da otuz yıldan beri siyasi tutuklu olarak bulunduğu Robben Adası’ndan tahliye edildi.
Dünya, Mandela’nın özgür kalışını kutlarken birçok Güney Afrikalı bunu net bir savaş ilanı olarak değerlendiriyordu. Başkan de Klerk ise kendisinden nefret edilen bir vatan haini olarak görülüyordu.
Mandela’nın tahliye edilmesi sırasında bir grup adam büyük bir gizlilik içinde buluşarak Güney Afrikalıların geleceğinin sorumluluğunu üstlendiler. Bu kişiler çok acımasızdı ve kendilerini kutsal bir misyon üstlenmiş olarak değerlendiriyorlardı. Asla boyun eğmeyeceklerdi.
Gizlice buluştular ve bir karar verdiler. Ülkenin kana boyanacağı bir iç savaş başlatacaklardı.
YSTAD’LI KADIN
1
Emlakçı Louise Åkerblom, 24 Nisan Cuma günü öğleden sonra saat üçte Skurup’taki Sparbanken’den çıktı. Kaldırımda bir an durup temiz havayı içine çekerek bundan sonra ne yapması gerektiğini düşündü. Aslında o anda işi unutup Ystad’daki evine gitmekten başka bir şey istemiyordu. Ne var ki o sabah kendisini arayan dul kadına, satmak istediği evini gidip göreceğine söz vermişti.
Oraya gitmesinin ne kadar süreceğini tahmin etmeye çalıştı. Belki bir saat, belki de biraz daha fazla. Ayrıca ekmek alması da gerekiyordu. Genellikle evin ekmeğini kocası Robert pişirirdi ama bu hafta fırsat bulamamıştı. Meydanın karşı tarafına geçti, sola dönüp fırına doğru yürüdü. Kapıyı açarken üstündeki eski moda çanın sesi duyuldu. Fırında kendisinden başka müşteri yoktu, tezgâhtaki kadın daha sonra, Louise Åkerblom’un o gün oldukça neşeli olduğunu ve sonunda baharın gelmesine ne denli sevindiğinden söz ettiğini hatırlayacaktı.
Çavdar ekmeği ve eşiyle çocuklarına sürpriz yapmak için bir miktar Napolyon pasta aldı. Sonra da bankaya, arabasının yanına döndü. Arabasına doğru giderken kısa süre önce bir ev sattığı Malmö’lü çiftle karşılaştı. Çift, evi satın aldıkları kişiye para ödemek, kredi sözleşmesini ve anlaşmayı imzalamak için bankaya gelmişti.
Artık kendi evlerinde oturacakları için çok mutluydular. Louise onlar adına seviniyordu ama aynı zamanda da içinde bir tedirginlik vardı: acaba hem krediyi hem de faizini ödeyebilecekler miydi? Zor günler yaşanıyordu, artık hiç kimse işinde kendini güvende hissetmiyordu. Ya adamı işinden atarlarsa? Çiftin parasal durumlarını çok dikkatle incelemişti. Diğer genç çiftlerin tersine bunlar kredi kartlarını düşüncesizce kullanmıyorlardı ve genç ev kadını tutumlu birine benziyordu. Kısacası evlerinin borcunu ödeyebilecek kişilere benziyorlardı. Ödeyemezlerse yakında evin satılığa çıktığını nasıl olsa duyardı. Belki evi satan kişi kendisi ya da Robert olurdu. Birkaç yıl içersinde aynı evi iki ya da üç kez sattığı çok olmuştu.
Arabasını açıp bindi, araç telefonundan Ystad bürosunu aradı. Robert eve gitmiş olmalıydı. Telesekreterden kocasının Åkerblom Emlak Şirketi’nin hafta sonu için kapalı olduğunu ama pazartesi sabahı saat sekizde işbaşı yapacaklarını bildiren sesini duydu.
Önce Robert’in büroyu bu denli erken kapatmasına şaşırdı. Sonra onun bugün öğleden sonra muhasebecileriyle buluşacağını hatırladı. Telesekretere mesaj bıraktı: “Selam! Krageholm’deki eve bakmaya gidiyorum. Sonra da eve geleceğim. Saat şimdi üçü çeyrek geçiyor. Beşte evde olurum.” Telefonu yerine koydu. Robert muhasebeciyle görüştükten sonra belki büroya uğrardı.
Koltuğun üstündeki plastik dosyayı aldı, dul kadının verdiği tarifle çizdiği haritayı çıkardı içinden. Ev, Krageholm ile Vollsjö arasındaki tali yolun üzerindeydi. Oraya gitmesi, eve ve çevresine bakması, sonra da Ystad’a geri dönmesi bir saatini alacaktı.
Birden duraksadı. Evi daha sonra da görürüm, diye geçirdi içinden. Eve sahilden giderim ve bir süre sahilde uygun bir yerde durarak denizi seyrederim. Bugün zaten bir ev sattım; şimdilik bu yeter.
Bir şarkı mırıldanmaya başladı, arabayı çalıştırdı ve Skurup’tan çıktı. Trelleborg çıkışına geldiğinde bir kez daha fikir değiştirdi. Pazartesi ve salı çok yoğun olduğundan kadının evine gidip bakamayacaktı. Bu yüzden kızıp başka bir emlakçıya gidebilirdi. Böylesi bir şeyin olmasına izin veremezlerdi. Ülkede zor günler yaşanıyordu. Rekabet her geçen gün daha da artıyordu. Hiç kimse elindeki işi kaçırmayı göze alamıyordu.
