titreyen elleriyle telefonu açtı. Telefonu ahizesini birkaç defa elinden düşürdü ve sonunda tutup kulağına götürmeyi başardı.
“Alo, alo, alo?” dedi. “Scarlet, sen misin? Scarlet!?”
Bir erkek sesi, “Hanımefendi, ben Memur Stinton,” dedi.
Arayanın Scarlet olmadığını anlayınca Caitlin hayal kırıklığına uğradı.
“Henüz kızınızdan herhangi bir ize rastlamadığımızı bildirmek için aradım.”
Caitlin’in morali iyice bozuldu. Telefona umutsuz bir şekilde iyice sarıldı.
“Yeterince çaba göstermiyorsunuz,” diye çıkıştı.
“Elimizden geleni yapıyoruz hanımefendi-“
Caitlin memurun sözlerini tamamlamasını beklemedi. Ahizeyi çarparak kapadı ve daha sonra 80’lerden kalma koca telefonu aldı, kablosunu duvardan kopardı, başını üzerine kaldırdı ve yere çaldı.
Caleb, Sam ve Polly uykularından sıçrayarak uyandı ve aklını kaçırmış gibi Caitlin’e baktı.
Caitlin yere, telefona baktı ve belki de gerçekten aklını kaçırmış olabileceğini düşündü.
Caitlin hızla odadan çıktı, kapıyı açıp geniş verandalarına çıktı ve yalnız başına sallanan sandalyeye oturdu. Şafak vakti hava soğuktu ama bunu umursamıyordu. Dünyada olan biten hiçbir şeye karşı ilgisizdi.
Kollarını göğsünde sıkı sıkıya kenetledi ve Kasım ayının serin havasında sallandı durdu. Yeni günün ışıklarında önünde uzanıp giden boş sokağa baktı, görünürlerde tek bir kişi, tek bir araba yoktu, evler hala karanlıktı. Her şey hareketsizdi. Şehir dışında sessiz, sakin bir sokaktı, olmaması gereken yerde bulunan tek bir yaprak bile yoktu, her şey tertemiz ve olması gerektiği gibiydi. Olağanüstü normaldi.
Ama Caitlin hiçbir şeyin normal olmadığını biliyordu. Birden yıllardır sevdiği bu yerden nefret etti. Sessizlikten, her şeyin hareketsiz olmasından, düzenden nefret etti. Kaos için, bu hareketsizliğin bozulması için, biraz ses, biraz heyecan ve kızının ortaya çıkması için her şeyi feda ederdi.
Bir yandan ağlarken gözlerini kapayıp, Scarlet, diye dua etti, bana dön bebeğim. Lütfen bana geri dön.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Scarlet havada süzülüp gittiğini hissediyordu, kulaklarında milyonlarca kanat sesi duyarken, giderek daha da yükseldiğini duyumsuyordu. Etrafına bakındığında dört bir yanının bir yarasa sürüsüyle, milyonlarca yarasa ile kaplandığını, bunların gömleğinden onu tuttuklarını ve onu havada taşıdıklarını gördü.
Scarlet bulutların arasından, hayatında gördüğü en güzel şafak sökme manzarasının içinden ilerliyordu, bulutlar dört bir yana dağılmıştı ve açılıyorlardı, baştan sona turuncu gökyüzü adeta ateş içindeydi. Scarlet ne olduğunu anlayamıyordu, ama bir şekilde korkmuyordu. Yarasalar dört bir yanında çığlık atıp kanat çırparken, onu çevreleyip sanki onlardan biriymişçesine onu taşırlarken, kendisini bir yere götürdüklerini biliyordu.
Scarlet ne olduğunu anlayamadan, yarasalar onu hayatında gördüğü en büyük kalenin önünde nazik bir şekilde yere bıraktılar. Kalenin çok eski taş duvarları vardı ve Scarlet devasa kemerli bir kapını önünde duruyordu. Yarasalar uçarak kayboldu ve kanat sesleri duyulmaz hale geldi.
Scarlet kapının önünde durdu ve kapı yavaş yavaş açıldı. İçeriden bal renginde bir ışık geldi ve Scarlet içeri girme isteğine karşı koyamadı.
Scarlet kapının eşiğinden içeri adımını attı, ışığın içinden geçti ve hayatında gördüğü en büyük odaya girdi. İçeride tamamı siyahlar içerisinde, yüzleri ona dönük ve kıpırtısız bir şekilde sıralanmış duran bir vampir ordusu vardı. Scarlet bunların üzerinde bir süre dolaştı, sanki liderleriymiş gibi onlara tepeden bakıyordu.
