şimdilik elimizdeki tek somut delil ama buna saplanıp kalmadan diğer delilleri aramayı sürdürmeliyiz.”
“Bunun olanaksız olduğunu sen de biliyorsun,” dedi Höglund. “Bir ipucu bulunca bunun tüm araştırmaya şekil verdiğini sen de biliyorsun.”
“Her şeye karşın yine de yanılabileceğimizi hatırlatmaya çalışıyorum.”
Telefon çaldığında Höglund kapıdan çıkmak üzereydi. Runfeldt’in oğluna ulaşmayı başaran Svedberg arıyordu.
“Oğlu deliye döndü,” dedi. “Hemen bir uçağa atlayıp buraya gelmek istedi.”
“Babasından en son ne zaman haber almış?”
“Nairobi’ye gideceği günden birkaç gün önce. Her şey olağanmış. Oğluna bakarsan babası bu yolculuğu iple çekiyormuş.”
Soruşturma ekibinin toplantısını söylemesi için telefonu Höglund’a uzattı. Wallander, Svedberg için yazılmış notu Höglund telefonu kapatınca anımsadı. Ystad Hastanesi’nin doğum koğuşunda garip davranışları olan bir kadınla ilgili bir nottu bu.
Höglund eve, çocuklarının yanına gitti. Wallander yalnız kalınca babasını aradı. Pazar sabahı görüşmeyi kararlaştırdılar. Babasının eski fotoğraf makinesiyle Roma’da çektiği fotoğraflar gelmişti.
Wallander cumartesi akşamının kalan bölümünü Eriksson cinayetinin özetini çıkarmakla geçirdi. Bu konuda çalışırken bir yandan da Runfeldt’in ortadan kayboluşunu düşünüyordu. Kendisini tedirgin, huzursuz hissediyor ve konsantre olmakta zorlanıyordu. İçindeki tedirginlik sürekli artıyordu. Bu duygudan arınamıyordu. Akşam saat dokuzda artık düşünemeyecek denli yorgun hissetti kendini. Not defterini bir kenara fırlatıp kızı Linda’ya telefon etti. Telefon çaldı, çaldı ama açan olmadı. Linda evde yoktu. Üstüne kalın bir ceket geçirip meydandaki Çin restoranına gitti. Restoran alışılmışın dışında kalabalıktı. Şarabını içip yemeğini yedikten sonra yağmurda yürüyerek eve döndü. Başı çok ağrıyordu.
O gece rüyasında kendini büyük ve karanlık bir yerde gördü. Berggren tabancasını çevirmiş, karanlığın içinde ona bakıyordu.
Sabah erkenden uyandı. Yağmur durmuştu. Yedi on beşte arabasına atlayıp Löderup’a babasını görmeye gitti. Wallander babasıyla Gertrud’u kandırıp birlikte sahile gitmeyi önermeyi düşündü. Yakında havalar soğuyacaktı.
Yüzünü buruşturarak gece gördüğü rüyayı anımsadı. Arabasını kullanırken bir yandan da o gün öğleden sonra yapacakları toplantıda yanıtlanması gereken soruların bir listesinin çıkarılması gerektiğini düşündü. Berggren’in yerini bulmak çok önemliydi.
Babası kapının önünde onu bekliyordu. Gertrud’un kahvaltı hazırladığı mutfağa gittiler. Fotoğraflara baktılar. Bazıları bulanık çıkmıştı ama babası çektiği bu fotoğraflarla gurur duyduğundan Wallander hoşnutlukla başını sallamakla yetindi.
Bir tanesi diğerlerinden ayrı duruyordu. Bu, Roma’da geçirdikleri son gece restoranın garsonu tarafından çekilen fotoğraftı. Yemeklerini yeni bitirmişlerdi. Wallander’le babası yan yanaydı. Beyaz masa örtüsünün üstünde kırmızı şarap şişesi duruyordu. Her ikisi de kameraya gülümsüyordu.
Birden Wallander, Eriksson’un günlüğündeki fotoğrafı anımsadı ama bu düşünceyi hemen kafasından uzaklaştırdı. O anda yalnızca babasının Roma’da çektiği fotoğraflara bakmak istiyordu. Bu yolculuk sayesinde bir şey öğrenmişti: Babasına hem fiziksel hem de duygusal açıdan çok benziyordu.
“Bu fotoğraftan ben de bir tane isterim,” dedi Wallander.
