nedeni,” diye atıldı Wallander. “Eğer neden para değilse. Ya da saklanmış para olduğuna dair söylenti. Ne olabilir başka? Ya da boyundaki ilmik? Sen de benim gibi düşünüyor olmalısın. Bu cinayette intikam ya da kin kokusu var. Ya da her ikisi de.”
“Gözünün önüne kafaları oldukça karışık birkaç hırsız getir,” diye karşılık verdi Rydberg. “Farz et ki Lövgren’lerin para saklamış olduklarından kesinlikle eminler. Farz et; oldukça gözleri dönmüş ve insan hayatının onlar için bir önemi yok. Böylesi durumda işkence fazla olağan dışı sayılmaz.”
“Kim bu denli gözü dönmüş olabilir ki?”
“Benim gibi sen de çok iyi biliyorsun ki insanları akıl almaz işler yapmaya sevk eden bir dizi uyuşturucu var.”
Tabii ki Kurt Wallander bunu biliyordu. Şiddetin giderek artmasına çok yakından tanık olmuştu, hemen her defasında işin arkasında uyuşturucu kaçakçılığı ve bağımlılık yatıyordu. Ystad artan şiddetin sonuçlarıyla henüz ender karşılaşıyor olsa da tüm bunların giderek yaklaşmayacağı anlamına gelmiyordu bu.
Huzurlu ve sakin bölgeler giderek azalıyordu. Lenarp gibi küçük ve kendi halinde bir köy bunun en iyi kanıtıydı.
Rahatsız koltukta doğruldu.
“Ne yapmalıyız?” diye sordu.
“Burada şef sensin,” diye yanıtladı Rydberg.
“Senin fikrini duymak istiyorum.”
Rydberg ayağa kalkıp pencereye doğru gitti. Parmağıyla saksının toprağını yokladı. Toprak kuruydu.
“Ne düşündüğümü bilmek istiyorsan, bunu öğreneceksin. Ama sakın unutma ki, haklı olup olmadığım konusunda kesinlikle emin değilim. Çünkü öyle sanıyorum ki biz nasıl davranırsak davranalım bir kargaşa çıkacak. Sanki kendimize birkaç gün ayırmamız akıllıca olur. Daha soruşturacağımız birkaç şey var.”
“Ne gibi?”
“Lövgren’lerin yabancı tanıdıkları var mıydı?”
“Bunu bu sabah sordum. Bir olasılıkla birkaç Danimarkalı tanıdıkları varmış.”
“Bak gördün mü işte?”
“Kamp kurmuş birkaç Danimarkalı bu işi yapmış olamaz ya.”
“Neden olmasın? Her neyse, bunu araştırmamız gerek. Ayrıca soru sorabileceğimiz, komşularından başka kişiler de var. Dün, seni doğru anladıysam, Lövgren’lerin geniş bir çevresi olduğunu söylemiştin.”
Kurt Wallander, Rydberg’in haklı olduğunu kabul etti. Gerçekten de polisin bir ya da birkaç yabancı uyruklu kişiyi aradığını gizlemeyi gerektirecek teknik nedenler vardı.
“İsveç’te yasa dışı işlere karışmış yabancılar hakkında neler biliyoruz?” diye sordu.
“Bu konuda istatistikler var mı?”
“İstatistikler her konuda var,” diye yanıtladı Rydberg. “Birimiz bilgisayarın başına oturup kayıtlardaki suçlular hakkındaki verilere bir bakmalı. Belki orada bir şeyler buluruz.”
Kurt Wallander kalktığında Rydberg ona hayretle baktı. “İlmik hakkında hiçbir şey bilmek istemiyor musun?” dedi şaşırarak.
“Unutuverdim bir an.”
“Limhamn’da yaşlı bir yelken ustası varmış, düğümler, ilmikler hakkında her şeyi biliyor olmalı. Geçen sene gazetede onun hakkında bir haber okumuştum. Oraya gitsem iyi olur. Bunun bir şey kazandıracağından emin değilim. Ama ne olur ne olmaz.”