Hepsi aynı anda avuçlarını yukarıya kaldırıp göğüslerine vurdular.
Hep birden, çok yüksek sesle, “Bir ulusun doğmasını sağladın,” dediler, sesleri duvarlardan yankılandı. “Bir ulusun doğmasını sağladın!”
Vampirler coşkulu bir şekilde haykırdı ve Scarlet bu coşkuyu memnuniyetle kabul etti, sonunda ait olduğu topluluğu bulduğunu hissediyordu.
Scarlet kırılan cam sesini duyduğunda gözlerini hemen açtı. Kendisini betonun üzerinde yüz üstü yatarken gördü, yanakları soğuk ve nemli zeminin üzerine bastırılmışı. Etrafında karıncaların dolaştığını gördü ve avuç içlerini beton zemine koydu, doğruldu ve karıncaları süpürdü.
Scarlet üşümüştü ve ağrı içerisindeydi, rahatsız bir vaziyette uyumuş olduğundan boynu ve sırtı tutulmuştu. Daha da önemlisi, kafası karışmış, kontrolünü kaybetmişti ve çevresini tanımıyordu. Küçük bir köprünün altındaydı ve şafak sökerken bu köprünün altındaki beton yokuşun üzerinde uzanıyordu. Her yer idrar ve bira kokuyordu ve Scarlet yere baktığında tüm betonun grafiti ile kaplı olduğunu, boş bira tenekelerinin, atılmış, kullanılmış iğnelerin bulunduğunu gördü. Kötü bir yerde olduğunun farkına vardı. Gözlerini kırpıştırarak etrafa bakındı; nerede olduğu veya buraya nasıl geldiği hakkında hiçbir fikri yoktu.
Daha sonra kırılan cam sesi yeniden geldi ve bunu ayak sesleri takip etti; Scarlet hemen döndü, tüm duyuları sonuna kadar açıktı.
Birkaç metre ileride eski püskü giysiler içerisinde dört tane serseri vardı, sarhoşlardı veya uyuşturucunun etkisindeymiş gibi görünüyorlardı – veya sadece olay çıkartmak için gelmişlerdi. Kirli sakallı ve kendisinden yaşlı adamlar ona bir oyuncakmış gibi, yüzlerinde çapkın bir gülümsemeyle bakıyor, çürük sarı dişleri görülüyordu. Ama Scarlet onların güçlü olduklarını anlayabiliyordu, hem uzunlardı hem de omuzları genişti ve yürüme tarzlarından - birisi bir bira şişesini köprünün altına çarpıp parçaladı ve yere attı- pek iyi niyetleri olmadığı anlaşılıyordu.
Scarlet buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalıştı. Burası kendi isteğiyle kesinlikle gelmeyeceği bir yerdi. Onu buraya başkası mı getirmişti? İlk düşüncesi belki de tecavüze uğramış olabileceği oldu; ama baktığında tamamen giyinik olduğunu gördü ve bunun doğru olmadığını anladı. Başından geçenleri düşündü ve bir gece öncesini hatırlamaya çalıştı.
Ama zihninde tek bulabildiği şey acı verici bir bulanıklıktı. Scarlet küçük detaylar hatırlıyordu: 9 numaralı otoyolun yanındaki bir bar… bir kavga… Ama her şey çok bulanıktı. Tüm ayrıntıları hatırlayamıyordu.
Yaklaşan serserilerden birisi “Bizim köprümüzün altında olduğunu biliyorsun, değil mi?” dedi. Scarlet telaşla elleri ve dizleri üzerinde doğuldu ve ayağa kalktı, onların karşılarına dikildi; içi titriyordu, ama korkmuş olduğunun anlaşılmasını istemiyordu.
Bir diğeri, “Buraya ücretini ödemeden kimse gelemez,” dedi.
“Üzgünüm,” dedi. “Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum.”
Bir başkası, derin, kısım bir sesle “Bu senin hatan,” dedi ona gülümseyerek.
Scarlet, sert görünmeye çalışsa da titreyen sesiyle, “Lütfen,” dedi ve geri adım attı, “Sorun çıkartmak istemiyorum. Burayı şimdi terk edeceğim. Üzgünüm.”
Scarlet oradan gitmek üzere döndü, kalbi çarpıyordu; tam o sırada birisinin