Омер Сейфеддин

Белый Тюльпан. Самые пронзительные турецкие рассказы ХХ века. Уровень 1


Скачать книгу

Mehmet etsiz gününde bol sosis yedi.

      d. Ahmet Eleni’ye, ‘‘Sana helva yaptım’’, dedi.

      e. Hatice Hanım tekrar terlik giymeyi düşünmüyordu.

      2. a. Hatice Hanım aşçısını beyaz elbiseler giymeye mecbur ederdi.

      b. Hatice Hanım köşkten hiçbir yere çıkmazdı.

      c. Hatice Hanımın yüksek ökçeli ayakkabı merakı vardı.

      d. Bu topuklar, sizin rahatsızlığınızın sebebi.

      e. Hatice Hanımın dokuz yıldır tanıdığı adamların ahlakları iki gün içinde bozuldu.

      3. a. 2. köşk temizlemek – чистить загородный дом;

      b. 5. para meydanda durmak – лежать на открытом пространстве (о деньгах);

      с. 4. aşçıyı tıraş ettirmek – заставлять бриться повара;

      d. 1. gözleri açmak – открыть глаза;

      e. 3. merakla dinlemek – слушать с интересом.

      4. a. Hatice Hanımın köşkü Göztepe’de bulunurdu.

      b. Hatice Hanıma göre aşçısı Mehmet her gün tıraş olmalıydı.

      c. Evet, Hatice Hanım temizlik severdi.

      d. Mehmet ile Eleni Hatice Hanımı duymadılar çünkü o terlik giyerdi.

      e. Doktor Hatice Hanıma, ‘‘Terlik giyin, hiçbir şeyiniz kalmaz’’, dedi.

      5. a. yanlış, çünkü Hatice Hanım yüksek topuklu ayakkabı severdi;

      b. doğru;

      c. yanlış, çünkü ara sıra Hatice Hanım etsiz günler yapardı.

      d. yanlış, çünkü Hatice Hanım aşçısı Mehmet’i beyaz elbiseler giymeye mecbur ederdi.

      e. doğru.

      Pembe İncili Kaftan

      Büyük kubbeli serin divan, bugün daha sakin, daha gölgeliydi. Pencerelerinden süzülen[5] mavi, mor bahar ışıklarında çinilerin yeşil rengi koyulaşıyordu. Yüksek ipek şiltelerde oturan vezirler yorgundu. Onlar, önlerindeki[6] halının renkli nakışlarına bakıyorlardı. Uzun beyaz sakalını zayıf eliyle tutan ihtiyar sadrazamın sönük gözleri, mevcut olmayan[7] noktalara dalıyordu.

      – Cesur bir adam lazım, paşalar… dedi, biz elçisine padişahımızın elini öptürmedik, ancak dizini öpmesine müsaade ettik. Şüphesiz o da mukabele etmeye çalışacak[8].

      – Şüphesiz.

      – Hiç şüphesiz.

      – Mutlaka…

      Vezirler Sadrazamın fikrine tamamıyla katılıyordu. Sadrazam bunu anladı ve fikrini daha açık söyledi:

      – O halde bizden elçi gidecek adamın çok cesur olması lazım! Öyle bir adam ki, ölümden korkmasın. Devletin şanına dokunacak hareketlere karşı koysun. Ölüm korkusu ile uğrayacağı hakaretlere boyun eğmesin…

      – Evet!

      – Hay, hay.

      – Çok doğru…

      Sadrazam, sakalından elini çekti ve dizine dayadı. Doğruldu. Başını kaldırdı. Vezirlere ayrı ayrı baktı.

      – Haydi öyleyse… Bir cesur adam bulun, dedi. Hâcegân’dan, Enderun’dan, Divan’dan benim aklıma böyle adam pek gelmiyor. Siz de düşünün bakalım.

      Sofu ve sakin padişahın koca devletinin sessiz ve küçük bir dimağı olan divan, düşünmeye başladı.

      Bu elçi, yedi sene sonra her gururunun, her cinayetin cezasını bir anda gören Şah İsmail Safevi’ye[9] gönderilecekti[10]! Şah İsmail, serseri bir saltanat kurmuştu. Geçtiği yerlerde dikili ağaç bırakmayan babasıyla, büyük babası[11] Cüneyd’in intikamını aldı, bundan dolayı delice bir gurura kapıldı. Kuduran Şah; akla gelmedik[12] canavarlıkla sağına, soluna[13] saldırıyordu.

      Gençliğini ata binmekten, cirit oynamaktan, silah kullanmaktan ziyade kitapla geçiren Padişah Bayezid-i Veli’nin[14] karakteri son derece yumuşaktı. Yalnız şiiri, hikmeti, tasavvufu sever; muharebeden, mücadeleden nefret ederdi. Vezirler, sevgili padişahının sükûnunu bozmamayı en büyük vazifeleri sayarlardı. Bayezid’in sakin dindar vezirleri; Şah İsmail’in vahşetlerini hatırlamaya dayanamazlardı[15]. Bu zalim, bir gün mutlaka bizim hududumuza da tecavüz edecek; doğu eyaletlerimizi ele geçirecekti. Bunu herkes biliyordu. Geçen yıl Zülkadiriye hakimi Alaüddevle’den[16] nikahla kızını istemişti. Alaüddevle, kızını vermedi. Şah İsmail, bu red hareketinden hiddetlendi; intikam için padişahın toprağından geçti, müdafaasız Zülkadiriye arazisine girdi; Diyarbakır, Harput kalelerini[17] aldı. Sarp bir dağa kaçan Alaüddevle’nin oğlu ile iki torunu eline esir düştü. Savaş istemeyen padişah, Ankara’ya Yahya Paşa kumandasında bir ordu göndermekten başka bir şey yapamadı. Bu Şah, zalim olduğu kadar da kurnazdı…

      Osmanlı toprağına geçtiği için özür diliyor[18], birbiri ardına[19] elçiler gönderiyordu. O zaman Trabzon valisi[20] olan Şehzade Yavuz[21], babası gibi sabredememiş; Tebriz hududunu geçmiş; Bayburt’a, Erzincan’a[22] kadar her tarafı talan etmiş; hatta Şah’ın kardeşi İbrahim’i esir almıştı. Şah İsmail’in elçisi, şimdi bu tecavüzden de şikayet ediyor, Osmanlı toprağına son akınlarının, padişahın devletine karşı değil sırf Alaüddevle aleyhine olduğunu tekrarlıyordu. İşte divanda bu kurnaz, bu zalim, gaddar kişiye gönderilecek münasip bir elçi bulunamıyordu; çünkü kendisini Osmanlı hakanıyla bir tutan[23] bu serseri; karşısında devleti temsil edecek, münasebetsizliklerine mukabele edeni ihtimal akla gelmedik kaba bir vahşetle öldürecekti. Sadrazamın sağındaki hareketsiz duran kırmızı tuğlu kavuk[24], yerinden oynadı. Yavaş yavaş sola döndü:

      – Ben tam bu elçiliğe münasip bir adam biliyorum, dedi, babası benim yoldaşımdı. Ama devlet memuriyeti kabul etmez.

      – Kim!

      – Muhsin Çelebi.

      Sadrazam bu adamı tanımıyordu. Sordu:

      – Burada mı oturuyor?

      – Evet.

      – Ne