ay bir bekarlığa veda partisine ya da düğüne giderken bulmuştu. Davetlere tek başına gitmekten yorulmuş ve harekete geçmeye karar vermişti.
“Arkadaşlarıma iki kelimelik bir grup mesajı gönderdim,” dedi gülümseyerek. “Ben hazırım! Birkaç gün içinde de herkes bana birileriyle randevu ayarlamaya başlamıştı. Kendimi ortalıkta ‘It’s Raining Men’1 şarkısını mırıldanarak gezinirken buldum. Hayatım sonunda yoluna giriyordu. Neredeyse iki yıldır ilk kez kendimi mutlu hissediyordum.”
Kathy derin bir iç geçirdi ve gözleri yaşla doldu. “Ve sonra, geçen ay öteki göğsümde bir kitle buldum.” Yaşlarla ıslanan gözlerini sildi. “Bu yüzden buradayım. Her şeyi sil baştan tekrar yaşama fikri kelimenin tam anlamıyla… korkunç… Bunu yapabilmek için yardıma ihtiyacım olacak.”
Kathy halihazırda çoğu insanın başına gelenden fazlasına göğüs germişti ve şimdi daha da fazlasına katlanmak zorundaydı. Bu kadar genç birinin bunca zorluklardan geçmesi hiç adil değildi. Bana cesaret veren tek şey Kathy’nin duygusal olarak inanılmaz güçlü olmasıydı. İki yıl içinde kanserle ikinci kez savaşmak durumunda kalsa da umudunu yitirmemiş, mücadele etmeyi bırakmamıştı. Gerçekten de tepkisi hem bilgece hem de psikolojik olarak sağlıklı bir tepkiydi – vermesi gereken mücadelenin farkındaydı ve daha fazla destek bulabilmek için bir terapistin yardımına başvuruyordu.
Ertesi yıl Kathy’nin kanserle kararlılıkla, ağırbaşlılıkla ve azimle savaşmasına tanıklık ettim. İkinci kemoterapinin etkileri de ilki kadar zorluydu ama tedaviyi yarım bırakmayı aklına bile getirmedi. Gözünü remisyon hedefine dikmişti ve hiç tereddüt etmemişti.
Kathy’nin azminin bir kez daha meyvesini verdiğini, ikinci tedavisinin de başarıyla tamamlandığını ve bir kez daha remisyonda olduğunu öğrendiğimde sevinçten kalbim yerinden çıkacaktı. Vücudunun toparlanması bu defa daha uzun sürdü ama sonunda gücünü toparladı, saçları uzadı, yaraları iyileşti ve o bu süreçte ona çok destek olan harika arkadaşlarına Ben hazırım! mesajını gönderdiği gün yeniden geldi.
Yine şarkısını söylemeye başladı Kathy seansımızda: “It’s raining men…”
Ben de “Hallelujah!” diye şarkının devamını getirerek karşılık verdim.
Birkaç ay sonra Kathy otuzlu yaşlarının ortalarında borsa analisti Rich’le tanıştı ve ona âşık oldu. Rich tam da Kathy’nin ihtiyaç duyduğu adama benziyordu: nazik, düşünceli, olumlu. Ona iltifatlar ediyor, yaralarını öpüyor ve ona ne kadar çekici olduğunu söylüyordu. Onu romantik yemeklere çıkarıyordu, deniz kenarında sürpriz hafta sonu kaçamakları ayarlıyordu. Kathy hiç bu kadar mutlu olmamıştı.
Çıkmaya başlamalarından altı ay kadar sonra Kathy sevinçten ışıl ışıl bir yüzle ofisime geldi. “Güzel haberlerim var!”
Heyecanımı saklamaya çalıştım. Rich daha geçenlerde Kathy’yi New England’da romantik bir pansiyona götürmüştü. Sonbahardı ve doğa güzelliğinin zirvesindeydi – evlilik teklifi için mükemmel bir yer ve zamandı. “Evet?” diye sordum olabildiğince sıradan bir sesle.
Kathy derin bir nefes aldı ve “Bir Pinterest sayfası açtım!” dedi.
Zoraki bir gülümsemeyle “Bu… harika!” dedim.
“Oh, sen sandın ki… ama asıl konu da bu. Henüz teklif etmedi ama birlikte geçirdiğimiz o harika hafta sonundan sonra bugün yarın teklifin geleceğini düşünüyorum. Bu yüzden annemlerin evine gidip hayalini kurduğum düğün için notlar aldığım defteri aldım. Tarayıcıdan geçirdim ve bir Pinterest sayfası açtım!”
Bu defa gülümsemem gerçekti.
İki hafta sonra Rich gergin bir şekilde Kathy’yi en sevdikleri mekânlarında yemeğe davet etti – özel bölmeleri ve loş aydınlatması olan çok romantik bir restorandı. Ismarladıkları içkiler geldikten sonra elini tuttu – ve ondan ayrıldı.
