olduğu yönündeki eski varsayıma çıkıyordu. Azıcık bir öfke hissettiğinde bile son derece kaygılanıyordu. Bu nedenle “adil olmama”yla ilişkili daha doğal duyguyla, öfkeyle bağ kuracağına, ihtiyaçlarındaki farklılığı güçsüzlük ve kaygıyla ilişkilendiriyordu.
Kaygıya denk düşen eylem itkisi kaçmak ya da kaçınmaktır. Gavin zaman içinde, duygusal alışkanlık kalıbı olan kaçınma nedeniyle güçsüzlük inançlarını doğrulayan daha fazla deneyim biriktirdi. Öfke onu kaygılandırdığından, uygun olduğunda kendi isteklerini ileri sürmek yerine bundan kaçınıyordu. Kaçınması da doğal olarak üzüntü, hayal kırıklığı ve güçsüzlük hislerini artırmaktan başka bir şeye yaramıyordu, çünkü farklı bir sonuç deneyimleme fırsatına hiç sahip olmamıştı. Gavin öfkenin aslında haklı bir asal duygu olduğunu anlayınca, sizin de sağlıklı ve etkili bir biçimde kendinizi ortaya koymak, kaygınızı düzenlemek için öğreneceğiniz becerileri öğrendi. Bu becerilerde ustalaştığında depresif semptomları geri çekildi.
İkincil duygularımız yani bir duyguyla ilgili bir duygumuz olduğunda duygular daha da karmaşık bir hal alır, çünkü etkisiz bir mesaj gönderirler. Kimi zaman bu dizilere ikincil duygular ya da “kirli duygular” denir; “kirli” denir çünkü asıl asal duyguyla aynı temiz iletişim değerine sahip değillerdir. Unutulmaması gereken şey şu ki, ikincil duygular dikkati başka yöne çeken konular gibidir. Asal duygunun getirdiği daha kırılgan hislerden bizi uzaklaştırırlar (ve böylece bizi korurlar). Ama nihayetinde bizi yoldan çıkarırlar, çünkü bize ve başkalarına doğru olmayan bir mesaj gönderirler.
ARA Bir kayıp ya da hayal kırıklığı nedeniyle üzgünseniz ama öfke ifade ediyorsanız hangi ihtiyacınız karşılanır? Üzüntünüz nedeniyle ihtiyaç duyduğunuz şeyler (iyileşme ve empati) mi, yoksa öfkenizin dile getirdiği (“Benden uzak dur” diyen) ihtiyaçlar mı?
Zamanla, duyguların hoş olmayan sonuçlara yol açtığı bir dizi deneyimimiz olursa, biraz “duygu fobisi”ne kapılabiliriz, çocukken köpek ısırdığı için köpeklerden korkmanız gibi. Duygularımızla tekrar tekrar olumsuz deneyimler yaşamamızın ardından doğal (ama yararsız) bir sonuca varır, duyguların kötü şeylere yol açtığını, birer tehdit olduklarını, gizlenmesi, kurtulması ya da bastırılması gereken şeyler olduğunu düşünürüz. Duygularımızla daha fazla kötü deneyimler yaşadıkça, onları hissetmekten kaçınmak için duygusal alışkanlıklarımıza daha fazla bel bağlarız, onların verdiği önemli mesajlardan uzaklaşırız ve alışkanlığımız her neyse ona daha fazla dolanırız!
ARA Geçmişte güçlü duyguların (sizde ya da başkalarında) olumsuz sonuçlara yol açtığı deneyimler yaşadınız mı? Şimdi duygular hakkında hangi inançlara sahipsiniz? Günlüğünüze bu hatıralar hakkında biraz yazın.
Gavin gibi siz de önem verdiğiniz şeylere doğru size kılavuzluk eden yararlı duygularla sizi yoldan çıkaran, dikkati başka yöne çeken konular arasındaki farkı bilmeyi öğreneceksiniz. Öğreneceğiniz beceriler bilgilendirici asal duygularınızla daha iyi bir ilişki kurmanızı sağlayacak, böylece kirli duygular gözlemcinizi esir alıp sizi yoldan çıkarmayacak!
Divergent (Uyumsuz) adlı filmde ana karakter Tris korkuyla nasıl başa çıktığını değerlendiren bir sanal gerçeklik testine tabi tutulur. Testin zirve noktasında sanal bir karanlık odada hızla suyla dolmaya başlayan cam bir dolabın içine kapatılmıştır. Cama vururken, “Hey, bana yardım edin!” diye korkuyla çığırır. Korkuya verdiği “savaş, kaç ya da don tepkisi” devreye girdiğinden yumruklar, tekmeler atmaya başlar. Su cam dolabı tepesine kadar doldurur, her şey durur. Tris’in sakinleştiğini görürüz, her şey sessizliğe bürünür, Tris gözlemci moduna geçer. İşaretparmağıyla cama yavaşça vurarak, “Bu gerçek değil,” der. Cam çatlar, sonra da parçalanır. Tris suyla birlikte dışarı çıkar, dolaptan kurtulur. Tabii ki testi geçer.
