içinde de hâlâ ona diş bileyen bazı polislerin olduğunu biliyoruz,” dedi Wallander. “Onun adalet bakanlığı döneminde unutamayacağımız bazı olaylar oldu. Bugüne değin gelip giden adalet bakanlarıyla polis şefleri arasında bizler için küçük parmağını dahi kıpırdatmayan tek bakandı belki de Wetterstedt.”
Görev dağılımı yaptılar. Wallander, Wetterstedt’in gündelikçisini sorguya çekecekti. Yeniden öğleden sonra saat dörtte toplanmaya karar verdiler.
“Yapmamız gereken iki şey var,” diyerek konuşmasını sürdürdü Wallander. “Birincisi fotoğrafçılarla gazeteciler bizi rahat bırakmayacak. Bu, medyanın sevdiği türden bir olay çünkü. Kafa Derisi Yüzen Katil gibi gazete başlıklarına şimdiden hazırlıklı olmamız gerek. Onun için de bugün bir basın toplantısı düzenlesek iyi olacak. Basın toplantısını ben yönetmek istemem ama.”
“Yönetmek zorundasın,” dedi Svedberg. “Sorumluluğu üstlenmek zorundasın. İstemesen bile bunu en iyi sen yapıyorsun, bunu biliyorsun zaten.”
“Pekâlâ ama bunu tek başıma yapmak istemiyorum. Hansson’u ve Ann-Britt’i de istiyorum. Saat bir iyi mi?”
Herkes kalkmak üzereyken Wallander onlara biraz beklemelerini söyledi.
“Kolza tarlasında kendisini yakan kızın soruşturmasını bir kenara atamayız,” dedi.
“Aralarında bir bağlantı olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu Hansson şaşkınlıkla.
“Elbette hayır,” diye yanıtladı Wallander. “Ben yalnızca Wetterstedt cinayeti üstünde çalışırken bir yandan da kızın kim olduğunu öğrenmemiz gerektiğini söylemeye çalışıyorum.”
“Bilgisayarda işe yarar bir şey bulamadım,” dedi Martinson. “Harflerin bileşimine ilişkin bir şey de çıkmadı karşıma. Ama çalışmayı sürdüreceğime söz veriyorum.”
“Birileri onu merak ediyor olmalı. Genç bir kız. Kimsenin ortaya çıkıp aramaması çok garip doğrusu.” Wallander üzüntüsünü gizlemeye çalışıyordu.
“Yaz aylarında yaşıyoruz,” diyerek sözlerine devam etti Svedberg. “Gençler bu mevsimde sürekli yolculuk yaparlar. Onun yokluğunun fark edilmesi birkaç hafta sürebilir.”
“Haklısın,” dedi Wallander. “Sabırlı olmalıyız.”
Sekize çeyrek kala ayrıldılar. Hepsinin de işi yoğun olduğundan Wallander toplantıyı kısa kesmişti. Odasına gidince telefonuna gelen mesajlara bir göz gezdirdi. Acil bir şey yoktu. Çekmecesinden bir not defteri çıkararak sayfanın üstüne Gustaf Wetterstedt’in adını yazdı.
Sonra koltuğunda kaykılarak gözlerini kapadı. Onun ölümü bana ne anlatıyor? Kim bir adamın belkemiğine baltayla vurup kafa derisini yüzer?
Wallander yerinde doğruldu.
Not defterine yazmaya başladı: Gustaf Wetterstedt’in bir hırsız tarafından öldürüldüğünü söyleyecek herhangi bir delil yok elimizde ama yine de bu olasılığı göz ardı edemeyiz. Bu rastgele işlenmiş bir cinayet değil, tabii katil tımarhaneden kaçmış bir deli değilse. Katil hiç telaşa kapılmadan cesedi sakladı. Bu yüzden de intikam olasılığı hâlâ geçerli. Acaba Gustaf Wetterstedt’ten kim intikam almak ve onu öldürmek ister?
Wallander kalemini bırakarak yazdıklarını yüzünü buruşturarak okudu.
Daha çok erken, diye geçirdi içinden. Olanaksız sonuçlara ulaşmaya çalışıyorum. Oysa daha fazla şeyler öğrenmem gerek.
