çarşamba. Hatırlarsan çarşambaları saunaya gider.”
Höglund’la birlikte Wetterstedt’in villasına doğru gittiler.
“Onu polis akademisinden tanıyorum,” dedi Höglund birdenbire. “Biri onun resmini duvara yapıştırmıştı, sonra da resmi dart tahtası olarak kullanmışlardı.”
“Polis teşkilatında hiç de popüler biri değildi. Onun bakanlığı sırasında yeni bir uygulamanın başlamak üzere olduğunu fark etmiştik. Sinsi bir değişiklikti yapmaya çalıştığı. Kendimizi başımıza bir çuval geçirmişler gibi hissetmiştik. O günlerde polis olmak neredeyse utanç duyulacak bir meslekti. İnsanlar da artan suç oranından endişeye kapılmak yerine tutukluların hapiste nasıl yaşadıklarından endişeye kapılıyordu.”
“O dönemi net olarak hatırlamıyorum. Adı galiba bir skandala karışmıştı, değil mi?”
“O skandalla ilgili birçok söylenti vardı. Birileri bir şeyler söylerken başkaları da tam tersini söylüyordu. Ne var ki hiçbir şey kanıtlanmadı. O günlerde Stockholm’deki polislerin çoğunun canı sıkkındı.”
“Belki de adalet yerini buldu,” dedi Höglund.
Wallander ona şaşkınlıkla baktı ama bir şey söylemedi.
Kumsalı Wetterstedt’in arazisinden ayıran duvardaki bahçe kapısının önüne gelmişlerdi.
“Buraya daha önce gelmiştim,” dedi Höglund birden. “Sıklıkla polise telefon eder ve yaz akşamları kumsalda oturup şarkı söyleyen gençleri şikâyet ederdi. Bu gençlerden biri de Ystad’s Allehanda gazetesinin editörüne bir şikâyet mektubu yazmıştı. Björk de buraya gelip etrafa bir göz atmamı istemişti.”
“Neye göz atmanı?”
“Bilmiyorum,” diye karşılık verdi. “Ama Björk’ün şikâyetler konusunda ne denli duyarlı olduğunu sen de bilirsin.”
“Bu onun en iyi özelliklerinden biriydi,” dedi Wallander. “Ne olursa olsun hep bizi savundu. Bu, her zaman olmaz.”
Anahtarı bularak bahçe kapısını açtılar. Wallander bahçe kapısının üstündeki lambanın ampulünün yanmadığını fark etti. Çimlerin üstünde tek bir yaprak bile yoktu, bu da bahçeye çok özen verildiğini gösteriyordu. Bahçede, ortasında birbirlerine ağızlarından su püskürten iki çıplak çocuk heykeli olan küçük bir havuzla bir salıncak vardı. İri ve yassı kaldırım taşlarıyla döşeli terastaysa mermer bir masayla birkaç tane sandalye duruyordu.
“Oldukça bakımlı ve pahalı görünüyor,” dedi Höglund. “Böylesi bir mermer masa sence kaç paradır?”
Wallander sorunun yanıtını bilmediği için karşılık vermedi. Villaya doğru yürüdüler. Wallander villanın yüzyılın başlarında inşa edilmiş olabileceğini düşünüyordu. Kaldırım taşlı yolda ilerlediler ve evin ön kapısına geldiler. Wallander zili çaldı. Bir kez daha çalmadan önce kısa süre bekledi. Sonra da anahtarlıktaki anahtarları deneyerek kapıyı açtı. Işıkları yanan antreye girdiler. Wallander seslendi. Ama evde kimse yoktu.
“Wetterstedt kayığın altında öldürülmedi,” dedi Wallander. “Kumsalda da saldırıya uğramış olabilir ama ben hâlâ cinayetin burada işlendiğini düşünüyorum.”
“Neden?” diye sordu Höglund.
“Bilmiyorum. Yalnızca öyle hissediyorum.”
