İmparator’un önünde başını eğdi. İmparatoriçe ve nedimeler korkudan kaçtı.
Ama İmparator yalnızca gülümseyip durmalarını istedi. Dedi ki:
“Korkmayın. Bu, göklerden gönderilmiş bir ulaktır. Buradaki zamanım sona erdi!” Ardından ejderhanın sırtına atlayıp göklere yükseldi.
İmparatoriçe ve nedimeler bunu görünce hep birlikte ağladılar:
“Bizi de bekle! Biz de gelelim,” diyerek ejderhaya tutunup üzerine binmeye çalıştılar.
Ama üzerinde bu kadar çok insanla ejderhanın uçması mümkün değildi. Birkaç kişi ejderhanın sakalına tutunup üzerine çıkmayı denedi; ama tutundukları kıllar kopunca yere düştüler.
Bu arada İmparatoriçe ve birkaç nedime, ejderhanın sırtına binmeyi başarmıştı. Ejderha göklerde öyle yükseldi ki, geride kalan üzgün saray halkı artık onları göremiyordu.
Bir süre sonra sarayın bahçesine bir ok ve yay düştü. Bunlar, İmparator Kotei’ye aitti. Nedimeler, ok ve yayı dikkatle yerden kaldırdı ve bu kutsal emanetleri sarayda sakladılar.
Altın Çocuk Kintaro’nun Maceraları
Evvel zaman içinde Kyoto şehrinde Kintoki adında cesur bir savaşçı yaşardı. Günün birinde güzel bir kadına âşık oldu ve onunla evlendi. Bunun üzerinden çok geçmemişti ki, bazı arkadaşları yüzünden sarayın gözünden düştü ve kovuldu. Başına gelen bu talihsizlik nedeniyle kendini yiyip bitirdi. Kovulmasından kısa bir süre sonra bu duruma daha fazla dayanamayıp öldü. Güzel karısı koca dünyada tek başına kaldı. Kocasının düşmanlarından korkan kadın, Aşigara Dağları’na kaçtı. Odunculardan başka kimsenin uğramadığı bu ıssız ormanda bir erkek çocuk doğurdu ve adını Kintaro yani “Altın Oğlan” koydu. Bu çocuğun olağanüstü bir özelliği vardı: Çok ama çok kuvvetliydi. Büyüdükçe daha da güçlendi. Sekiz yaşına geldiğinde oduncular kadar hızlı bir şekilde ağaçları kesebiliyordu. Sonra annesi ona büyük bir balta verdi. Ormana gidip odunculara yardım ederdi. Oduncular bu çocuğa “Harika Çocuk”, annesine ise “Dağların Yaşlı Annesi” adını vermişlerdi; zira kadına nasıl hitap edebileceklerini bilmiyorlardı. Kintaro’nun sevdiği şeylerden biri de kaya ve taşları parçalamaktı. Artık varın siz düşünün ne kadar güçlü kuvvetli olduğunu!
Diğer çocukların aksine Kintaro, dağlık alanda tek başına büyüdü. Başka arkadaşı olmadığı için hayvanlarla dost oldu ve onlarla konuşup anlaşmayı öğrendi. Yavaş yavaş bütün hayvanlar uysallaşıp Kintaro’yu efendileri olarak gördüler. Kintaro da onları hizmetçileri ve ulakları olarak kullandı. Ama ayı, geyik, maymun ve yaban tavşanı onun özel hizmetkârlarıydı.
Ayı yavrularını getirir, Kintaro’yla boğuştururdu. Çocuklarını almaya geldiğinde Kintaro, ayının sırtına binerdi, ayının mağarasına kadar böyle giderlerdi. Geyiği de çok severdi. Uzun boynuzlarından korkmadığını göstermek için kollarını hayvanın boynuna sarardı. Birlikte çok eğlenirlerdi.
Her zaman olduğu gibi yine bir gün Kintaro dağlara çıktı. Ayı, geyik, maymun ve yaban tavşanı da onu takip ediyordu. Dere tepe yürüdükten sonra güzel dağ çiçekleriyle kaplı büyük bir ovaya vardılar.
Burası hep birlikte boğuşup oynayabilecekleri güzel bir yerdi. Geyik, boynuzlarını bir ağaca sürttü. Maymun sırtını kaşıdı. Yaban tavşanı uzun kulaklarını düzeltti ve ayı da memnuniyetten hırıldadı.
Kintaro dedi ki: “İşte oyun oynayacak güzel bir yer. Güreşe ne dersiniz?”
