Хеннинг Манкелль

Beşinci Kadın


Скачать книгу

gibi. Bir de köprü. Ayrıca gece yarısı ya da şafakta dışarı çıkıp göçmen kuşlara bakan bir kurban her zaman kolay kolay bulunmaz. Runfeldt’in ortadan kaybolmasının Lödinge’de olanlarla bir bağlantısı olabileceğini ileri süren benim ama bunu önlem almak amacıyla yaptım.”

      “Anlıyorum,” dedi müdür. “Ama sen yine de Ekholm’ü buraya çağırma konusunu yabana atma.”

      “Olur,” dedi Wallander. “Haklı olabilirsin ama Ekholm’ü çağırmak için henüz erken diye düşünüyorum. Zamanlama önemli.”

      Holgersson paltosunu ilikledi.

      “Çok yorgun görünüyorsun. Bir an önce evine gidip yatsan iyi olacak. Sakın oturup çalışayım deme,” diyerek dışarı çıktı.

      Wallander notlarını toplamaya başladı.

      “Üstünde çalışmam gereken bir iki şey var,” dedi Höglund’a. “Buraya ilk geldiğin günü anımsıyor musun? Benden öğreneceğin birçok şey olduğunu söylemiştin. Şimdi yanıldığını görüyor olmalısın.”

      Höglund masanın kenarına ilişmiş, tırnaklarına bakıyordu. Wallander genç kadının çok yorgun ve solgun olduğunu fark etti. O anda hiç de güzel görünmüyordu ama hâlâ çok yetenekliydi. Mesleğini de çok seviyordu. Bu bağlamda birbirlerine benziyorlardı.

      Notlarını masaya bırakıp arkasına yaslandı.

      “Ne gördüğünü söyle bana.”

      “Beni çok korkutan bir şey.”

      “Neden?”

      “Vahşet. Hesaplılık. Ve nedensizlik.”

      “Eriksson çok varlıklı biriydi. Herkes onun bir zamanlar ne denli acımasız bir iş adamı olduğunu söylüyor. Birçok düşmanı olmalı.”

      “Tüm bunlar onun neden bambu kazıklarına çakılarak öldürüldüğünü açıklamaz.”

      “Nefret aynen kıskançlık gibi bazen insanın gözünü bürür.”

      Genç kadın hayır dercesine başını salladı.

      “Eriksson’un kazığa sokulmuş bedenini gördüğümde yaşlı bir adamın öldürülmesinden çok daha fazla bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu hissettim,” dedi. “O andaki duygularımı daha net bir şekilde açıklayamıyorum ama bu duygu hâlâ içimde ve oldukça güçlü. Ayrıca beni de çok tedirgin ediyor.” Wallander içindeki tedirginliği anımsadı. Genç kadın çok önemli bir şey söylemişti. Kendisinin de tam olarak bilincine varamadığı ama benzeri şeyleri düşündüğü ortadaydı.

      “Devam et,” dedi. “Düşüncelerini zorla!”

      “Fazla bir şey yok. Bir adam öldürüldü. Cinayetin işlendiği yeri görenlerin o manzarayı bir daha unutacağını sanmıyorum. Bir cinayetti bu. Ama işin bununla kalmayacağını, arkasının geleceğini hissediyorum.”

      “Her katilin kendine özel bir dili vardır,” dedi Wallander. “Bunu mu demek istiyorsun?”

      “Evet, böyle de denilebilir.”

      “Sence katil bu davranışıyla bize bir şey mi söylemek istiyor?”

      “Olabilir.”

      Bu bir tür şifre olabilir, diye geçirdi içinden Wallander. Henüz çözemediğimiz bir şifre.

      “Haklı olabilirsin.”

      Bir süre ikisi de konuşmadı. Wallander yerinden kalkıp notlarını yeniden toparladı. Notlarının arasında kendisinin olmayan bir not gözüne ilişti.

      “Bu senin mi?”

      Genç kadın kâğıda baktı.

      “Svedberg’in yazısına benziyor.”

      Wallander kurşun kalemle yazılmış notu okumaya çalıştı. Doğum koğuşuyla ilgili bir şeydi. Tanımadığı bir kadının adı yazıyordu.

