Güzide Sabri

Necla


Скачать книгу

bir kadının nezaretinde emel ve saadet rüyası içinde yaşıyordu.

      Genç kalpleri zehirleyen sevginin zevkiyle vaat edilmiş günleri bekliyordu. Karnında aşkının bir parçası kımıldarken derin bir sabır ve tevekkül içinde kendisini buraya getirip bırakan sevgilinin yolunu gözlüyor, her gün pencerenin önünde oturuyor, gözleri yeşil ovaların üzerinde uzayan Mudanya yoluna dalıyor, sanki her yolcudan bir haber alacakmış gibi heyecanlı dakikalar geçiriyordu.

      Necla, genç kızlık çağına geldiği günlerden beri hep bu genç adamla meşgul olmuştu. Bu onun damarlarındaki kana yerleşen zehirli bir mikroptu. Bu, damarlarından beynine, oradan kalbine geçerek yaşla beraber büyüyen esaslı bir maraz22 şeklini almıştı.

      Kâmi,23 Nazlı Hanım’ın yeğeniydi. Evleri yakın olduğu için hemen her akşam halasına uğramadan kapıdan geçmezdi. Kâmi, eserleri tanınmış genç bir muharrirdi.24 Onu herkes okuyor ve her okuyan çok seviyordu. Kuvvetli fikirleri, ince tahlilleri, geniş hayalleri vardı. Hayat onun için bazen sakinleşen, bazen köpüren ve kuduran bir denizdi. Bu denizin rüzgârları sustuğu zaman Kâmi de kalemini elinden bırakırdı. Günlerce, aylarca miskin ve uyuşuk bir halde yaşardı. Onun loş izbelikleri, kuytu ve viran mezarlıkları seven, bülbüllerin sesinden ziyade ishakların25 matemli eninlerinden26 zevk alan garip bir ruhu vardı.

      Mehtapsız geceler onun için esrarla dolu bir âlemdi. Bu âlemin sükûnu içinde ıstıraplı ruhunu dinlerdi. Yazılarında da bunun kuvvetli akisleri görülürdü.

      Necla yıllarca bu adamla beraber yaşamış gibiydi. Yedi yaşından on dokuz yaşına kadar onu hep karşısında görmüş, genç kızlık hayatına girer girmez onun fikirlerini, yazılarını tahlil etmek arzusuna kapılmış ve bu da aşkının başlangıcı olmuştu.

      Geceleri Nazlı Hanım’ın salonuna toplanan misafirler arasında Kâmi de bulunur ve onun varlığı Necla’yı mesut ederdi. Genç kız şen ve şatır,27 taze bir fidan gibi ortada gezinirken ara sıra muharririn gözlerinin kendi üzerinde dolaştığını görürdü. Bu bakışın Kâmi’nin dalgın ruhunun bir ifadesi olabileceğini hiç aklına getirmeden, bir gün onun kendisini sevebileceğini düşünmeye başlamıştı. Bu ümit günden güne kalbinde esaslı bir yer almaya başladı. Eserlerini okuyup yarattığı kadınların şahsiyetindeki manayı tahlil ederek onun hislerini anlamak istiyordu.

      Kâmi, hep yeşil gözlü, sarışın kadınlardan hoşlanıyordu. Siyah gözlü, pembe tenli kadınları yazılarına layık görmüyordu. Sevilmekten ziyade sevmekten zevk alıyordu. Halbuki sevilmekte de nihayetsiz bir haz ve saadet olduğunu bilmesi lazım değil miydi? Bir gün büyük bir cesaretle bu sualleri ona sormaya karar verdi.

      Kâmi, kendisine her zaman “küçük kadın” diye hitap ederdi. Yorgun olduğu akşamlar kapıdan girerken “Küçük kadın, bana ellerinle bir çay yapar mısın?” derdi.

      Necla işte bu zaman dünyanın en mesut insanı olurdu. Çayı getirince Kâmi ona bir paket çikolata uzatır ve “Al bakalım küçük kadın! Dün akşam unuttum, fakat bu akşam hazır,” diyerek gönlünü alırdı.

      Necla on altı yaşında, Kâmi ise otuzundaydı. O, çocukluktan henüz çıkmış, küçük ve iptidai28 bir kızdı. Kâmi’nin başını dolduran hayallerin içinde Necla’nın henüz hiçbir yeri yoktu.

      Zaman süratle geçiyordu. Necla artık tamamıyla genç kızlık çağına ermişti. Boyu daha ziyade serpilmiş, çehresinde hayat ve gençlik parlamaya, vücudu dolgunlaşmaya, uzun ve kıvrık kirpiklerinin gölgelediği siyah gözlerindeki cazibe kuvvetli bir alev gibi yanmaya başlamıştı.

