hatırlayınca içinden bir ürperti geçti. Onu ısırmıştı.
Kyle uzanıp boynuna -boynunda acıyan iki yara izine- dokunmaya çalıştı ama yapamadı; ellerinin arkasında kelepçelendiğini fark etti.
Kyle kollarını hareket ettirdi ve hiç zorlanmadan kelepçeleri kırdığını görünce şaşırdı. Şaşırarak bileklerini tuttu ve onlara baktı, bu kadar güçlü olduğuna kendi de şaşırdı. Kelepçelerde mi sorun vardı? Açık kelepçelere baktı: Bunu nasıl yapmış olabilirdi?
Kyle elini boğazına götürdü, iki yaraya dokundu ve yaraları acıdı, ısırık damarlarına kadar ulaşmıştı. Oturduğu yerde sallanıp duran kelepçelere baktı ve düşündü: Vampirler gerçekten var mıydı? Bu mümkün müydü?
Kyle sırıttı. Şimdi anlayacaktı.
Kyle sallanan kelepçeleri aldı ve önündeki kafese vurdu.
İki polis dönüp ona baktı, bu sefer gülmüyorlardı; yüzlerinden şoke oldukları anlaşılıyordu. Kyle’ın elleri serbestti, kelepçeler kırılmıştı ve elinde kelepçeleri sallarken sırıtıyor ve kafese vurmaya devam ediyordu.
Bir memur diğerine, “Lanet olsun,” dedi. “Onu kelepçelemedin mi, Bill?”
“Kelepçeledi. Bundan eminim. Hem de sımsıkı kelepçeledim.”
Kyle, “Yeterince sıkı değildi,” diye hırıldadı.
Polislerden birisi silahına uzanırken, diğeri frene bastı.
Ama yeterince hızlı değillerdi. Kyle olağanüstü bir hızla metal kafesi bir kürdan gibi söküp attı ve ön koltuğa atıldı.
Kyle yolcu koltuğundaki polisin üzerine atladı, silahı elinden aldı ve sert bir dirsek indirip boynunu kırdı.
Diğer polis direksiyonu birden kırdı ve araba otoyolda ilerlerken Kyle uzandı, polisi kafasının arkasından yakaladı ve ona kafa attı. Bir kırılma sesi çıktı ve polisin kanı Kyle’ın üzerine sıçradı. Araba yalpalıyordu, Kyle uzanıp direksiyonu yakaladı – ama çok geç kalmıştı.
Polis arabası otoyolun karşı şeridine geçmişti ve karşıdan gelen bir arabaya çarptığında her yeri korna sesleri doldurdu.
Kyle ön camdan uçarak çıktı ve kafa üstü asfalta düştü, uzun bir süre döne döne sürüklendi, araba da yanında döne döne ilerliyordu. Kyle’a doğru gelen bir araba fren yaptı ama geç kalmıştı – ve Kyle göğsünün üzerinden geçen arabanın altında ezildiğini hissetti.
Kyle orada yatıp güçlükle nefes alırken araba büyük bir ses çıkartarak durdu ve otuzlu yaşlarda bir kadın bağıra çağıra sırt üstü yatan Kyle’ın yanına koştu.
Hızlı hızlı, “Aman Tanrım, iyi misin?” dedi. “Zamanında durmaya çalıştım. Aman Tanrım. Birini öldürdüm! Aman Tanrım!”
Kadın çılgına dönmüştü, onun üzerine eğilmiş ağlayıp sızlıyordu.
Kyle bir anda gözlerini açtı, oturdu ve kadına baktı.
Kadın şaşkın şaşkın ona bakarken ağlamayı kesti, farların ışığında gözleri ardına kadar açıktı.
Kyle sırıttı, öne doğru eğildi ve giderek uzayan, güzel kesici dişlerini kadının boğazına geçirdi.
Bu hayatında tattığı en iyi histi.
Kyle onun kanını içerken kadın çığlık atıyordu, kadın kollarına yığılıp kalana kadar içmeye devam etti.
Kyle sonunda doymuş bir şekilde ayağa kalktı ve dönüp boş otoyola baktı.
