geçiriyorlardı ama bunun dışında olağan dışı bir şey yoktu.
Hastanede eleman sıkıntısı yaşanıyordu. İki ebeyle iki hemşire tüm işleri üstlenmek zorundaydı. Ciddi bir kanama ya da başka bir komplikasyon söz konusu olduğunda haber verebilecekleri bir jinekolog vardı ama bunun dışında her şeyi kendi başlarına çözmeleri gerekiyordu. Ylva Brink kanepede oturmuş kahvesini yudumlarken işler eskiden daha kötüydü, diye geçirdi içinden. Birkaç yıl öncesine kadar doğum kliniğinin tek ebesiydi ve bu da birçok sorunla boğuşmasına neden olmuştu. Sonunda hastane yönetimine dertlerini anlatabilmiş, her gece nöbet tutacak en az iki ebenin bulunması gerektiği konusunda yönetimi ikna edebilmişlerdi.
Odası büyük ve geniş koğuşun ortasındaydı. Camlı bölme sayesinde dışarıda olup biten her şeyi görebiliyordu. Gündüzleri hastanede yaşam geceye oranla çok daha farklıydı. Ylva geceleri çalışmayı seviyordu. Oysa iş arkadaşlarının çoğu gündüz vardiyalarını yeğliyordu. Onların aileleri vardı ve gün boyunca yeterince uyuyup dinlenemiyorlardı. Oysa Ylva Brink’in çocukları artık büyümüştü ve kocası da Orta Doğu’yla Asya arasında gidip gelen bir petrol tankerinin baş mühendisiydi. Ylva’ya göre herkesin uykuda olduğu saatler çalışmak çok daha huzur vericiydi.
Kahvesini keyifle yudumladı, sonra masadaki bisküvilerden yedi. Kısa süre sonra hemşirelerden biri içeri girip oturdu, onu diğerleri izledi. Köşedeki masanın üstündeki radyo hafif hafif çalıyordu. Sonbahardan ve durmak bilmeyen yağmurdan söz ettiler. Hemşirelerden biri annesinin kışın çok soğuk ve uzun geçeceğini öngördüğünü söyledi.
Ylva Brink yolların karla kapandığı günleri anımsadı. Bu çok sık olmazdı ama olduğunda da doğum sancıları tutan kadınları hastaneye götürmek imkânsızlaşırdı. Birden kentin kuzeyindeki, dış dünyadan soyutlanmış çiftlik geldi aklına. Kadın yoğun bir kanama geçiriyordu. Meslek hayatı boyunca ilk kez o gece hastasını kaybetmekten çok korkmuştu ve buna izin vermemesi gerektiğinin de bilincindeydi. İsveç’te kadınlar doğum yaparken ölemezdi.
Yine sonbahar gelmişti. Ylva İsveç’in kuzeyindendi ve zaman zaman da Norrland ormanlarının kasvetli havasını özlüyordu. Rüzgârın olanca hızıyla estiği Skåne’ye hâlâ alışamamıştı. Ne var ki Trelleborg’da doğmuş kocasıysa Skåne’nin dışında bir yerde yaşamayı kesinlikle düşünmüyordu. Tabii, eve döndüğü zamanlarda.
Lena Söderström’ün içeri girmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Lena otuz yaşlarındaydı. Kızım olabilecek yaşta, diye geçirdi içinden Ylva. Benim yaşım onunkinin iki katı.
“Sabaha karşı doğuracağını sanıyorum,” dedi Lena. “Biz evimize gittikten sonra.”
“Bu akşam sessiz geçecek galiba,” dedi Ylva. “Yorgunsan uyu.”
Hemşirelerden biri telaşla koridordan geçti. Lena Söderström çayını içiyordu. Diğer iki hemşireyse bulmaca çözüyordu.
Ekim geldi bile, diye geçirdi içinden Ylva. Sonbahar bitiyordu. Kısa süre sonra kışa gireceklerdi. Aralık ayında Harry’nin bir ay izni vardı ve bu süre içinde de mutfaklarını yenileyeceklerdi. Buna aslında gerek yoktu ama bir ay boyunca Harry’nin sıkılmaması, oyalanması için yapacaklardı. Harry tatillerden hiç hoşlanmazdı. Tatillerde çok huzursuz olurdu.
Biri zili çaldı. Hemşirelerden biri ayağa kalkarak dışarı çıktı. Birkaç dakika sonra döndü.