      “Bu da ne demek oluyor?” dedi. “Svedberg’in çocuğu mu olacak? Evli değil ki. Görüştüğü biri mi var?”

      Genç kadın Wallander’in elindeki kâğıdı alıp okudu.

      “Biri, doğum koğuşunda bir kadının hemşire gibi giyinip dolaştığını ihbar etmiş,” dedi kâğıdı geri vererek.

      “Zamanımız olunca bu konuyla da ilgilenelim,” diye karşılık verdi Wallander alaycı bir tavırla. Notu çöpe atmayı düşündü ama vazgeçti. Ertesi sabah Svedberg’e vermeye karar verdi.

      Koridorda ayrıldılar.

      “Çocuklarına kim bakıyor,” diye sordu Wallander. “Kocan döndü mü?”

      “Mali’de.”

      Wallander, Mali’nin nerede olduğunu bilmiyordu ama sormadı.

      Höglund artık tenhalaşmış emniyet binasından çıktı. Wallander, Svedberg’in notunu masasına koyup ceketini aldı. Emniyetten çıkarken gazete okuyan nöbetçi polisin odasına uğradı.

      “Lödinge’yle ilgili arayan oldu mu?”

      “Hayır.”

      Wallander arabasına doğru gitti. Hava rüzgârlıydı. Ann-Britt Höglund çocuklarına ilişkin sorusuna kaçamak bir yanıt vermişti. Arabasının anahtarlarını bulabilmek için tüm ceplerini boşaltmak zorunda kaldı. Sonra da eve gitti. Çok yorgun olmasına karşın hemen yatmadı. Koltuğuna oturup o gün olanları yeniden düşündü. Onu en çok Höglund’un sözleri kaygılandırmıştı. Holger Eriksson cinayetinin arkasında başka bir şeyler olduğuna ilişkin söyledikleri onu tedirgin etmişti. Katil katildi, daha fazla ne olabilirdi ki?

      Yattığında saat sabahın üçüne geliyordu. Uykuya dalmadan önce ertesi sabah hem babasını hem de kızı Linda’yı araması gerektiğini düşündü.

      Saat altıda birden uyandı. Bir rüya görmüştü. Rüyasında Eriksson ölmemişti. Hendeğin üzerindeki tahta köprüde duruyordu. Tam köprü çökmek üzereyken Wallander uyanmıştı. Güçlükle kalktı. Yağmur yağıyordu. Mutfakta, kahvenin bittiğini fark edince iki aspirinle yetindi ve bir elini başına dayayarak uzun bir süre masada oturdu.

      Yediye çeyrek kala emniyetteydi. Odasının kapısını açtığında bir akşam önce fark etmediği bir şeyi gördü. Pencerenin yanındaki sandalyenin üstünde bir paket duruyordu. Ebba, Gösta Runfeldt’in verdiği siparişi postaneden aldırtmıştı. Ceketini asıp paketi açmaya hakkı olup olmadığını düşündü. Sonra kâğıdı yırtıp içindeki kutuyu açtı. Martinson odasının önünden geçerken Wallander kaşlarını çatmış kutunun içindekilere bakıyordu.

      “Buraya gel,” diye seslendi Wallander. “Gel de şuna bir bak.”

      9

      Gösta Runfeldt’in verdiği siparişe baktılar. Wallander’e göre siparişi kablolardan ve küçük siyah kutulardan oluşan bir hurdaydı. Gösta’nın bunları nerede ve nasıl kullanacağını merak etmişti. Oysa Martinson’a göre Runfeldt’in ne sipariş verdiği açık seçik ortadaydı.

      “Bu, çok ayrıntılı ve profesyonel bir dinleme cihazı,” dedi kutulardan birine bakarak.

      Wallander ona kuşku dolu bir bakış fırlattı.

      “Borås’ta postayla böyle bir sipariş verilebiliyor mu?” diye sordu.

      “Postayla istediğin her şeyi sipariş edebilirsin,” diye karşılık verdi Martinson. “İçinde yaşadığımız dünyanın bir gerçeği ama yasal olup olmadığı ayrı bir konu. Bu tür bir cihazın ithalatı yasalara bağlı.”

      Paketin içindekileri Wallander’in masasına