İç çekerek direksiyonu kırdı. Sahil yoluyla deniz bir süre daha bekleyebilirdi. Gelecek hafta haritayı dayayabileceği bir şey almaya karar verdi, böylece doğru yolda olup olmadığını kontrol etmek için başını sürekli çevirmek zorunda kalmayacaktı. Dul kadının oturduğu sokağa daha önce hiç gitmemişti, ancak sokağı bulmakta zorlanacağını sanmıyordu. Mahalleyi biliyordu. Gelecek yıl emlakçılıktaki onuncu yılları dolacaktı.
Bu düşünceyle birlikte başını şaşkınlıkla salladı. On yıl olmuş. Zaman çok çabuk geçiyordu, gereğinden fazla çabuk. Bu on yıl içinde iki çocuk doğurmuş ve emlak şirketini kurabilmek için Robert’le birlikte canla başla çalışmıştı. Firmayı ilk kurdukları yıllarda ülkenin ekonomik durumu şimdikine oranla çok daha iyiydi, bunu şimdi daha iyi görebiliyordu. İşe şimdi başlasalardı asla başarılı olamazlardı. Hâline şükretmeliydi. Tanrı hem kendisine hem de ailesine çok iyi ve cömert davranmıştı. Çocuklarımızı Kurtaralım Derneği’ne yaptıkları katkıyı arttırmaları konusunu Robert’le bir kez daha konuşmalıydı. Robert para konusunda Louise’ten daha titiz olduğundan elbette bu fikre önce karşı çıkacaktı. Ama yine de onunla konuşmalı ve ikna etmeliydi. Zaten son sözü genellikle kendisi söylerdi.
Birden yanlış sokağa saptığını fark ederek frene bastı. Ailesini ve şimşek gibi bir hızla geçen on yılı düşünürken yanlış sokağa sapmıştı. Kendi kendine güldü, başını iki yana salladı ve U dönüşü yapmadan önce dikkatle yola baktı.
Skåne çok güzel bir yer, diye geçirdi içinden. Güzel ve ferah. Ama aynı zamanda sırlarla dolu. İlk bakışta insana dümdüz bir yer gibi geliyordu ama sonra birden bu manzara değişiyor ve evlerle çiftlikler, ıssız adalar gibi ortaya çıkıyordu. Evlere bakmak ya da alıcılara göstermek için çevrede dolaştığında manzaranın sürekli değişen doğasına hep ilk kez keşfediyormuş gibi hayran kalıyordu.
Kadının verdiği tarife bakmak için Erikslund’u geçtikten sonra arabayı kenara çekerek durdu. Haklıydı. Sola döndükten hemen sonra Krageholm yoluna çıktı. Manzara çok güzeldi. Tepelerin arasındaki virajlı yol Krageholm ormanından geçiyor ve göle uzanıyordu. Louise bu yoldan geçmeyi çok severdi, defalarca geçmesine karşın yine de sanki ilk kez görüyormuş gibi heyecanlanırdı.
Yedi kilometre gittikten sonra son sapağı aramaya koyuldu. Kadın, bu sapağın bozuk ve toprak bir yol olduğunu söylemişti. Sapağı gördüğünde yavaşladı ve sağa döndü; haritaya göre ev bir kilometre ileride, sol taraftaydı. Üç kilometre gittikten sonra yol bitince Louise yanlış yolda olduğunu fark etti.
Bir an için evi unutup dönmeyi düşündü. Ama bu düşünceyi bir kenara atarak yeniden Krageholm yoluna çıktı. Kuzeye doğru yaklaşık beş yüz metre gittikten sonra bir kez daha sağa saptı. Bu sokakta kendisine verilen tarife uygun tek bir ev bile yoktu. İç çekti, geri dönerek durup sormaya karar verdi. Kısa bir süre sonra ağaçların arasına gizlenmiş bir ev gördü.
Arabayı durdurdu, motoru kapattı ve arabadan indi. Ağaçlardan gelen kokuyu içine çekti. Skåne’de sık rastlanan beyaz boyalı, ahşap ve U şeklindeki eve doğru yürüdü. Panjurlardan biri açıktı. Bahçede bır kuyu vardı, kuyunun yanında da siyah bir tulumba.
Tereddüt etti ve durdu. Ev terk edilmişe benziyordu. Belki de evine dönse çok daha iyi olacaktı. Kadın da öfkelenmese ne güzel olurdu.
Ama kapıya vurabilirim, diye geçirdi içinden. Denemeye değer.
Eve gelmeden önce büyük ve kırmızıya boyanmış bir ahırın önünden geçti. Başını aralık kapıdan içeri uzattı.
Gördüklerine çok şaşırdı. İçerde iki araba vardı. Arabalar iyi durumda değildi ama biri son derece pahalı bir Mercedes, diğeriyse BMW’ydi. O hâlde ev ıssız olamaz, diye düşünerek beyaz badanalı eve doğru yürüdü.
Kapıyı vurdu ama içeriden bir ses gelmedi. Bir kez daha ama bu sefer biraz da sert bir şekilde vurdu, yine kapıyı açan olmadı. Kapının yanındaki pencereden içeri bakmaya