Морган Райс

Onurun Bedeli


Скачать книгу

gördü.

      Duncan kılıcını kaldırdı ve kendisine doğru savrulan bir kılıcı engelleyip kılıcını düşmanın midesine sapladı, bir diğerinin başına kalkanıyla vurduktan sonra eyerinden mızrağını çekip başka bir askere fırlattı. Korkusuzca kalabalığın ortasına daldı ve etrafındaki Anvin Arthfael, Bramthos ve Seavig gibi, sağdaki, soldaki düşman askerlerini yere indirmeye başladı. Yeniden başkentte, avcunun içi gibi bildiği sokaklarda olmak iyi hissettirmişti. Hele Pandesialıları sokaklardan atıyor olmak çok daha iyi hissettirmişti.

      Kısa süre sonra düzinelerce Pandesia askeri ayaklarının altındaydı. Şafakta başkente bir dalga gibi çarpan Duncan ve adamlarının akınını durdurmayı başaramamışlardı. Duncan ve adamları fazlasıyla hazırlıklıydı, çok fazla yol kat etmişlerdi; fakat sokakları savunan askerler evlerinden oldukça uzak, moralleri bozulmuş bir haldelerdi; amaçları zayıf, liderleri çok uzakta ve hazırlıksızdı. Ne de olsa Escalon’un savaşçılarıyla gerçek bir savaşta hiç karşılaşmamışlardı. Akın sürerken geride kalan Pandesia askerleri savaşmaktan vazgeçip, dönüp kaçmaya başlamıştı. Duncan ve adamları hızlanıp, geriye tek bir asker bile kalmayıncaya kadar onları avlayıp, oklar ve mızraklarla hepsini yere seriyordu.

      Başkente giren yol açıldıktan sonra, hala ok ve mızraklar yağmaya devam ederken, Duncan dönüp yeniden siperlere odaklandı. O sırada bir adamı daha, omzuna saplanan bir ok nedeniyle atından düşmüştü. Yalnızca okçuları durdurmak için değil, aynı zamanda Kavos’a yardım etmek için de siperlere ihtiyaçları vardı. Sonuçta Kavos dışarıda, duvarların ardında, hala sayıca gerideydi ve eğer hayatta kalmak için bir şansı olacaksa, Duncan’ın siperlerden, mancınıklarla edeceği yardıma muhtaçtı.

      “YUKARILARA ÇIKIN!” diye bağırdı Duncan.

      Duncan’ın adamları keyiflendi ve işaretiyle birlikte, ikiye ayrılıp yarısı onun peşinden giderken, yarısı da avlunun uzak ucunda, diğer taraftan tırmanmak için Bramthos ve Seavig’i takip etti. Duncan yan duvarlara paralel, üst siperlere çıkan taş merdivenlere yöneldi. Orayı savunan bir düzine kadar asker, gözleri fal taşı gibi açılmış, yaklaşan saldırıya bakıyordu. Duncan onların üzerine gitti ve daha adamlar kalkanlarını bile kaldırmaya fırsat bulamadan, adamlarıyla birlikte onlara mızrak fırlattı. Harcanabilecek fazla bir vakitleri kalmamıştı.

      Merdivenlere ulaştılar ve Duncan atından inip saldırıya liderlik etti. Tek sıra halinde merdivenleri çıktılar. Duncan yukarı baktığında mızrakları havada, fırlatılmaya hazır durumdaki Pandesia askerlerinin onlara doğru koştuğunu gördü. Duncan, aşağı doğru hareket eden düşmanın avantajlı konumda olacağını biliyordu ve üzerlerine mızrak yağarken, göğüs göğse çarpışmayla vakit kaybetmek istemiyordu. Hızla düşündü.

      “OKLAR!” diye bağırdı arkasındaki adamlarına.

      Duncan yere kadar eğildi ve bir süre sonra emrine uyan adamlarının, öne çıkıp fırlattığı okların vızıltılarını duymaya başladı. Duncan, merdivenlere doğru koşan askerlerin dar merdivende tökezleyip, merdivenin yanından, çığlık atarak, oldukça yüksekten yere çakılışını memnuniyet içinde izledi.

      Duncan merdivenleri tırmanmaya devam ederken, kendisine doğru saldıran bir askere çelme taktı ve adamı merdivenin ucuna itti. Etrafında dönüp başka bir askere kalkanıyla vurarak onu da aşağı uçurduktan sonra bir başka askere doğrudan saldırıp kılıcını adamın çenesine doğru sapladı.

      Fakat bu hareket Duncan’ı dar merdivenlerde savunmasız hale getirmişti ve bir Pandesialı asker arkasından sıçrayıp onu merdivenin kenarına çekti. Duncan var gücüyle taş basamağa tutundu; kendini tutacak kadar kavramayı başaramıyordu ve aşağı düşmek üzereydi. Aniden üzerinde duran adamın gevşediğini hissetti ve omzunun üzerinden aşağı düşüp öldüğünü gördü. Duncan adamın sırtında saplı duran bir kılıç gördü ve yukarı baktığında kendisini yukarı çeken Arthfael’le karşılaştı.