      Kâmi’nin kalbinde bu kıza karşı yavaş yavaş tuhaf bir his uyanıyordu. Artık ona evvelki gibi teklifsizce “küçük kadın” diyemiyordu. Evde halasını bulamadığı günlerde yalnız kalmaktan ürkerek hemen kapıdan çıkıyordu.

      Necla yıllardan beri büyük bir sabır ve tevekkülle beklediği günlerin geldiğini, bir gün Kâmi’nin kendisini seveceğini düşünüyordu. Yaşıyla beraber kalbinde büyüyen aşkını ona itiraf için titriyor, artık onun her şeyi bilmesini istiyordu.

      Halbuki Kâmi, evvelki gibi halasına uğramıyordu. Necla’nın cazibesinden müteessir olmaya, onun alevli gözlerinin ateşinden korkmaya başlamıştı. Nazlı Hanım yeğeninin kendisini bu kadar ihmal etmesine karşı sitemli haberler yolluyor, geceleri salonunu dolduran misafirleri arasında onun varlığını istiyordu.

      Nihayet bir gün Kâmi gelmişti. O gün Nazlı Hanım, gece yatısına kızına gitmiş olduğu için, evde Necla ile ihtiyar hasta dadısını bırakmıştı.

      Kâmi salona girdiği zaman bugün evde Necla ile yalnız olduğunu anlamış, geri dönerse fena bir harekette bulunacağını düşünerek oturmaya mecbur olmuştu. İkisi de birbirine bakmaktan ürken tatlı bir heyecan içinde birkaç dakika sustu.

      Necla, sapsarı çehresiyle ayakta durmuş, ellerini masaya dayamıştı. Bu aşk ve heyecan dakikası içinde kalbindeki derin sır boğazında düğümlenmişti, bir şey söyleyemiyordu.

      Kâmi, elinde olmadan oturduğu yerden kalkmıştı. Ne yaptığını, ne söyleyeceğini bilemiyordu. Hiç beklemediği bu yalnızlık onu da şaşırtmıştı.

      “Necla!” diyebildi.

      Ah, onun ne tatlı ve ne içe işleyen bir sesi vardı. Bu ses senelerce ruhunun ta derinlerine sinmişti.

      Genç kız uzun kirpikli gözlerini yavaş yavaş kaldırdı.

      “Benim geldiğimi halama söylersin, değil mi? Bugünlerde çok meşgul olduğumu da ilave et. Ben artık gideyim çocuğum.”

      Necla başını önüne eğdi. Onu görmediği günlerin kalbinde yanan hasretini ezmek istiyordu. Kendisiyle bir an yalnız oturmaya tahammül edemeyen bir adama bir şey söylemek istiyordu.

      Kâmi bu defa daha ziyade yanına sokuldu.

      “Neclâ, neden benimle konuşmuyorsun bakayım?” dedi.

      “Emirlerinizi dinliyorum.”

      “Oooo! Bugün çok ciddisin küçük kadın.”

      “Her zaman öyle değil miyim?”

      “Aferin kızım. Genç kızların her zaman ciddi ve metin olmaları lazımdır,” dedi.

      Necla hiç cevap vermeden bir heykel gibi ayakta duruyordu.

      Kâmi onun sessiz ve hareketsiz duruşunda gizli bir vakar sezmişti. Büyük bir kadının huzurunda duyulan heyecan ve hürmet hissiyle elini uzatarak “Allahaısmarladık!” dedi.

      Necla hafifçe başını eğerek onu selamladı. Kâmi’nin hızlı hızlı merdivenlerden inen ayak seslerini dinledi. Sonra kendisini bir koltuğa atarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

      Ondan ne bekliyor ve istiyordu? Bunu kendisi de bilmiyordu. Hem ne ümit edebilirdi? Annesi tarafından getirilerek evlatlık diye bırakıldığı bu evdeki sıfatı neydi? Kalbinin karanlık emelleri içinde ve damarlarına yayılan bir hüzün ve mahrumiyetle başını iki elinin arasına aldı. Ağladı.

      Kâmi, Necla’dan ayrıldıktan sonra garip bir hissin tesiri altında bir an kapının önünde durdu ve nereye gideceğini düşündü. Arkadaşlarına verilmiş randevusu vardı. Gönlü istemedi. Bu gece boş laflarla geçecek vakit ona pek ağır geldi. Uzun zamandan beri eline kalemi almamış ve evde yazıları birikmişti. Ruhunda yazmak için kuvvetli bir ihtiyaç duyuyordu.

      Başının