Åkerblom anladığını belirten bir şekilde başını salladı. Sonra da oturarak Wallander’in istediği ayrıntıları yazmaya koyuldu.
Wallander masanın çekmecelerini açmaya başladı. Önemli olabilecek bir şey bulamadı. Çekmecelerin neredeyse hepsi bomboştu. Yeşil kaplı not defterini çıkararak sayfalarını karıştırdı. Bir dergiden kesilmiş hamburger tarifini gördü. Sonra da bir süre iki küçük kızın fotoğrafını inceledi.
Yerinden kalkarak mutfağa gitti. Mutfak duvarlarından birinde bir takvim, diğerinde de İncil’den bir alıntı asılıydı. Raflardan birinde açılmamış bir kahve kavanozu duruyordu. Diğerinde ise çeşitli çay poşetleri vardı. Buzdolabını açtı. Bir litre sütle biraz margarin vardı.
Kadının ses tonunu ve bıraktığı mesajı düşündü. Telefon ettiğinde arabanın durduğundan emindi. Kadının sesi dingindi. Ses tonundan, bir yandan da arabayı kullanmadığı anlaşılıyordu, aksi hâlde sesi titreyebilir ya da dalgın bir ifade söz konusu olabilirdi. Merkezde sesi netleştirdiklerinde haklı olduğu ortaya çıkacaktı. Ayrıca Louise Åkerblom kurallara uyan, dikkatli bir vatandaşa benziyordu, araba kullanırken telefonla konuşarak, ne kendisinin ne de başkalarının yaşamını tehlikeye atabilecek birine hiç benzemiyordu.
Bıraktığı nottaki saat doğruysa, diye geçirdi içinden Wallander, o zaman Skurup’ta olmalıydı. Bankadaki işini tamamlayıp Krageholm’e doğru yola çıkmak üzereydi. Ama yola çıkmadan önce kocasını aramak istemişti. Bankada her şeyin yolunda gitmesinden çok memnundu. Dahası o gün cumaydı ve işi bitmişti. Hava da çok güzeldi. Kendini mutlu hissetmemesi için bir nedeni yoktu.
Wallander bir kez daha genç kadının masasına gidip oturdu, masanın üstündeki ajandanın sayfalarını çevirmeye başladı. Robert Åkerblom, az önce kendisinden istenilen ayrıntıları yazıp bitirmişti, Wallander’e uzattı.
“Bir soru daha sormak istiyorum,” dedi Wallander. “Aslında bu bir soru değil ama çok önemli. Louise nasıl biridir?”
Sanki hiçbir şey olmamış gibi geçmiş zaman kullanmamaya özen gösteriyordu. Ama yine de Louise Åkerblom’un artık hayatta olmadığını düşünüyordu.
“Onu herkes sever,” dedi içtenlikle Robert Åkerblom. “Neşeli, esprili, insanlarla kolay iletişim kurabilen biridir. İş dünyasından pek hoşlanmaz. Para ya da karmaşık anlaşmalar söz konusu olduğunda hemen bir kenara çekilir ve bunlarla benim ilgilenmemi ister. Çok hassastır ve kolay üzülür. İnsanların acı çekmesine dayanamaz.”
“Dikkat çeken bir özelliği var mı?”
“Dikkat çeken mi?”
“Hepimizin dikkat çeken bir tarafı vardır,” dedi Wallander.
Robert Åkerblom bir an için düşündü.
“Aklıma gelmiyor,” diye cevap verdi.
Wallander başını sallayarak ayağa kalktı. On ikiye çeyrek vardı. Amiri Björk öğle yemeği için evine gitmeden önce onunla konuşmak istiyordu.
“Sizi bugün öğleden sonra ararım,” dedi. “Endişelenmemeye çalışın. Unutmuş olabileceğiniz bir şey, bilmem gerektiğini düşündüğünüz herhangi bir şey aklınıza gelirse hemen beni arayın.”
“Sizce başına ne gelmiş olabilir?” diye sordu Robert Åkerblom, komiserin elini sıkarken.
“Büyük bir olasılıkla hiçbir şey,” dedi Wallander. “Yakında her şeyi öğreneceğiz.”
Wallander, Björk’ü kapıdan çıkarken yakaladı. Her zamanki gibi yorgun ve bıkkın bir hâli vardı. Wallander, polis amirlerinin işlerinin kıskanılacak bir yanı olmadığını düşündü.