“3 numaralı odadaki Maria’nın başı ağrıyormuş,” dedi bulmacasının başına otururken. Ylva kahvesinden büyükçe bir yudum aldı. Birden içinde yoğun bir huzursuzluk hissetti. Bunun neden kaynaklandığını kestiremiyordu. Sonra anımsadı. Koridordan geçen hemşire. Koğuşta çalışan tüm hemşireler odada değil miydi? Ve yoğun bakımdan da kimse çağrılmamıştı. Hayal görüyor olmalıyım, diye geçirdi içinden.
Ama aynı anda da bunun doğru olmadığının farkındaydı.
“Az önce kim geçti?” diye sordu.
İki hemşire başlarını kaldırıp şaşkınlıkla ona baktılar.
“Ne oldu?” diye sordu Lena Söderström.
“Birkaç dakika önce bir hemşire koridordan geçti. Hepimiz burada otururken.”
Hemşireler hâlâ onun neden söz ettiğini anlamamışlardı. Aslında kendisi de tam olarak emin değildi. Bir zil daha çaldı. Ylva fincanını masaya bıraktı.
“Ben bakarım.”
2 numaralı odadaki kadın kendini iyi hissetmiyordu. Üçüncü çocuğunu doğurmak üzereydi. Ylva kadının bu çocuğu istemediğini hissediyordu. Kadına içecek bir şey verdikten sonra koridora çıktı. Çevresine bakındı. Odaların tümünün de kapıları kapalıydı ama bir hemşire koridordan geçmişti. Hayal görmemişti. Birden içinde bir tedirginlik duydu. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Kıpırdamadan durup çevresine kulak verdi. Odasından gelen radyonun sesini duydu. Odaya dönüp masaya bıraktığı fincanı aldı.
“Önemli bir şey değil,” dedi içeridekilere.
Tam o anda da az önce gördüğü hemşire ters yöne doğru geçti. Bu kez onu Lena da görmüştü. Ana koridorun kapısının kapandığını duyduklarında ikisi de irkildi.
“Kimdi o?” diye sordu Lena.
Ylva başını iki yana salladı. Bulmaca çözen hemşireler şaşkınlıkla başlarını kaldırıp baktılar.
“Kimden söz ediyorsunuz?” diye sordu içlerinden biri.
“Az önce buradan geçen hemşireden.”
Elinde kalemle masanın başında oturan hemşire gülmeye başladı.
“Ama hepimiz buradayız.”
Ylva hızla yerinden kalktı. Doğum koğuşunu hastaneye bağlayan koridora açılan kapıyı açtığında kimseyi göremedi. Sessizliğe kulak verince bir kapının kapandığını duydu. Başını hayretle iki yana sallayarak hemşirelerin yanına döndü.
“Başka bir koğuşun hemşiresinin burada ne işi var?” diye sordu Lena. “Bize bir merhaba bile demedi.”
Ylva bu sorunun yanıtını bilmiyordu ama gördüğünün bir hayal ürünü olmadığından artık emindi.
“Hadi gidip hastalara bir bakalım,” dedi.
Lena ona soru sorarcasına baktı.
“Neden?”
“Hastaların durumuna bakmayı istemem seni neden bu denli şaşırttı ki?”
Hastalara baktılar. Her şey yolunda gidiyordu. Gece bir civarında kadınlardan birinde kanama başladı. Gecenin geri kalan bölümünü sakin geçirdiler.
Gündüz vardiyasına kısa bir bilgi verdikten sonra saat yedide Ylva Brink evine gitti. Evi hastanenin hemen yanındaydı. Eve gittiğinde koridorda gördüğü o garip hemşire aklına geldi. Birden onun hemşire olmadığını hissetti. Üstünde üniforma olmasına karşın yine de hemşire olmadığından emindi. Hiçbir hemşire onların yanına uğramadan ve oraya neden geldiğini söylemeden doğum koğuşuna girmezdi.
Ylva bu olayı aklından çıkaramıyordu. Kaygıları her geçen dakika daha da artıyordu. O kadın oraya mutlaka bir amaçla gelmiş olmalıydı. Doğum koğuşunda on dakika kalmış, sonra da geldiği gibi çekip gitmişti. On dakika. Hastalardan birinin odasına gitmiş olmalıydı. Kimin? Ve neden?
Ylva yatağına yatarak uyumaya çalıştı ama başaramadı. Sürekli o garip kadını düşünüyordu. Saat on birde uyuyamayacağını anlayıp yataktan kalktı ve mutfağa gidip kahve yaptı. Bu konuyu biriyle konuşmasının iyi olabileceğini düşünüyordu.
Kuzenim