bütün gün konu komşu, şu çarşı senin bu pazar benim der gezerdi. Değil mi hanımcığım?”
Şadiye, ahretliğin ağzından lakırdıyı aldı, “Allah razı olsun, neme lazım, doğrusunu söylerim, bizimki de öyledir. Her işi görür, akşam bulaşıkları hiç bana bırakmaz, bir sözümü iki etmez,” dedi.
Safiye hayretle bu iki kadını dinlerken henüz hiçbir gün bir erkeğin çamaşır ve bulaşık yıkadığını işitmediğini düşündü. Bir kadının büyük bir iftiharla bunu söylemesinin de çirkin olduğunu cahil kafasıyla düşünebildi.
Kamer Hanım ellisini geçtiği halde hâlâ gençlik ve güzellik merakında, süs ve gösteriş peşinde akılsız bir kadındı. Küçükken evine alarak büyüttüğü ahretliği Hafize’nin aklı onunkinden üstün ve kuvvetliydi. Cılız, sıska ve çokbilmiş bir kız olan Hafize’nin şerrinden kimse ağzını açıp Kamer Hanım aleyhinde bir tek söz söyleyemezdi.
Bir komşudan ufak bir dedikodu işitse hemen o komşunun kapısını çalar ve ağzına geleni söylemekten hiç çekinmezdi. Bu yüzden herkes yavaş yavaş onlardan uzaklaşmaya başlamıştı. Evvelki gibi mangal başı sohbetlerine, sabah kahvelerine kimse gelmiyordu. İki ay önce mahalleye taşınan Mübaşir Kadri’nin evi şimdi onların her gün gidip geldikleri bir yer olmuştu.
Sabahleyin yataktan kalkar kalkmaz Kamer Hanım bir saatten fazla tuvaletle11 meşgul olurdu. Hafize onun yanından ayrılmaz, gece yatarken yüzüne buladığı kremleri sabahleyin Hafize’nin ısıttığı sıcak suyla yıkadıktan sonra çehresinin masajıyla uğraşır; gözünün, kaşının, dudaklarının boyasını sürer; aynanın karşısında uzun bir muayene zamanı başlar, ufak tefek kusurlar tamamlanır; ondan sonra o gün yahut o sabah için giyeceği elbiseler ayrılır. Bunlar Hafize’nin vazifesidir, renkleri o seçer ve “Sabahleyin sarı renk sizi çok açıyor. Fulya bahçesine benziyorsunuz hanımcığım, nazar değmesin maşallah,” derdi.
Kamer Hanım’ın dudakları mağrur bir gülüşle daima aralıktır. Hafize onun neşesini artıracak sözler söyler.
“Aman! Öyle güzel oldunuz ki… Bayıldım hanımcığım, kuzum şu mavi kolyenizi de takınız, nazar için iyidir. Herkes sizi kıskanıyor, göz alıyor ve ikide bir hasta oluyorsunuz.”
Kuru ve esmer çehresini örten boyalar altında tıpkı bir palyaçoya benzeyen Kamer Hanım, bu sözlerden büyük bir neşe ve haz duyardı.
Ondan sonra artık çalacak kapı, konuşacak insan aramak için sokağa fırlarlardı.
Mübaşir Kadri, Üvezzade’nin yanındaki evi iki ay evvel tutmuştu. On beş yaşındaki kızı İrfan ile karısı Şadiye’den başka kimsesi yoktu. Komşular bu küçük ve fakir aile için ilk günlerde yeni bir komşuya gösterilen merak ve tecessüse12 lüzum görmediler. Küçük bir kız ile orta yaşlı bir kadın, akşam sabah evine gelip giden ihtiyar bir mübaşir. Fakat beş on gün sonra merak ve tecessüs başladı.
O küçük evin kapısından muhteşem, güzel ve genç bir kadının girdiğini görüyorlardı. Bu kadın bir, nihayet iki gece evde kalıyor, sonra gidiyor, dört beş gün sonra daha şık, daha zarif kıyafetle yine geliyordu. Fakir bir mübaşirin bu zengin misafiri acaba kimdi? Bu henüz bir sır halindeydi.
Etrafta dedikodular kaynaşmaya başladı. Hakikati öğrenmek için konu komşu mübaşirin evine geliyordu. Şadiye etrafın bu merak ve tecessüsünü anlamakta gecikmedi ve gelenlere bir münasebet düşürerek “Haftada bir iki gece bende kalan misafir yabancı biri değil, benim büyük kızım Necla’dır. Kocası çok zengin olduğu için lüks bir hayat yaşıyorlar. Tabii biz o hayata alışkın değiliz. Ne yapalım böyle bir köşeye çekildik işte,” diyor ve lakırdıyı kısa kesiyordu.
En ziyade Kamer Hanım’la Hafize merak etmiş ve onun hakikaten zengin bir adamla yaşadığını çoktan öğrenmişlerdi.
Bu kadın cidden güzeldi. Pembe çehresinde uzun ve kıvrık kirpiklerle gölgelenmiş iri siyah gözler, biçimli bir burun, ağzında inci gibi sıralanmış beyaz, muntazam dişler birbiriyle çok güzel imtizaç etmişti.13 Sevimli ve şirin bir edası vardı.
Kamer Hanım bu genç kadını ilk gördüğü gün hayran olmuş ve bütün hareketlerini tetkike dalmıştı.
Gülerken o kadar güzel oluyor, dudaklarından dökülen dağınık ve perişan sözler kendisine öyle tatlı bir şuhluk veriyordu ki gören ve dinleyenler onun sıcak cazibesinden bir türlü kurtulamıyordu.
Kamer