Zihnimiz de Tris’in sanal gerçeklik deneyiminden pek farklı olmayan büyütülmüş bir gerçeklik yaratır. Sahip olduğumuz düşünceler beynimizi, hakkında düşündüğümüz şeyler hayali değil de sanki gerçekmiş gibi harekete geçirebilir. İster kısa süre önce hoşlanmaya başladığınız biriyle muhteşem bir randevuya çıkmanın hayalini kurun, ister mesajınıza neden hemen cevap vermediğini düşünün, o düşünceyi sanki gerçekmiş gibi yaşarsınız! Zihnimizin bizi bu sanal gerçekliğe hapsetmesinin iki yolu vardır: Varsayımlar diyarı ve yapışkan düşünceler.
ARA En sevdiğiniz dondurma hangisidir? Külahta mı yoksa kapta mı seversiniz? Üstüne sos dökülmesini, bir şeyler serpiştirilmesini ister misiniz? Dondurmanızın tadını hayal edin. Ağzınızdaki o soğukluğu sonra yavaşça erimesini. Fark ettiğiniz bir şey oldu mu? Ağzınız sulandı mı? Buzdolabında dondurma var mı diye merak mı ettiniz? Yoksa çıkıp dondurma mı alsanız? Neden böyle tepki veriyorsunuz? Burada dondurma yok. O sizin gerçeklik büyütücünüz.
Budizm’de eski bir mesel vardır, altı kör adamdan bir fili tanımlamaları istenmiş. Altı adam filin çevresine toplanmış, her biri kendi sınırlı dünya görüşüyle kendi algısını betimlemiş.
İlk kör, “Bu, dokusu koca bir duvarı andıran bir hayvan,” demiş.
İkincisi, “Tam tersine,” demiş, “Burada, ucunda bir parça tüy olan uzun, yumuşak bir yaratık var.” Filin kuyruk tarafında duruyormuş.
“Aptal olmayın!” diye atılmış üçüncü kör. “Sütun şeklinde dört ayrı hayvandan bahsediyoruz.”
Anladınız. Ne kadar gezdiğiniz ne kadar gördüğünüz umrumda değil, dünya görüşünüz sınırlıdır. Herkesin dünya görüşü sınırlıdır. Ama biz yine de kendi konumumuzun “haklı” olduğunu hararetle savunuruz, bu da bizi DDE sistemimizin katılığına ve duygusal alışkanlık kalıplarımıza saplayıp bırakır.
ARA Arayış içindeki biri olarak, kendi kör noktalarınızı açmaya başlamaya ve sizde neyin eksik olabileceğini öğrenmeye hazır ve istekli misiniz?
Biz insanlar iyi bir hikâyeyi yutuveririz! Zihnimizdeki görsel ve sözlü hikâyeleri kullanma becerisi, kabilelerimizin ve kendi kültürümüzün hikâyelerinden ders alma konusunda bize benzersiz bir yetenek verir. Bir deneyimden ders almak için gerçekten yaşamamız gerekmez. Maalesef yaratıcı hikâyeler anlatan zihnimiz bize karşı da çalışabilir. Sorun şu ki, bir inanç bir alışkanlık gibi iyi ve sağlam bir biçimde oraya yerleştiğinde, bilinç odasından varsayım odasına geçebilir. Düşünceler ve fikirler varsayımlar diyarına çekildiğinde aksi yönde bir kanıt, tutunduğumuz hikâyeyi yalanlayabilecek (ve saplanıp kaldığımız acıyı aşıp büyümemize yardımcı olacak) bir kanıt görmek gerçekten de zordur.
Deneyimlerimizden ya da kabilemizden topladığımız hikâyeler örtük varsayımlar ya da dünyanın işleyişiyle ilgili bilinçdışı kurallar halini alır. Sık sık insanların, “Ben böyle yetiştirildim” dediğini işitiriz. Jessica, başkalarının, korkularını ve kaygılarını idare etmekte ona yardım etmesi gerektiğini varsayıyordu. Nina başkalarından yardım isterse hiçbir yardımı olmayan bir ilgiyle bunalacağını sanıyordu. Her ikisi de geçmişteki deneyimlerine dayanarak doğal varsayımlarda bulunmuşlar ama yeni bilgiler toplamayı başaramamışlardı.
ARA Hepimiz varsayımda bulunduğumuzdan, siz de bulunuyorsunuz. Kültürünüzün mutlak gerçekmiş gibi kabul edilen bazı