İçlerinde en büyük ve cüsseli olan ayı cevap verdi:
“Çok eğlenceli olur. En güçlü hayvan benim. Bu yüzden güreşçilere alanı ben hazırlayacağım.” Toprağı kazıp düzelterek alanı hazırlamaya koyuldu.
“Pekâlâ,” dedi Kintaro, “siz birbirinizle güreşirken izleyeceğim. Her tur sonunda kazanana bir ödül vereceğim.”
“Çok eğlenceli olacak! Hepimiz ödülü kazanmaya çalışacağız,” dedi ayı.
Geyik, maymun ve yaban tavşanı güreşecekleri yeri hazırlayan ayıya yardım ettiler. İşleri bitince Kintaro seslendi:
“Şimdi başlayın! İlk karşılaşma, maymun ile yaban tavşanı arasında olacak. Geyik ise hakemlik yapacak. Bay Geyik, siz hakemsiniz!”
“He, he!” diye cevapladı geyik, “Ben hakem olacağım. Şimdi Bay Maymun ve Bay Yaban Tavşanı, ikiniz de hazırsanız lütfen gelin ve yerinizi alın.”
Maymun ve yaban tavşanı hemen yerlerinden zıplayıp güreş alanına koşturdular. Hakem olan geyik, ikisi arasında durup seslendi:
“Kızıl sırt! Kızıl sırt!” (Bunu maymuna söyledi, zira Japonya’daki maymunların sırtları kızıl tüylüdür.) “Hazır mısın?”
Sonra yaban tavşanına döndü:
“Uzun kulak! Uzun kulak! Sen de hazır mısın?”
İki güreşçi karşı karşıyaydı. Yaban geyiği, işaret olarak bir yaprağı kaldırıp gösterdi. Yaprağı yere atınca maymun ile tavşan, “Yoişo, yoişo,” diye bağırarak birbirilerinin üzerine çullandı.
Maymun ile tavşan güreşirken geyik onları cesaretlendirici şeyler söylüyor, bazen de birbirlerini alanın kenarına çekerek düşürecekleri zaman onları uyarıyordu.
“Kızıl sırt! Kızıl sırt! Dayan!” diye bağırdı geyik.
“Uzun kulak! Uzun kulak! Güçlü ol, diren. Maymuna yenilme sakın!” diye hırıldadı ayı.
Böylece, maymun ile tavşan, arkadaşlarının tezahüratları arasında kıyasıya güreşti. Sonunda tavşan, maymunu yendi. Maymun, çelme takmak üzereydi ki tavşan onu iterek alanın dışına attı.
Zavallı maymun sırtını ovarak oturdu. Öfkeyle bağırırken yüzü buruşmuştu. “Ah, ah! Sırtım koptu. Sırtım koptu!”
Maymunu yerde böyle acı içinde görünce geyik, yaprağını kaldırdı:
“Bu tur bitti. Tavşan kazandı.”
Bundan sonra Kintaro, beslenme kutusunu açıp pirinç mantısını çıkardı. Mantıyı tavşana verdi:
“İşte ödülün. Hak ettin bu ödülü!”
Maymun yerinden kızgın bir şekilde kalktı. Japonya’da dedikleri gibi “midesi kalkmıştı”; çünkü oyunu adil bir şekilde kaybetmediğini düşünüyordu. Kintaro ve yanındakilere dedi ki:
“Adil bir şekilde kaybetmedim. Ayağım kaydı, sendeledim. Lütfen bana bir şans daha verin. Tavşanla bir tur daha güreşeyim.”
Kintaro kabul edince, tavşan ile maymun tekrar güreşe başladı. Herkesin bildiği gibi maymun kurnaz bir hayvandır. Bu sefer tavşanı haklamaya kararlıydı. Bunun için en iyi yol, tavşanın uzun kulağını tutmak diye düşündü ve böyle de yaptı. Tavşanın uzun kulağını öyle sertçe çekti ki, hayvancağız acıdan yere düştü. Maymun bu fırsatı kaçırmadı ve tavşanın bacağını yakalayıp çardağın ortasına fırlattı. Şimdi maymun galip gelmişti ve Kintaro’dan pirinç mantısını aldı. Öyle mutluydu ki, sırtının acısını bile unuttu.
Geyik tavşanın yanına geldi. Bir tur daha güreşmeye hazır olup olmadığını, hazırsa da onunla güreşip güreşmeyeceğini sordu. Tavşan kabul edince güreşmeye başladılar. Ayı ise hakem olmuştu.
Uzun boynuzlu geyik ile uzun kulaklı tavşanın karşılaşması hakikaten eğlenceli bir manzaraydı. Birden geyik, bir dizi üzerine çöktü ve ayı elindeki yaprağı