“Toplantıya senin de katılmanı istiyorum,” dedi Kurt Wallander. “Sonra Limhamn’a gitmenin bence hiçbir sakıncası yok.”
Saat ona doğru herkes Kurt Wallander’in odasında toplandı.
Toplantı çok uzun sürmedi. Wallander ölen kadının ölmeden önce ne söylediğini bildirdi. Bunun öncelikle, duyurulmaması gereken bir bilgi olduğu konusunda kesin talimat verdi. Kimse bu talimata aykırı düşünmüyordu.
Martinson, kayıtlarda yer alan yabancı uyruklu suçluların listesini çıkarmak üzere görevlendirildi. Lenarp’taki anketi yürütecek olan polisler yola çıktı. Wallander, ülkede muhtemelen yasa dışı bulunan Polonyalı aileyle ilgilenmesi için Svedberg’i görevlendirdi. Onu ilgilendiren, bu ailenin neden Lenarp’ta yaşadığıydı. Saat on bire çeyrek kala Rydberg, yelken ustasını bulmak üzere yola çıktı.
Kurt Wallander odasında nihayet yalnız kaldığında bir süre orada öylece durup duvarda asılı haritayı inceledi. Katiller nereden gelmişlerdi? Cinayetten sonra hangi yolu kullanmışlardı?
Sonra masasına oturdu. Ebba’dan arayanların listesini rica etti. Ardından bir saatten fazla bir sürü gazeteciyle konuştu.
Yerel radyodaki kız ise hiç ortaya çıkmamıştı. Saat on ikiyi çeyrek geçe Norén kapıyı çaldı.
“Lenarp’ta olman gerekmiyor muydu senin?” diye sordu Wallander hayretle.
“Evet,” dedi Norén. “Ama buradayken aklıma bir şey daha geldi.”
Norén oldukça ıslanmış olduğundan sandalyelerden birinin kenarına ilişti. Yağmur yağmaya başlamıştı. Hava sıcaklığı sıfırı birkaç derece aşmıştı.
“Tabii, bunun hiçbir anlamı olmayabilir de,” diye açıkladı Norén. “Bu sadece aklıma gelen bir şey.”
“Genelde bir şeyler çıkıyor,” diye karşılık verdi Wallander.
“Atı hatırlıyor musun?” diye sordu Norén.
“Tabii ki hatırlıyorum.”
“Ona ot vermemi söylemiştin bana.”
“Ve su.”
“Ot ve su. Ama bunu yapmadım.”
Kurt Wallander kaşlarını çattı.
“Neden yapmadın?”
“Buna gerek yoktu. Otu vardı. Suyu da.”
Kurt Wallander bir an konuşmadan durup Norén’i inceledi.
“Devam et,” dedi sonra. “Aklında bir şey var sanırım.”
Norén omuz silkti. “Çocukken bir atımız vardı,” diye devam etti. “Ahırdayken ona ot verildiğinde tüm otu yerdi. Yani demek istediğim, biri ata ot vermiş olmalı. Biz oraya varmadan belki bir ya da iki saat önce.”
Wallander telefona uzandı.
“Nyström’ü aramayı düşünüyorsan gerek yok,” dedi Norén.
Kurt Wallander elini çekti.
“Buraya gelmeden önce onunla konuştum. O vermemiş.”
“Ölüler atlarını beslemez,” dedi Kurt Wallander. “O halde kim verdi?”
Norén ayağa kalktı.
“Oldukça tuhaf,” dedi. “Önce birini döve döve öldürüyor. Sonra başka birini ilmikle boğuyor. Ardından ahıra gidip ata ot veriyor. Bunu hangi manyak yapar?”
“İyi soru,” diye karşılık verdi Kurt Wallander. “Böyle bir şeyi kim yapar?”
“Belki de bunun hiçbir anlamı yoktur,” dedi Norén.
“Ya da tam tersi,” diye yanıtladı Wallander. “Gelip bunu bana anlatman iyi oldu.”
Norén vedalaşıp oradan ayrıldı.
Kurt Wallander oturduğu yerde biraz önce duyduklarını düşündü.
Duydukları