      Duncan arkasını kollayan adamları olduğu için minnettar bir şekilde saldırıya devam etti ve yağan oklardan ve mızraklardan sakınarak, bazılarını kalkanıyla engelleyerek, siperlere ulaşana kadar katları tırmanmaya devam etti. En tepede geniş, taş bir alan vardı. On metre kadar bir genişliğe sahip bu alan, kapıların üstüne yayılıyordu ve üzerinde omuz omuza duran, ellerinde oklar, mızraklar ve kargılar bulunan Pandesia askerleri vardı. Hepsi de aşağıdaki Kavos ve adamlarına atış yapmakla meşguldü. Duncan ve adamları yukarıya ulaştığında adamlar Kavos’a saldırmayı bırakıp dönüp Duncan’a saldırıya geçtiler. Aynı anda Seavig ve adamların kalanları da avlunun uzak ucundan yukarı çıkmıştı ve uzak uçtan düşman askerlerine saldırıya geçmişti. Düşmana kaçacak bir yer bırakmamış, onları adeta sandviç gibi araya almışlardı.

      Çarpışma, göğüs göğse ve çok çetin oldu. Her iki tarafta her bir santim çok kıymetli olan alan için çarpışıyordu. Duncan kılıcını ve kalkanını kaldırdı, kanlı göğüs göğse çarpışmanın metal sesleri havayı doldururken, her seferinde bir düşman askerini yere serdi. Duncan kenara kayıp savrulan kılıçlardan sakınırken, omzunu eğip aynı anda birçok askeri kenardan itti ve adamlar çığlıklar içinde ölümlerine uçtular. Duncan, bazen en iyi silahın kişinin kendi elleri olduğunu biliyordu.

      Karnında bir kesilme hissettiğinde acı içinde bağırdı fakat etrafında döndü ve kılıç onu sıyırdı Asker öldürücü bir darbe için saldırırken, Duncan’ın manevra yapabilecek yeri kalmamıştı; adama bir kafa atıp kılıcını düşürmesini sağladı. Daha sonra diz attı, ileri uzanıp adamı sıkıca kavradı ve kenardan aşağı fırlattı.

      Güneş yükselip, ter gözünü yakmaya başladığında Duncan hala savaşıyordu; her adım güçlükle kazanılıyordu. Her yanda adamları sızlanıp, acı içinde bağırırken Duncan’ın da omuzları öldürmekten yorulmaya başlamıştı.

      Nefes alabilmek için durakladığında, yüzü düşmanının kanıyla kaplıydı. Son bir adım attı ve kılıcını kaldırdı fakat karşısında Bramthos, Seavig ve adamlarını görünce şoke oldu. Dönüp etrafına baktı. Ölü bedenleri incelediğinde hayranlık içinde, başarmış olduklarını fark etti; siperleri temizlemişlerdi.

      Tüm adamları ortada buluştuğunda bir zafer çığlığı yükseldi.

      Fakat Duncan hala durumun acil olduğunun farkındaydı.

      “OKLAR!” diye bağırdı.

      Hızlı bir şekilde aşağı, Kavos’un adamlarına baktı ve orada büyük bir çatışmanın gerçekleşmekte olduğunu gördü. Avluda, binlerce Pandesia askeri daha onlarla savaşmak için garnizondan çıkıyordu. Kavos yavaş yavaş dört bir yandan kuşatılıyordu.

      Duncan’ın adamları ölü düşman askerlerinin yaylarını ve oklarını alıp aşağıdaki Pandesialılar’a ok fırlatmaya başladı, Duncan da onlara katılmıştı. Pandesialılar başkentten üzerlerine ateş açılacağını hiç düşünmemişlerdi ve düzinelercesi vurulup yere düşerken Kavos’un adamları ölümcül darbelerden kurtulmuştu. Kavos’un etrafındaki Pandesialılar birer birer devrilmeye başladı ve kısa süre içinde düşman yüksek mevkileri Duncan’ın kontrol etmekte olduğunu anladığında bir panik dalgası yayıldı. Duncan ve Kavos arasında sıkışmış olan adamların kaçabilecek hiçbir yerleri yoktu.

      Duncan onlara yeniden toparlanma fırsatı vermeyecekti.

      “MIZRAKLAR!” diye emretti.

      Duncan bizzat kendisi bir mızrağı kapıp aşağı fırlattı, arkasından bir tane ve ardından bir tane daha fırlattı. Siperlerin üzerinde, Andros’u işgal etmeye kalkacakları savuşturmak üzere