“Merak etme, yaptırdım bile,” dedi babası gülümseyerek. Masadaki zarfı uzattı.
Kahvaltıdan sonra babasının stüdyosuna gittiler. Babası bu kez içinde horoz olan bir manzara resmi üzerinde çalışıyordu.
“Kaç resim yapmışsındır?” diye sordu Wallander.
“Buraya her gelişinde bana bunu soruyorsun,” diye karşılık verdi babası. “Nereden bileyim? Ayrıca bunun ne önemi var? Önemli olan hepsinin birbirine benzemesi.”
Uzun süre önce Wallander babasının sürekli aynı şeyin resmini yapmasının tek bir açıklaması olduğunu fark etmişti. Bu şekilde çevresindeki değişikliklere karşı tepki gösteriyordu. Yaptığı resimlerde güneşin ışınlarını bile denetleyebiliyordu. Resimlerinde güneş hep aynı yerdeydi.
“Harika bir tatildi,” dedi Wallander boyaları karıştıran babasına bakarak.
“Harika olacağını söylemiştim sana,” diye karşılık verdi babası. “Eğer ben olmasaydım Sistina Şapeli’ni görmeden ölecektin.”
Wallander bir an için babasının Roma’da tek başına çıktığı yürüyüşe ilişkin soru sormayı düşündü ama sonra hemen vazgeçti. Bu yalnızca babasını ilgilendiren bir şeydi.
Wallander kumsala gitmelerini önerdi. Babası karşı çıkmadı ama Gertrud evde kalmak istediğini söyledi. Baba oğul arabaya atlayıp Sandhammaren’e doğru yola koyuldular. Rüzgâr durmuştu. Wallander direksiyonu kumsala doğru kırdı. Bir süre gittikten sonra denizi gördüler. Kumsalda hemen hemen hiç kimse yoktu. Uzaklarda bir yerde birileri köpekleriyle koşuyordu.
“Harika,” dedi babası.
Wallander babasına bir bakış fırlattı. Roma babasının tüm davranışlarını değiştirmişe benziyordu. Belki de doktorların tanısını koyduğu o sinsi hastalığın olumlu bir etkisiydi bu. Ancak Roma tatilinin babası için ne anlama geldiğini hiçbir zaman tam olarak anlayamayacaktı. Bu, babasının yaşamı boyunca düşünü kurduğu bir yolculuktu ve Wallander’e de babasına bu yolculukta eşlik etme şerefi verilmişti.
Roma babasının Mekke’siydi.
Kumsalda uzun süre yürüdüler. Wallander eski günlerden söz edip etmeme konusunda ikircikliydi ama acele etmesine gerek yoktu, önlerinde daha, çok uzun bir zaman vardı. Babası birden durdu.
“Ne oldu?” diye sordu Wallander.
“Son birkaç gündür kendimi iyi hissetmiyorum,” dedi. “Ama bu da geçer herhâlde.”
“Eve dönelim mi?”
“Geçer dedim ya.”
Wallander, babasının, sorularını öfkeyle yanıtladığı eski alışkanlığına döndüğünü fark edince başka bir şey söylemedi.
Yürüyüşe devam ettiler. Bir göçmen kuş sürüsü başlarının üzerinden batıya geçti. Babası iki saat sonra yeterince yürüdüklerini söyledi. Kumsalda zamanı unutan Wallander birden emniyetteki toplantıya yetişmesi için acele etmesi gerektiğini fark etti.
Babasını Löderup’a bıraktıktan sonra Ystad'a dönerken huzurluydu. Polis olmaya karar verdiği gün kopan ilişkilerini belki yeniden eski hâline döndürebilirlerdi. Babası, seçtiği bu mesleği hiç kabullenememişti ama neden karşı çıktığını da hiç açıklamamıştı. Yaşamının büyük bir bölümünü bu sorunun yanıtını merak ederek geçiren Wallander, belki de sonunda yanıtı öğrenebilecekti.
Saat iki buçukta toplantı odasının kapıları kapandı. Müdür Holgersson bile gelmişti toplantıya. Wallander müdürü görünce birden Per Åkeson’u aramayı unuttuğunu fark etti. Not defterine bununla ilgili bir not yazdı.
Kesik kafayla Harald Berggren’in günlüğünü bulduklarını açıkladı. Herkes bunun somut bir ipucu olabileceğini düşünüyordu. Görev dağılımı yapıldıktan sonra Wallander, Gösta Runfeldt konusunu açtı.
“Runfeldt’in