“Evine hırsız girmiş, geçmiş olsun,” dedi Björk üzülmüş gibi bir yüz ifadesi takınmaya çalışarak. “Bu haber gazetelere yansımazsa iyi olur. Bir komiserin evine hırsız girdiğinin duyulması hiç de hoş olmaz. Çözülmemiş bir sürü dava var. İsveç polisi diğer ülkelerle kıyaslandığında pek başarılı değil.”
“Koşullar böyle,” dedi Wallander. “Seninle konuşmak istediğim bir şey var.” Koridorda, Björk’ün odasının kapısında duruyorlardı. “Öğleden sonraya kalamaz,” diye ekledi.
Björk başını sallayarak odasına girdi.
Wallander, Robert Åkerblom’la yaptığı görüşmeyi en ince ayrıntısına dek anlattı.
“İki çocuklu, dindar,” dedi Björk, Wallander sözünü noktaladığında. “Cumadan beri kayıp. Bu, hiç de hoş bir şey değil.”
“Evet,” diye onayladı Wallander. “Hiç de hoş değil.”
Björk kaşlarını çatarak baktı.
“Sence bir cinayet mi söz konusu?”
Wallander omuz silkti.
“Ne düşüneceğimi gerçekten bilemiyorum,” dedi. “Ama bu sıradan, basit bir kayıp olayı değil. Bundan eminim. İşte bu yüzden de temkinli hareket etmeliyiz. Bu olayda her zamanki gibi bekle ve gör politikasını uygulayamayız.”
Björk evet dercesine başını salladı.
“Haklısın,” dedi. “Kimi istiyorsun? Hansson burada olmadığı için elimizde yeterince eleman olmadığını unutayım deme. Hansson da ayağını kıracak zamanı buldu.”
“Martinson ile Svedberg’i istiyorum,” diye karşılık verdi Wallander. “Ha aklıma gelmişken, Svedberg E14 karayolunu birbirine katan boğayı yakalayabildi mi?”
“Bir çiftçi kementle yakalayabilmiş,” dedi Björk asık yüzle. “Svedberg koşarken bileğini burkmuş ama durumu o kadar kötü değil, görevinin başında.”
Wallander ayağa kalktı.
“Skurup’a gideceğim,” dedi. “Dört buçukta buluşalım, elimizdekileri inceleyelim. Bir an önce kadının arabasını bulsak iyi olacak.”
Björk’ün masasına küçük bir kâğıt koydu.
“Lacivert Toyota Corolla,” dedi Björk. “Bununla ben ilgilenirim.”
Wallander, Ystad’dan Skurup’a arabayla gitti. Düşünmek için zamana ihtiyacı olduğundan uzun yolu yeğlemişti. Rüzgâr çıkmış, bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Polonya’dan gelen feribotun rıhtıma yaklaştığını fark etti. Mossby Plajı’na geldiğinde boş park alanından geçerek hamburgercinin önünde durdu. Arabadan inmedi. Geçen yıl burada iki cesetle kıyıya vuran kurtarma botunu hatırladı birden. Riga’da tanıştığı Baiba Liepa adındaki kadın geldi aklına. Elinden geleni yapmasına karşın kadını hâlâ unutamaması çok ilginçti. Aradan bir yıl geçmişti ve hâlâ onu düşünüp duruyordu.
Şu anda cinayete kurban gitmiş bir kadın doğrusu hiç iyi olmazdı. Huzura ve sessizliğe ihtiyacı vardı. Evlenmek isteyen babasını düşündü. Evine giren hırsızları ve çaldıkları plakları. Sanki yaşamının önemli bir bölümü çalınmış gibi hissediyordu.
Stockholm’de okuyan kızı Linda’yı düşündü. Aralarındaki iletişimin gittikçe koptuğunu hissediyordu. Her şey arka arkaya gelmişti. Bu kadarı da fazlaydı.
Arabadan indi, ceketinin fermuarını çekti ve sahile doğru yürüdü. Hava oldukça serindi. Üşüdü.
Robert Åkerblom’un söylediklerini yeniden düşündü, farklı teoriler yakalamaya çalıştı. Her şeye karşın acaba bu olayın basit bir açıklaması mı vardı acaba? Louise Åkerblom intihar etmiş olabilir miydi? Genç kadının telefondaki sesini anımsadı. Ses alabildiğine canlı ve neşeliydi.
Saat