hatırladı.
“Sana da koyayım mı?” diye sorduktan sonra çabucak ek- ledi, “Yani, tabii, içiyor musun bilmiyorum ama…”
Caleb güldü.
“Evet, vampirler de şarap içer” dedi gülümseyerek ve ya- nına gelip o şarabı dökerken bardağı tuttu.
Caitlin hayretler içinde kalmıştı; sözlerinden değil, gülü- şünden. Kahkahası yumuşaktı, zarifti ve odanın içine yayılı- vermişti. Onun hakkındaki diğer her şey gibi bu da pek bir esrarengizdi.
Caleb bardağı dudaklarına doğru götürürken Caitlin, onun da aynısını yapmasını umarak gözlerinin içine baktı.
O da baktı.
Ardından ikisi de aynı anda gözlerini kaçırdılar. Caitlin kalbinin daha hızlı atmaya başladığını hissediyordu.
Caleb geldiği yere dönüp otların üstüne oturdu ve sırtını geri yaslayıp ona baktı. İşte şimdi onu inceliyordu. Caitlin mahcup hissetti.
Farkında olmaksızın elini üstündeki kıyafete götürdü ve daha iyi bir şeyler giymiş olmayı dileyebildi sadece. Üs- tündekini hatırlamak için hafızasını zorladı. Yol üstünde, neresi olduğunu hatırlayamadığı bir şehirde durdukların- da mevcut tek kıyafet dükkânına gidip üstündekileri de- ğiştirmişti.
Çekinerek alta doğru baktığında kendini tanıyamadı. Es- kimiş yırtık bir kot, bir numara büyük ayakkabılar, tişörtün üstünde duran bir kazak giyiyordu. Onların üstündeyse yine kendisine büyük gelen, bir düğmesi düşmüş soluk, mor bir mont vardı; ama sıcak tutuyordu. Şu an için ihtiyacı olan tek şey de buydu.
Mahcup hissetti. Onu neden bu hâlde görmek zorunday- dı ki? Gerçekten içini kıpırdatan ilk adamla tanışması sıra- sında hoş gözükmesini sağlayacak bir fırsat bulamamasına ne demeliydi? Bu ambarda bir tuvalet yoktu, tuvalet olsa bile yanında makyaj malzemesi yoktu. Tekrardan utanarak uzak- lara doğru baktı.
“Ben uyuyalı epey oldu mu?” diye sordu.
“Emin değilim. Ben de yeni uyandım” dedi arkasına yas- lanıp elini saçında dolaştırarak. “Bu gece erken beslendim. Beni mayıştırdı.”
Caitlin ona baktı.
“Açıkla bana” dedi.
Caleb ona baktı.
“Beslenmek” diye ekledi. “Yani, nasıl oluyor? Gidip… in- sanları mı öldürüyorsun?”
“Hayır, asla” dedi.
Caleb söyleyeceklerini toparlarken odayı sessizlik kapladı.
“Vampir ırkındaki her şey gibi bu da biraz karmaşık” dedi. “Ne türden bir vampir ve hangi meclise bağlı olduğuna göre değişir. Ben sadece hayvanlar üzerinden beslenirim. Çoğun- lukla geyik. Zaten nüfusları epey fazla, insanlar da onları avlıyor. Hatta insanlar onları avlayıp yemiyorlar bile.”
Yüzündeki ifade ağırlaştı.
“Ancak diğer meclisler pek bu kadar merhametli değildir. İnsanlardan beslenirler. Genellikle arzu edilmeyenlerden.”
“Arzu edilmeyenler derken?”
“Evsizler, aylaklar, fahişeler… Yoklukları fark edilmeyecek olanlar. Her zaman böyle olageldi. Irkın üstüne ilgi çekmek istemiyorlar.”
“Bu yüzden benim meclisime, vampir neslime saf kan deriz. Diğerleri ise saf değildir. Beslendiğin şeyin… enerjisi sana zerk olur.”
Caitlin oturduğu yerde düşünüyordu.
“Peki ya ben?” diye sordu.
Caleb ona baktı.
“Neden sadece bazen beslenmek istiyorum da geri kalan zamanlarda istemiyorum?”