Ayağa kalkarak hızla ilerledi. Emniyetten çıktığında yağmurun durduğunu gördü. Sturup’taki meteoroloğun hava tahmini doğru çıkmıştı. Wallander vakit kaybetmeden doğruca Wetterstedt’in villasına gitti.
Kumsaldaki polis kordonu henüz kaldırılmamıştı. Nyberg işinin başına dönmüştü bile. Elemanlarıyla birlikte kumsaldaki muşambayı kaldırıyordu. Polisleri izlemeye gelmiş kalabalık bir meraklı topluluğu vardı.
Wallander, Wetterstedt’in anahtarlığındaki anahtarları deneyerek sonunda villanın kapısını açtı ve doğruca çalışma odasına gitti. Sistematik bir şekilde Höglund’un bir gece önce başlattığı araştırmayı sürdürdü. Wetterstedt’in sözcükleriyle ‘gündelikçi kadının’ adını öğrenmesi yarım saatini aldı. Kadının adı Sara Björklund’du. Kentin batı yakasındaki büyük depoların hemen arkasında, Styrbordsgången Sokağı’nda oturuyordu. Masanın üstündeki telefona uzanarak numarayı çevirdi. Telefon sekiz çalıştan sonra açıldı. Wallander karşısında sert bir erkek sesi duydu.
“Sara Björklund’u arıyordum,” dedi Wallander.
“Evde değil,” diye karşılık verdi adam.
“Onu nerede bulabilirim acaba?”
“Kimsiniz?” diye sordu adam baştan savma bir sesle.
“Ystad polisinden Kurt Wallander.”
Karşı tarafta uzun bir sessizlik oldu.
“Orada mısın?” diye sordu Wallander sabırsızlandığını gizlemeye gerek görmeden.
“Bunun Wetterstedt’le bir ilgisi var mı?” diye sordu adam. “Sara Björklund benim karım.”
“Onunla konuşmam gerek.”
“Malmö’de. Bugün akşama doğru dönecek.”
“Onu ne zaman bulabilirim? Saat kaçta? Net olmaya çalış!”
“Beşe kadar evde olacağını sanıyorum.”
“O zaman beşte sizde olacağım,” diyerek telefonu kapattı Wallander.
Evden dışarı çıkarak, kumsala, Nyberg’in yanına gitti. Polis kordonunun arkası bir hayli kalabalıklaşmıştı.
“Bir şey buldun mu?” diye sordu.
Nyberg bir elinde kum dolu bir kovayla duruyordu.
“Hayır, bulamadım,” dedi. “Ama eğer burada öldürülmüş ve yere kumların üstüne düşmüş olsaydı mutlaka kan izleri olacaktı. Belki kan sırtından akmayacaktı fakat başından mutlaka akacaktı. Ortalık kan gölüne dönmüş olmalı. Kafada büyük damarlar vardır.”
Wallander onaylarcasına başını salladı.
“Sprey kutusunu nerede bulmuştun?” diye sordu.
Nyberg kordonun arkasındaki yeri gösterdi.
“Onun bu cinayetle bir ilgisi olduğunu hiç sanmıyorum,” dedi Wallander.
“Ben de,” diye karşılık verdi Nyberg.
Wallander tam arabasına doğru giderken birden Nyberg’e bir sorusu daha olduğunu hatırladı.
“Bahçe kapısının yanındaki lambanın ampulü patlamış,” dedi. “Ona bir bakar mısın?”
“Nesine bakmamı istiyorsun?” diye sordu Nyberg merakla. “Ampulü mü değiştirmemi istiyorsun?”
“Lambanın neden yanmadığını öğrenmek istiyorum yalnızca. Hepsi bu.”
Emniyete döndü. Gökyüzü kara bulutlarla kaplanmıştı. Ama yağmur yağmıyordu.
“Gazeteciler sürekli arıyorlar,” dedi Ebba, Wallander danışmanın önünden geçerken.
“Saat birdeki basın toplantısına gelsinler,” dedi Wallander. “Ann-Britt nerede?”
“Bir süre önce dışarı çıktı. Ama nereye gittiğini söylemedi.”
“Ya Hansson?”
“Galiba Per Åkeson’un ofisinde.