Rich, Kathy’ye onu çok önemsediğini ve onunla vakit geçirmeyi çok sevdiğini ama geçen zaman içinde hislerinin onunki kadar yoğunlaşmadığını söyledi. Kathy’nin onun için “doğru kişi” olmadığından emin olduğu için bunu ona söylemenin de adil bir davranış olduğunu düşünüyordu.
Kathy yıkılmıştı. Bir kez daha arkadaşları ve ailesi yardımına koştu. Onlara çok ihtiyacı vardı. Kathy’nin ümidini en çok yitirdiği anlara şahit olduğumu sanıyordum ama ızdırabı çok derindi. Haftalarca ağladı. İşini zar zor yapabiliyordu ve acıdan paralize olmuş halde saatlerce karanlıkta oturuyordu. Sık sık seanslarımızı kaçırıyordu, benim hatırlatmalarıma rağmen ayda birkaç kez terapiye gelemedi.
Kathy’nin benimle ve arkadaşlarıyla konuşabildiği tek şey bu ayrılıktı. Bizim seanslarımız seyrekleşse de Kathy’nin arkadaşları ona destek olmak, avutmak ve tavsiyeler vermek için sayısız saatlerini verdiler. Birkaç ay sonra Kathy hayatına devam etmekte hâlâ zorlandığı için sabırsızlık belirtileri göstermeye başladılar. Bir ay sonra Kathy’yi yeniden gördüğümde sabırsızlıkları aleni bir yılgınlığa dönüşmüştü.
Arkadaşlarının ona karşı tahammüllerini kaybetmeye başladığını duyunca üzüldüm ama şaşırmadım. Bunu defalarca görmüştüm. Kalbimiz kırıldığı zaman başkalarının bize gösterdiği şefkatin ölçüsünü gerçekte bizim ne kadar duygusal acı çektiğimiz değil, onların ne kadar duygusal acı çekmemiz gerektiğine dair düşündükleri belirler. Kathy, arkadaşlarının gözünde, biten ilişkilerin ardından tutulacak yas için dile getirilmeyen o zamanaşımı süresini doldurmuştu. Ona sundukları empati ve destek hızla azalıyordu. Kathy artık şefkat yerine sabırsızlıkla, asabiyetle hatta kızgınlıkla karşılaşıyordu.
Kathy’nin arkadaşlarını acımasız olmakla eleştirmeden önce, bir çoğumuzun kendi arkadaşlarımızın ya da sevdiklerimizin kırılan kalplerinin iyileşmesi bizim sübjektif standartlarımıza göre beklediğimizden uzun sürdüğü durumlarda –sabırsızlığımızı onlara hissettirmiş olalım ya da olmayalım– bizim de benzer yargılarda bulunduğumuzu dikkate almamız gerekir. Önemsediğimiz birinin, sebebi ne olursa olsun, derin acılar çektiği dönemde yanında olmak özünde çok sıkıntı verici bir tecrübedir. Onlara destek olabilmek ve şefkat gösterebilmek için bu nahoş duyguları önce kendi içimizde sindirmemiz gerekir (aksi halde onların duygusal tepkilerine odaklanmak yerine kendi duygularımızla fazlasıyla meşgul oluruz). Söze dökülmeyen bir varsayımla, bu acılı zamanlarında onların yanında olabilmek için katlandığımız sıkıntılılara karşılık, onların da iyileşmek ve hayatlarına devam etmek için aynı oranda çaba göstermelerini bekleriz. Toparlanmaları gecikirse, anlaşmanın kendi üstlerine düşen kısmını yerine getirmediklerini (bilinçsizce) varsayarız, dolayısıyla biz de kendi payımıza düşeni yerine getirmek için kendimizi daha az mecbur hissederiz. Bunun sonucunda empatimiz azalır, kızgınlık kendini göstermeye başlar.
Maalesef toparlanmamız geciktiğinde sabrını ve şefkatini kaybedenler sadece arkadaşlarımız ve sevdiklerimiz değildir. Sosyal desteği kaybetmenin dalga dalga yayılan etkilerinden biri, çevremizdekilerin bize gösterdiği tahammülsüzlüğü içselleştirip kendimize olan şefkatimizi de kaybetmemizdir. O zaman hem sosyal desteğimiz azaldığı hem de kendimizi daha fazla eleştirdiğimiz için çifte olumsuzluk yaşamaya başlarız.
Aynı seansta, “Arkadaşlarım haklı,” diye iç geçirdi Kathy. “Aylar önce toparlanıp hayatıma devam etmeliydim ama yapamıyorum, neden böyle olduğunu bilmeden toparlanamıyorum. Onu hâlâ seviyorum! Onu hâlâ özlüyorum. Keşke başka türlü hissedebilseydim ama yapamıyorum işte!”
Kathy son derece zorlu kanser