Caleb kaşlarını çattı.
“Emin değilim. Durum sende daha farklı. Sen melezsin. Bu çok enderdir… Şunu biliyorum ki yaşın geliyor. Diğer- leri tek bir gecede dönüşüverirler. Sendeyse bu bir süreçtir. Geçireceğin değişimler, tam olarak oturman biraz zaman alabilir.”
Caitlin geçmişi düşündüğünde açlık krizlerini ve nasıl da durduk yerde baş gösterdiklerini hatırladı. Nasıl olmuş da beslenmek dışında hiçbir şey düşünemez hâle getirmişlerdi onu! Korkunçtu. Bunun tekrar olması düşüncesi tüylerini ürpertiyordu.
“Bir daha ne zaman olacağını nasıl bilebilirim?”
Caleb ona baktı. “Bilemezsin.”
“Asla bir insanı öldürmek istemem” dedi. “Asla.”
“Öldürmek zorunda değilsin. Hayvanlardan beslenebilir-sin.”
“Yine bir yerden çıkamadığım zaman başıma gelirse?”
“Bunu nasıl kontrol edeceğini öğrenmelisin. Biraz pratik ister, bir de irade. Kolay değildir; ama mümkündür. Bunu kontrol edebilirsin. Her vampir bu süreçten geçer.”
Caitlin canlı bir hayvanı yakalayıp üstünden beslenme- nin nasıl olacağını düşündü. Her zamankinden daha hızlı olduğunu biliyordu; fakat o denli hızlı olup olmadığından emin değildi. Gerçekten bir geyik yakalasaydı bile ne yap- ması gerektiğini bilemezdi.
Caleb’e baktı.
“Bana öğretir misin?” diye sordu umutla.
Bakışları kesiştiğinde kalp atışları kulağına gelecek kadar sertti.
“Beslenmek ırkımızda kutsaldır. Her zaman yalnız yapı- lır” dedi yumuşak ve özür diler bir şekilde. “Tek istisnası..”
“Tek istisnası?”
“Evlilik törenleridir. Karıyla kocayı birbirine bağlamak için.”
Caleb gözlerini kaçırdığında ruh hâlinin değiştiği görüle- biliyordu. Caitlin kanın yanaklarına hücum ettiğini hissetti ve içerisi birden daha sıcak oluverdi.
Oluruna bırakmaya karar verdi. Şu an açlık krizleri çek- miyordu ve o noktaya geldiğinde bu sınavı geçebilirdi. Bu olduğunda Caleb’in kendi yanında yer alacağını umdu.
Hem beslenmeyi, vampirleri ya da kılıçları pek de öyle aman aman umursuyor değildi. Bilmek istediği şeyler ona dair şeylerdi ya da ona karşı gerçekten neler hissettiği hak- kında. Ona sormak istediği bir dolu soru vardı. Neden her şeyi benim için riske attın? Hepsi kılıcı bulmak için miydi? Yoksa başka bir şey mi? Kılıcı bulduğunda hâlâ yanımda kala- cak mısın? Bir insanla romantik şeyler yaşamak yasak olsa da benim için bu sınırı çiğner miydin?
Ancak korkuyordu.
O da bunların yerine basitçe şöyle dedi, “Umarım kılıcını buluruz.”
Sersem, dedi kendi kendine. Söyleyebildiğinin en iyisi bu mu? Düşündüklerini söyleme cesaretini toplayamaz mısın bir kerecik?
Ancak Caleb’in enerjisi o kadar yoğundu ki ne zaman onun yanında olsa berrak bir şekilde düşünmek zorlaşıyordu.
“Umarım” diye yanıt verdi. “Sıradan bir silah değil bu. Türümüz tarafından asırlardır göz konulmuş bir şey. Şimdi- ye kadar dövülmüş en iyi Türk kılıcı. Tüm vampirleri öldü- rebilecek bir metalden yapılma olduğuna dair söylentiler var. O elimizdeyken kimse karşımızda duramaz. O olmadan…”
Lafı yarıda bıraktı; sözünün sonunu getirmekten çekini- yor gibiydi.
Caitlin, Sam’in orada olup babalarının peşine