Yakasını ve üzerindeki gömleği düzeltti ve ilk adımı attı. Bu şehirden alınacak bir sürü öç vardı – ve her şey Scarlet ile başlıyordu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Sage gün doğarken havada uçarak ilerliyordu, güneşin ilk ışıkları gözünden yanağına akan bir damla yaş üzerinde parladı, Sage bu gözyaşını hemen sildi. Çok yorulmuştu, bütün gece uçup Scarlet’i aramaktan gözleri bulanıklaşmıştı. Gece boyunca birkaç defa onu bulduğunu sanmış, aşağı inip baktığında bunun tanımadığı bir kız olduğunu görmüş, kız onun gökyüzünden böyle indiğini görüp şaşırmış, sonra yeniden havalanmıştı.
Scarlet’i hiçbir yerde bulamıyordu ve Sage bunu bir türlü anlayamıyordu. Aralarındaki bağ çok güçlüydü, onun nerede olduğunu hissedebileceğimden, onun kendisini yönlendireceğinden emindi. Ne olduğunu anlamamıştı. Yoksa ölmüş müydü?
Sage sadece Scarlet’in çok yoğun bir duygusal dönemden geçtiğini, sezgilerinin bundan dolayı kapalı durumda olduğunu ve bundan dolayı da nerede olduğunu tespit edemediğini umuyordu veya belki de tıpkı diğer tüm vampirlerin insanlardan ilk defa beslendikten sonra yaptığı gibi derin bir uykuya dalmış da olabilirdi. Bazıları için bunun ölümcül bir şey olabileceğini biliyordu ve onun kim bilir nerelerde tek başına olması fikri onu çok üzüyordu. Acaba uyanacak mıydı?
Sage alçaktan, kimsenin fark edemeyeceği kadar hızlı uçuyor, onunla birlikte gittiği, tanıdığı yerleri geçiyordu – okul, evleri, aklına gelebilecek diğer her yer – üstün görüş yeteneğine sahip gözleriyle tüm ağaçları ve sokakları tarayarak onu arıyordu.
Saatler geçtikten ve güneş yükseldikten sonra Sage sonunda onu aramakla bir sonuca varamayacağını anlamıştı. O ortaya çıkana veya onu nerede olduğunu anlayana kadar beklemeliydi.
Sage hiç olmadığı adar yorulmuştu. Yaşam gücünün yavaş yavaş azalmaya başladığını hissediyordu. Ölümüne kadar sadece birkaç günü aldığını biliyordu ve göğsünde, kollarında ve omuzlarında bir ağrı daha duyduğunda, içte içe ölmek üzere olduğunu hissetti. Çok yakında yeryüzünü ter edecekti-ve bu gerçeğe alışmıştı. Sadece son günlerini Scarlet ile geçirmek istiyordu.
Aramadığı yer kalmayan Sage ailesinin Hudson nehri kenarındaki büyük malikânesi üzerinde daireler çizerek uçmaya başladı. Bir kartal gibi daireler çizerken düşündü: onları son bir kez daha görmeli miydi? Bununla neyi amaçlayabileceğini bilemedi. Şu anda hepsi Scarlet’i onlara getirmediği için ondan nefret ediyorlardı ve itiraf etmek gerekirse kendisi de onlardan nefret ediyordu. En son orayı terk ettiğinde kız kardeşi onun kollarında ölmüştü ve Lore Scarlet’i öldürmek üzere evden çıkmıştı. Onlarla yeniden yüz yüze gelmek istemiyordu.
Ve şu anda gidebileceği hiçbir yer yoktu.
O şekilde uçarken Sage bir çarpma sesi duydu ve aşağı doğru baktığında kuzenlerinden birkaçının elinde tuttukları birtakım tahtalarla pencerelere vurduklarını gördü. Eski malikânelerinin tüm pencerelerini tek tek tahta çakarak kapatıyorlardı ve Sage onlarca kuzeninin uçuşa geçtiğini gördü. Bütün bunlar ona ilginç gelmişti. Bir şeyler odluğu kesindi.
Sage’in bunu mutlaka öğrenmesi gerekiyordu. Bir tarafı nereye gittiklerini, ailesine ne olacağını öğrenmek istiyordu-ve diğer ve daha güçlü olan tarafı ise Scarlet’in nerede olduğunu hakkında bir fikirleri olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Belki içlerinden birisi onu görmüş veya bir şeyler duymuş olabilirdi. Belki de onu Lore esir almıştı. Bunu bilmeliydi, tek çıkış yolu buydu.
Sage ailesinin malikânesine doğru dalışa geçti, mermer kaplı avluya, büyük antik Fransız stili kapılara giden arka girişin büyük merdivenleri önünde yere indi.
Kapıya