Elektrik düğmelerinin dışında hiçbir şeye el sürmemeye özen göstererek evi baştan sona araştırdılar. Bu yarım yamalak bir araştırmaydı fakat Wallander için yine de önemliydi. Özellikle somut bir şeyin peşinde olmadıklarından ne aradıklarını bilmiyorlardı. Ama birkaç gün öncesine kadar, şimdi kumsalda cesedi yatan adam bu evde yaşamıştı. Bu ani ölümün izlerini araştırmaktan başka yapacak bir şeyleri yoktu. Ne var ki evin hiçbir tarafında bir karışıklık yoktu. Wallander cinayetin işlenmiş olabileceği yeri arayıp durdu. Bunun bir hırsızlık olayı olabileceğini bile düşünerek ön kapının kilidini inceledi. Antrede durmuş, evin sessizliğini dinlerlerken Wallander, Höglund’a ayakkabılarını çıkarmasını söyledi. Bir kez de villayı baştan sona ayakkabısız dolaştılar. Wallander odaları izleyen arkadaşının bir yandan da kendisine merakla baktığını fark etti. Aynı deneyimi genç ve deneyimsiz bir polisken Rydberg’le yaşadığını hatırlamıştı. Bu gurur verici bir şey olması gerekirken Wallander içinin karardığını hissetti. Nöbet değişimi devam ediyor, diye geçirdi içinden. Aynı evde olmalarına karşın Höglund evin içinde, Wallander’se dışındaymış gibi bir duyguya kapılmıştı.
İlk karşılaştıkları günü düşündü, neredeyse bir yıl olmuştu. Polis akademisinden başarıyla mezun olmuş genç kadını solgun benizli ve kesinlikle çekici olmayan biri olarak değerlendirmişti. Genç kadın tanışır tanışmaz ona gerçek yaşamla ilgili okulda öğrenemediklerini kendisinden öğrenmeye can attığını söylemişti. Aslında tam tersi olmalıydı, diye geçirdi içinden, tam olarak anlayamadığı taş baskı resme bakarken. Doğrusunu söylemek gerekirse asıl ben ondan sürekli bir şeyler öğreniyorum.
Üst katta kumsala bakan pencerelerden birinin önünde durdular. Projektörler yerlerine konmuştu, sonunda olay yerine gelebilen Nyberg sinirli bir tavırla kayığın üstünü plastik bir örtüyle örten polisleri yönlendiriyordu. Kumsal polis kordonu altına alınmıştı. Yağmur olanca hızıyla yağmayı sürdürdüğünden polis kordonunun gerisinde çok az sayıda meraklı vardı.
“Yanıldığımı düşünmeye başlıyorum,” dedi Wallander plastik örtüyle kayığın üstünü sonunda örtmeyi başaran polislere bakarak. “Wetterstedt’in evde öldürüldüğüne ilişkin herhangi bir ipucu yok.”
“Katil ortalığı temizlemiş olabilir,” dedi Höglund.
“Nyberg evi baştan sona inceledikten sonra bunu öğreneceğiz. Şimdilik cinayetin evin dışında işlendiğini düşünüyorum.”
Konuşmadan aşağıya indiler.
“Ön kapıya bırakılmış posta yoktu,” dedi Höglund. “Ev tel örgülerle çevrili. Bir yerde bir posta kutusu olmalı.”
“Bununla daha sonra ilgileniriz,” dedikten sonra Wallander büyük ve geniş oturma odasına giderek odanın ortasında durdu. Höglund ona merakla bakıyor ama bir şey söylemiyordu.
“Neleri göremediğimi kendime sorarım genelde,” diyerek konuşmaya devam etti Wallander. “Ama nedense burada her şey açık seçik duruyor gibi. Bir adamın tek başına yaşadığı bir evde her şey yerli yerinde, ödenmemiş faturalar yok ve adamın yalnızlığı eskiden içilmiş bir puro kokusu gibi duvarlara sinmiş. Bu tabloda tek yanlış bu söz konusu adamın cesedinin kumsalda Göran Lindgren’in kayığının altında yatıyor olması.”
Bu sözleri söyler söylemez bir hata yaptığını anlayarak konuşmasını sürdürdü.
“Hayır, bir yanlış daha var,” dedi. “O da bahçe kapısının yanındaki lambanın yanmıyor olması.”
“Belki de ampul patlamıştır,” dedi Höglund şaşkınlıkla.
“Olabilir,” diye karşılık verdi Wallander. “Ama yine de garip.”
Kapı vuruldu. Wallander gidip açınca yağmurdan sırılsıklam olmuş Hansson’un kapının önünde durduğunu gördü.
“Eğer o kayığı düzeltmezsek ne Nyberg ne de doktor çalışmasına başlayabilecek.” Hansson sıkıntılı bir sesle konuşmuştu.
“Düzeltin o zaman,” dedi Wallander. “Ben de az sonra orada olacağım.”
Hansson yağmurun